DerlediklerimizGüncel

OYA AÇAN | Biz yoksak…

"Değişim zorunluluğu adına özsel olanlardan kolayca vazgeçersek, yapıp etmeye çalıştıklarımızın, uğraş ve hedeflerimizin ne olduğu belirsiz bir balçık halini alması neredeyse kaçınılmazdır."

Geleceği şekillendirme iddiasındaysak, her şeyden önce bizi “biz” yapan değerleri ve tarihsel amacımızı hatırlamalıyız. Bu temelde sınıfsal kinimizi yeniden bilemeli, unuttuklarımıza dönüp bakmalı, hafızamızı tazelemeliyiz.

Eskiye dair nostaljik bir özlem değildir bunlar; öğrenmeye doyumsuz olanlar için her biri bin bir ders içeriğinde olan yaşantılardır.

Mücadele, yıllara sığmayan bir genişlik ve yaygınlık ırmağında akıyor. Her gelişmeyi kendi tarihselliği, dönemin ortaya çıkardığı olanaklar/handikaplar, iç-dış koşullar ve temel karakteristikleriyle değerlendirmek gerekli. Daha doğrusu yapılması gereken bu! Her şeyin akıl almaz bir hızla değiştiği “katı olanın buharlaştığı” bu ortamda neyi değiştirip neyi değiştirmeyeceğimizi saptamak bile çok önemli. İlkeler adına değiştirmememiz gerekenleri kıskanç bir tutuculukla korumaya çalışırız. Değişim zorunluluğu adına özsel olanlardan kolayca vazgeçersek, yapıp etmeye çalıştıklarımızın, uğraş ve hedeflerimizin ne olduğu belirsiz bir balçık halini alması neredeyse kaçınılmazdır.

Eskiden…

“Eskiden…” diye başlayan cümlelerden haz etmem; birincisi, eski eski de kaldı çünkü, eskiye basarak yeni şeyler keşfetme zamanı şimdi. İkincisi, “eskiden…” diye başlayan cümleler “yeniler”e söylenir; akıl satmanın ötesinde bir kibri ve üstenciliği yansıtır. Dolayısıyla kurulmak istenen ilişki de daha baştan, kapatılması zor bir uçurum yaratır. Muhataplarımız “saygı” nedeniyle seslerini çıkarmasalar dahi içten içe gıcık kaparlar. Daha kurulmadan köprü yıkılmış olur…

12 Eylül kitlelerin üzerinden silindir gibi geçmeden önce bir semtte çalışma yürütüyorduk. Tahmin etmek zor değildir, bu faaliyet sınıf çalışmasının bütünleyici ayağını oluşturan bir örgütlenme faaliyetiydi. Sınıf çalışmasının yolunun açılması, önlerine engel olarak dikilmesinler diye işçi eşlerinin -kadınların- kazanılması doğrultusundaydı. Bağımsız ve özel bir kadın çalışması hedefi daima vardı ufkumuzda, fakat bir türlü pratikleştirilemiyordu.

O günlerden birinde, karşımdakine ateşli ateşli bir şeyler anlatmaya çalışırken, evine gittiğim kadın, “…yaşlandığınızda size kim bakacak, emekliliğiniz var mı?” diye soruverdi. Devrim tarihleriyle, toplumların gelişimiyle, kadın sorunuyla ilgili bir soru sorsaydı hemen yanıtlardım, fakat bu kez hazırlıksız yakalanmıştım. Kitlelerin kafalarındaki sorulara yanıt vermekten uzak bir dogmatizm ve mekaniklikten malûlseniz, etkileyip örgütlemeye çalıştığınız insanlarla ayrı dünyalarda yaşıyorsunuz demektir.

Bir başka sefer, bildiklerimi ve yapılması gerektiğini düşündüklerimi kendimi paralarcasına anlatıyorum. Kadın arkadaşın yüzünü buruşturduğunu fark ettim, pek ihtimal vermesem de “söylediklerim mi sıktı acaba canını” diye geçirdim aklımdan ve doğrudan sordum. “Nasırım…” dedi yavaşça, adeta utanarak… Dünyanın en önemli şeyini bile söylüyor olsam yerini bulmazdı o an, çünkü onun bütün dikkati acısını çektiği nasırındaydı, anı belirleyen buydu.

Siz kendi cephenizden söylemeniz gerekenleri söylersiniz ama bu kimi zaman umduğunuz yankıyı yaratmaz. Hayâl aleminde geziyorsanız, hoşnutluk bile duyarsınız kendinizden. Dolayısıyla, kitlelerin içinde yüzdükleri, boğulmamak için kulaç attıkları gerçek sorunları gündeme getirirken bile bunun zamanlaması son derece önemlidir. Doğrular bir yerde, can alıcı gerçekler başka bir yerde akarsa bunların buluşma şansı da kendiliğinden akışa terkedilmiş olur.

Devrimci kaplumbağalar

Evlerimizi sırtımızda taşırdık, şimdi de bunu yapmalıyız. Çoğumuzun düzenli olarak kaldığı ev yok gibiydi, “kendi” evlerimiz yoktu. Evlerimiz işçi-emekçi evleriydi.

Mekânımız fabrika önleri, grev ziyaretleri, okullar, mahalleler, kitlelerin gerçek yaşam ve çalışma alanları, onlarla doğrudan ve yüz yüze temas kurduğumuz yerlerdi. İşçi sınıfı ve emekçiler, kadınlar ve gençler, bu rejimden yılmış, ‘atacak tek bir taşı bile olsa’ bütün gücüyle savurma potansiyeli taşıyan herkes bizim onlara ulaşmamızı bekler. Kimileri bunun bilincinde bile değildir henüz ama birikmiş enerjiyi açığa çıkarma tutkusu -eğer ciddi anlamda asılırsak- er geç yerini bulur.

Şurası çok açık ki, o dönemde kadın sorununu sınıfsal ve cinsel özgürleşme bütünlüğünde ele almıyorduk. Onu sınıf alanındaki taleplere doğru daraltıyor, sosyalizmin bu türden demokratik bütün sorunları çözeceğine bel bağlıyorduk. Demek ki, Lenin’in “Kadınların katılmadığı hiçbir devrim başarıya ulaşamaz” sözünün anlamını tek yanlı ve yüzeysel algılıyorduk. Muhatabımız kadınların, kadın olmaktan kaynaklı sorunlarını genelde es geçiyorduk. Bunun için özel bir çalışmanın sistemli ve sürekli olarak yürütülmesi gerektiğini dilimiz söylese ve kimi kesitlerde ısrarlı bir şekilde yönelsek de bu yönelim bir süre sonra tavsatıyor, farklı görev ve sorumluluklarla karşılaştığımızda, mücadele daha yoğun ve derin bir performans gerektiğinde ilk vazgeçilen çalışma bu oluyordu.

Peki şimdi değişti mi, evet değişti! Hem bizim için hem de geniş kadın yığınları açısından.

Kölelik, alıklık ve tükenme

Emek ordusunun görünmeyen ücretsiz neferleri kadın emekçilerin yaşamının odağında işgücünün, yeniden üretiminin sağlanması vardır. Bu doğrultu da yapılıp edilen her şey kapitalizme hizmet eder, işgücünün fiyatını böylelikle en alt seviyeye çekmeye yarar. Dört duvara hapsedilmiş bu ‘dolap beygiri’ misali yaşam rutini onu öylesine boğar ve hayattan bezdirir ki, belli bir noktadan sonra kayıtsızlaşıp kendini akışa bırakıverir. İçinden çıkamadığı sorunlar konusunda en azından konuşup paylaşacağı, danışıp fikir alabileceği birileri yoksa, “ne yapsam?” kıvranmasına deva olabilecek bir ışık yoksa… Biz yoksak tükenmeye başlar.

Küçümseyip burun kıvırdığımız bütün o kadın programları (yemek, düğün, evlilik, güzellik) ve diziler onları o anlarda boğucu dünyalarından çıkarır çıkarmasına -geçici bir soluk borusu işlevi görür- ama alttan alta iyice uyuşturur. Onları değiştirip dönüştürmeyi amaçladığımız halde daha işin başında “Bunu neden izliyorsunuz” sığlığında bir sorgulamayla ilişki kurmaya kalkarsak yüzlerce yıla yayılan ve bir çıkış olmadığında yaşanan çaresizliği gerçek nedenleriyle hiç kavramamışız demektir. Her şeyi biliyoruz ya, üstencilik tarzındaki bir yüz ifadesi bile kadınlara çok şey anlatır.

Önyargılar

İlk izlenim önemlidir ilk kez karşılaşan her insan için, ama belirleyici değildir. İnsanlar birbirini zaman içinde tanır, belli olaylar karşısında takındıkları tutumlara bakarak sınar, tutarlılığı gözetir… Güven ancak bunlardan sonra gelir.

Etnik, kültürel ve dinsel farklılıklar, toplumu alabildiğine bölen fay hatları, önyargılarımızı derinleştiren değil işimizin ne kadar zor olduğunu gösterdiği kadar ısrar ve sabır katsayımızın nasıl koşar adım büyümesi gerektiğine işaret eder. İnancı, yaşam tarzı farklılıkları, beğenileri, hayalleri ne olursa olsun -hatta bizden fersah fersah ayrı yerde de dursalar-, bu bize önyargılarımızdan arınabilmemiz için de bir fırsat sunacaktır. Bu noktada tayin edici olan kitleselleşmeye çalışırken kitleleşmemektir. Onların dünyasına girmek, o dünyayı anlamaya çalışmaktır. Acı ve yoksunluklarını bildiğimizi düşünsek de gerçek özlemleri, ertelenen umutları konusunda bir fikir sahibi değilsek birlikte “hamur” yoğuramayız.

Gelecek

“Gelecek olmadığında konuşacak çok şey de çıkmaz.” (John Berger) İşler zorlaşıp hayal ettiğimiz sonuçları öngördüğümüz süreçte alamadıysak, “buradan/bundan bir şey çıkmaz” kolaycılığıyla yüzgeri ederiz. Beklentisizlik gerçekte muhatabımıza değil kendimize dairdir. Gerekçe bulmakta da zorlanmayız: herkes reformcu, herkes gerici, herkes dincidir! O kadına, o fabrikaya, o derneğe, o mahalleye ilişkin hedeflerimizden kolayca vazgeçebiliriz. Bir gelecek görmüyorsak, ortak bir gelecek için başka neler yapabiliriz/yapmalıyız sorgulaması yoksa, pes edip indirmişsek kollarımızı yana… elbette konuşacak şey de bulamayız.

Dağın tepesini eteklerine indirmek istiyorsak, dünyayı yerinden oynatmak, yerine yeni bir dünya kurmak istiyorsak, kadınların asırlarca süren ev ve mutfak köleliğine son vermek istiyorsak, ataerkinin, erkek egemen devlet şiddetinin gemi azıya almış uygulamalarına maruz kalmak istemiyorsak, hayatı göz ucuyla takip etmekten vazgeçmeli, elimizi ortak hamura sokmalıyız!

(Jin Dergisi – 2 Temmuz 2023)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu