MakalelerPusula

Onlar gibi yaşayalım, prangaları parçalayalım!

Bebeklerden yaşlılara, çocuklardan gençlere her gün ölümlerin yaşandığı zamanlardan geçiyoruz. Yaşananlar öyle ki, binlerce yıl öncesinden anlatılan Dehak ve Demirci Kawa’nın hikayesi akla geliyor illa ki! Dehak’ın iyileşmesi için kendisine her gün bir Kürt gencinin beyninin sunulması gereken “hikaye”! Şimdi her gün iki, üç veya daha fazla insan katlediliyor. Çocuk, yaşlı, genç, kadın, erkek; her gün mevcut faşist düzenin varlığını sürdürebilmesi ve egemenlerinin krizinin sona ermesi için öldürülüyor. Elbette her Dehak’ın karşısında Devrimci Kawalar vardır. Bir gün özgürlük ateşini tüm ülkenin göreceği şekilde yakacak olan Demirci Kawalar…

Yaşadığımız coğrafyada hem Dehaklar hem de Demirci Kawalar tarih boyunca varoldu. Zamanlar değişti, isimler değişti; ama ezen ve ezilenin arasındaki kavga yani sınıf mücadelesi, zalimlere, sömürücülere itaat etmeme, kendi yaşamını kendi eline alma mücadelesi hep devam etti. Bu mücadelede sayısız şehit verildi, bedeller ödendi.

1915’te Paramaz ve yoldaşlarının idamıyla, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz’in derin sularında boğdurulmasıyla başlıyor Türkiye tarihi! Bunların peşi sıra farklı milliyetlerden azınlık ve mezheplerden halkların boyun eğmeyen tavırlarının karşılığı olan katliamlarla devam ediyor. Deniz Gezmiş asılarak, Mahir Çayan vurularak, İbrahim Kaypakkaya işkencede katlediliyor! O günlerden bugünlere Türkiye coğrafyasındaki devrimci hareketler binlerce militanını, kadrosunu, savaşçısını güneşe uğurladı. O günlerden bugüne parti ve devrim şehitlerinin sayısı her geçen gün artıyor.

1972’lerde kurulan Proletarya Partisi, Maria’dan (Mustafa Suphilerle birlikte Türkiye Komünist Fırkası üyesi olarak Türkiye’ye gelen Maria, Suphiler Karadeniz’de katledilirken kaçırılarak cinsel işkence ile katledilir) sonra Meral Yakar’la birlikte Türkiye devrimci hareketinin ilk kadın şehitlerinden birini sonsuzluğa uğurlamıştır. 43 yıl içinde Kaypakkaya yoldaşla birlikte 4 genel sekreterini ve 600’e yakın militanını, kadrosunu şehit vermiştir. Halk savaşı stratejisini benimsemiş, buna göre bozkırın en kuru yerinden, zincirin en zayıf halkasından başlayarak mücadele etmeyi seçmiştir. Yani mevcut devlet zorunun ancak halkın örgütlü zoruyla yıkılacağını söylemekte ve kurulduğu günden bu yana bunun mücadelesini vermektedir.

Zora dayanan bu mücadele içinde dağlarda, şehirlerde, işkencede, zindanlarda şehitler verilmiştir. Ve savaşın bir sonucu olarak verilmeye devam edilecektir. Mücadelenin bir gerçeği olan şehitliği ve şehitlerimizi doğru bir şekilde anlamak ve anlamlandırmak ve de buna göre yaşamımıza yön vermek; onlar gibi sonuna kadar gidebilme kararlılığında olabilmenin önemli adımlarından biridir. Netlikle vurgulamalıyız ki; şehitleri anılarına bağlılık, ancak onlar gibi devrimin yolunda mücadeleyi büyütme ve zafere ulaştırma kavgasında tereddütsüz yer almakla sağlanabilir. Çünkü sadece bu yürüyüş; onların yürüdüğü ve uğruna canlarını verdikleri yolun tamamlanabilmesini sağlayacaktır.

 

İnancı olmayanın kavgası olmaz

Devrim yolunda güneşin sofrasına uğurladıklarımızı düşündüğümüzde belki de çoğumuzun ilk aklına gelen; işkenceleri, yıllarca mahpusluğu sağlayan inançlarıdır. İnancı olmayanın kavgası da olmaz. Ancak halkın mücadelesine ve faşist zorbalığın yıkılmak zorunda olduğuna duyulan inançla tüm bedeller göze alınır. Ancak halkına yoldaşlarına, partisine ve ideolojisine duyulan inançla, “kendilerinden önce düşenlerin yüreklerine tutunup/bir iş tulumundan sıyrılır gibi…/aynı rahatlık içinde/aynı sevinçle/aynı sevda uğruna” güneşin sofrasına oturulur.

İşte bu nedenle hayatın her alanında egemenlerin tüm saldırıları bu inancı kırmaya yöneliktir. Bunu sayısız örneğini sıralayabiliriz. Her zaman bireyin, bireyciliğin öne çıkarılması, kollekvizmi, paylaşımı, yoldaşlarına ve halkına bağlılığı ve güveni gerektiren devrimci ideolojide kırılma yaratılmasının yollarından biridir. Sadece kendini ve ailesini düşünen hiç kimse, halkın mücadelesine boylu boyunca katılamaz. Devrime inancın etkisi nedeniyledir ki egemenler bütün “bilimcilerine”, kalemşorlarına, sanatçılarına, yazarlarına aynı şeyleri tekrarlatır, durur; “sınıflar mücadelesi diye bir şey yok! Konuşarak çözülmeyecek ne var ki? Boşu boşuna ölüyorsunuz” der! Bunları binbir kılıkla karşımıza çıkarır. Ama diğer taraftan halka ve öncülerine yönelik saldırılar, katliamlar devam eder. Söyledikleri sözlerin tek karşılığının “faşizme itaat et, sömürüye, baskıya ses çıkarma. Ye, iç, seviş… Biz de saltanatımızı sürelim” olduğu açıktır. Amaçlanan, sömürücülerinin devamı için halk güçlerinin kurtuluşa, devrime olan inançlarını kırmak, etkisiz hale getirmektir.

İnançta zayıflama başladı mı, bırakalım bedel ödemeyi mücadele için bir bardak su taşımaya bile mecali kalmaz insanın. Umutsuzluk, yılgınlık başlar. Çünkü mevcut bataklığın içinden kurtulamayacağı inancı, devrimin zaferinin inancı yerine kök salmaya başlamıştır. İşte bu yüzden inancı kırmaya dönük bu saldırılara karşı bilimsel, ideolojik, politik, örgütsel ve askeri olarak her açıdan kendimizi sürekli olarak geliştirmemiz zorunludur. Halk savaşının toplamda anlamı budur.

Düşmanın, yaşamımız üzerindeki her türlü etkisini, denetimini kırmak, dağıtmak, parçalamaktır. Ne yaşamımız üzerinde ne de pratiğimiz üzerinde, burjuvazinin, feodal kültürün bir etkisinin olmasını reddetmektir. Düşmanın sınırlarını, halklar için belirlediği zorunlu yaşam alanlarını yerle bir etmektir. Halk savaşı bu yıkımı, bu reddedişi, bu itirazı pratiksel olarak her alanda yerine getirme ve bunun yerine devrimci tarzı, halkın iktidarını yani kendi yaşam alanlarımızı kurmaktır. Düşman saldırıları ile bunu başarabileceğimize yönelik inancı elimizden almak istiyor! Şehitlerin resimlerini yayımlayıp hakaretler ederek “asla başaramayacaksınız” düşüncesini oluşturmaya çalışıyor. “Bir iş tulumundan sıyrılır gibi düşenlerimiz” işte bütün bu saldırıları boşa çıkartıp düşmanın kalelerine en büyük saldırıyı yapanlardır. Onların yolundan yürümek demek bu nedenle düşmanın kalelerini yıkma ve yeni yaşamı inşa etmede sonuna kadar kararlı olmak demektir…

 

Meral’den Cengiz, Özgüç, Hakan’a… Sürüyor kavga…

Parti ve devrim şehitlerini anma haftası bizler açısından bir kez daha şehitlerimizi anmanın, onları daha iyi anlamaya çalışmanın vesilesi olmalıdır. Şehitleri yaşatmak mücadeleyi büyütmek ve zafere ulaşmaksa bu hafta içinde mücadelemizin sorunları üzerine daha çok kafa yormanın, daha çok ileri atılmanın, zaaflarımızla daha çok yüzleşmenin miladı olmalıdır. Bu konuların hepsinde şehitlerin yaşamı yol göstericidir. Mücadeleye başlandığı andan itibaren hepimiz yeni bir yaşama adım atmış olmanın zorluklarını yaşıyoruz. Doğduğumuz andan itibaren bize biçilen rollere karşı çıkıyoruz ama değişim birden bire olmuyor. Düşmeler, tökezlemeler, sancılar yaşanıyor. Mücadeleyi bütünlüklü kavrayıp bire kadro olabilmenin zorluklarıyla yüzleşiyoruz.

Bu zorlukların yarattıklarıyla bazen pratikten bazen teoriden kaçıyoruz. Teori okumak, felsefe öğrenmek, politikayı kavramaya çalışmak, bir tarafa atılabiliyor. Yoldaşlarımızla yaşadığımız sorunlar olduğunda kendimizi yalnız hissedebiliyoruz. Bütün bunlar ve daha sıralayabileceğimiz pek çok sorunun, pek çok zaafın hiçbiri yeni değildir ve salt birkaç kişiyle ait değildir. Şehitlerden, onların yaşamından bu çelişkilerle nasıl mücadele ettiklerini, her tökezlemeden sonra daha büyük bir inançla nasıl yürüdüklerini öğrenebiliriz. Yaşamın olduğu her yerde çelişkiler ve sorunlar vardır. Temel mesele, bu çelişkilere, sorunlara hangi bakış açısı ile yaklaşıldığıdır. Bir tökezleme bazıları için “yapamıyorum” deyip mücadeleden uzaklaşma olabilecekken şehitlerinde gösterdiği gibi bazıları için yaşamın, mücadelenin bir deneyimi oluyor ve daha da güçlenerek yürünmesine yol açabiliyor.

Her zaman yapmamız gerekiyorsa da parti ve devrim şehitlerini anma haftası dolayısıyla bu süreçte bir kez daha şehitlerin yaşamlarını okumalı, onların mücadelesini-mücadelemizi kavramaya çalışmalıyız. Bu kapsamda geçmiş yıllarda gazetemizde çıkan kimi yazılar taranabilir. Bununla birlikte yayınevimizden çıkan “Düşleri gerçeğe dönüştürmek için”, “Kıvılcımı yangına çevirmek için”, “Beşler” isimli kitaplar okunabilir. Tanıdığımız şehitlere dair yazılar kaleme alınıp deneyimlerimiz artırılabilir. Bunların hepsi mücadeleye dönük kavrayışımızı artıracak ve şehitlerimizin miras bıraktığı yürüyüşü hızlandıracaktır. Zaten amacımız da budur; devrimin zaferini onlara hediye etmektir. O zaman onlar gibi dövüşelim, onlar gibi inanalım, onlar gibi yaşayalım… İşte bu yaptığımızla düşmanın kalelerini vuracağız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu