Yorum

Kürdistan’dan Cerattepe’ye bir hayalet dolaşıyor! Gezi’nin hayaleti!

Kısaca hatırlayalım

Takvimler 2010 yılının 17 Aralık tarihini gösterdiğinde Tunus’ta Mohammed Bouzzazi isimli diplomalı ama işsiz kaldığı için işportacılık yapan bir genç gözyaşları içerisinde kendisini ateşe veriyordu. Çünkü işporta tezgahı Tunus’ta zabıta işlevi gören devletin kolluk güçleri tarafından elinden alınarak parçalanmış ve kendisi de hakarete uğramıştı. Bouzzazi hem ekmeği/emeğine için hem de onuruna yapılan bu saldırıya dayanamamış ve kendini yakarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki başını kadınların ve de gençlerin çekeceği bir isyan silsilesini başlatmıştı.

Bu isyan silsilesi bir domino etkisi yaratarak emperyalist-kapitalist sistemin bu coğrafyadaki tüm planlarını altüst ederek ilerlerken; her ne kadar kendisini Avrupa ülkesi gibi “gelişmiş bir ülke” olarak görse de aslında Ortadoğu ülkesi özellikleri taşıyan Türkiye’ye gelip dayandığında yıl 2013, tarih ise 31 Mayıs’tı. İstanbul-Taksim’deki Gezi Parkı yerine Topçu Kışlası’nın yapılmasına tepki gösterenlere dönük devlet şiddetinin ardından -kelimenin tam anlamıyla- hiç kimsenin, kurumun beklemediği büyüklükte bir isyan patlak verdi. Milyonlarca insan sokaklara döküldü, AKP nezdinde devlet gerçekliğiyle karşı karşıya geldi.

Elbette başka bir konu özgülünde yazılan bir yazının giriş paragraflarına sığmayacak kadar derin yarılmalar yaratan Gezi İsyanı, başlı başına derslerle dolu bir dönemdi. Umutsuzlara umut, yılmışlara inanç, sindirilmişlere cesaretti Gezi. Genç milyonların yok sayılmaya, aşağılanmaya karşı -Bouzzazi’nin ruhuna şifa- onuruna sahip çıkma ve “biz buradayız” deme deneyimleriydi. Kürt ulusuna dönük şovenizmle yüzleşme, yakınlaşmaydı. İktidara “Benim/bizim sözümü/zü, benim/bizim düşüncemi/zi, benim/bizim kararımı/zı dikkate almadan tek bir adım dahi atamazsın” mesajıydı. Ama bu isyanı daha derinden okuyanlar şunu da gördü: isyancılar iktidara yönelik olduğu kadar devrim iddiası taşıyanlara da bir mesaj veriyordu. “Silkelen ve kendine gel! Yenilen! Devrim iddianı yenile! Biz buradayız!

Sokaktaki isyan söndü ama Gezi ruhu her yanımızı sardı, tabii bu ruhu görmek ve yansımalarını anlamak isteyenler için her yeni gelişme bir yığın dersi önümüze koydu.

 

Gezi dersleri tarihin rafında tozlanmasın!

Kendiliğinden başlayan Gezi İsyanı’nın ruhu hiç cimrilik yapmadı ve üzerimizden eksik etmedi kudretini… Özellikle T. Kürdistanı’nda Kürt Ulusal Hareketi’nin 40 yıllık örgütlü mücadelesiyle birleşti ve son iki yılda geçirdiğimiz 4 seçim, Rojava Devrimi’ni boğmak isteyenler tarafından (başta TC devleti olmak üzere sonradan “imdada yetişen” emperyalist-kapitalist devletler) tecavüzcü-katliamcı çetelerin üzerine salındığı Kobanê’deki tarihsel direniş, ülkedeki Kobanê serhildanları ve son olarak da özyönetim pratiklerine dönük devlet saldırganlığıyla başlayan özsavunma pratikleri…

Kim ne derse desin Gezi ruhu biçim değiştirerek üzerimizde dolanmaya, sıradanlığı her daim parçalamaya devam etti. Bunu inkar etmek en iyimser ifadeyle iflah olmaz bir cehaletin göstergesidir. Yoksa Gezi ruhunun haziran isyan günlerindeki gibi hep devlet şiddetinin sınırlı (ki bu bile çok “görecelidir”, çünkü bu isyan günlerinde bile 10’un üzerinde insan katledilmiş, yüzlerce kişi gözünden olmuş, binlerce kişi yaralanmıştır) ve sokak muhalefetini yeni öğrenmişlerin o tatlı acemiliğini, sınırsız çeşitliliğini, mizahını göremediğimiz için mi “yok, bu ondan değil” deyip son süreçte yaşanan direniş ve katliamı sadece Kürt hareketinin sırtına yüklüyoruz?

Mücadele içerisinde bedel ödeyen Kürt halkı açısından Gezi ruhunun etkilerinin görülmemesi, bir tepkiselliğin (“Üç-beş ağaç için ayaklananlar, yüzlerce insan katledilirken nerede?”, “Kürtler, hayvanlar ve ağaçlardan bile daha değersiz mi?”) sonucu olmakla birlikte bunu anlatamamış olmak ve Gezi ruhunun kendiliğinden, örgütsüz yönünü açığa çıkarıp örgütlememiş olmak tam da devrim iddiası taşıyanların omuzlarındaki bir vebaldir. Bütün “ah biz şöyle olsak, en iyisini biz yaparız” güzellemelerini kendimize dizmek ve tüm suçu Kürt hareketinin “reformist”, “düzen içi”, “beceriksizliğine” ve “işçi sınıfına uzaklığına” yüklemek bu vebalin büyüklüğünü azaltmıyor, aksine hala kendisine misyon biçmeyenlerin devrim iddiasının zayıflamasına, var olan darlığının giderek derinleşmesine yol açmaktadır.

Devrim iddiası taşımanın yalnızca işçi sınıfının ekonomik gündemlerine yoğunlaşmak olmadığını, “işçi sınıfıyla bütünleşmek, siyasal bilinç taşımak için işçiler arasına gidilmelidir” yanıtının yeterli olmadığını Lenin açık bir şekilde ifade etmiş, “sosyal demokratların nüfusun bütün sınıfları arasına gitmek zorunda olduklarını” söylemiştir. (Ne Yapmalı, Sol Yayınları, S.100-101)

Çok açıktır ki, Gezi ruhu sadece devlete ve diğer egemen güçlere korku salıp bazı gerçekleri açık etmemiştir. Devrim iddiasını omuzlarına yüklenenler de buradan payını esaslı bir tokat olarak almış ama çok sınırlı devrimci güçler dışında bu dersi henüz sindirebilmiş değildir. Daha da kötüsü, isyanı, yaşandığı anla sınırlandırmış ve ona methiyeler düzerek tarihin rafına tozlanması için kaldırmış ve bir daha yüzüne bakmamıştır. Oysa her an bu dersler bizi peşinden sürükleyecek yeni pratiklere, isyanlara, günlerce, haftalarca ve T. Kürdistanı pratiğinde görüldüğü üzere aylarca süren direnişlere imza atmıştır.

 

Cerattepe, iflah olmaz CHP ve “sosyal-demokratlar”

Gezi ruhunun kasırga yarattığı bir başka alansa geçtiğimiz haftaya damgasını vuran Cerattepe’de Artvin halkının yaşam alanına sahip çıkma mücadelesi olmuştur. 20 senelik bir geçmişi olan Cerattepe’de yaşam alanına sahip çıkma mücadelesi 15-17 Şubat tarihlerinde iş makinelerinin yeniden çalıştırılmaya başlanmasıyla patlak verdi. İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın altın madeni işletmeciliğine karşı doğasını korumak isteyerek ayaklanan halk için “Vurun geçin” talimatı verdiği Cerattepe’de halk, devlet gerçekliğiyle karşı karşıya gelmiş ve “bu ülkede faşizm var imiş” gerçekliğine ulaşmıştır. Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan bile Cerattepe direnişçilerine “yavru Geziciler” diyerek Gezi ruhunun üzerinde yarattığı tahribata her fırsatta saldırma adetine devam etmiştir.

Devlet denilen ucube, gerektiğinde utanmadan “önüne yatarım” dediği patronlar (yolsuzluk soruşturmaları sırasında açığa çıkan bir telefon görüşmesinde İçişleri eski Bakanı Muammer Güler, kendisine soruşturma açılıp açılmadığını soran altın kaçakçısı Reza Zarrab’a “Valla böyle bir şey olursa senin önüne yatarım ya” demişti) için yine kolluk kuvvetlerini devreye sokmuş, yediden yetmişe halkın üzerine polis ve jandarmasını salmıştı. Bu kez devlet, yine bir telefon görüşmesi açığa çıkan ve burada halka küfreden Cengiz Holding sahibi Mehmet Cengiz’in “önüne yatmış” ve açıkça bu şirketin polisi ve avukatı olduğunu ilan etmiştir. Keza Cerattepe’de maden işletmesiyle tepkilerin hedefi haline gelen Cengiz İnşaat hakkındaki Meclis araştırma önergesi AKP milletvekillerin oyları ile reddedilmiş, CHP ve HDP’nin lehte kullandığı oylamada MHP çekimser kalmıştı.

Yeri gelmişken CHP’nin Cerattepe pratiğine de değinmek yerinde olacaktır. Direnişin ilk günlerinden itibaren “Cerattepe’nin CHP, CHP’nin Cerattepe” olduğunu iddia eden, çeşitli şovlarla direnişi kendi hanesine yazdırmaya çalışan CHP bu günlerde iki yönünü açık etmiştir: İflah olmaz faşist-şovenist yanı ve son tahlilde ilerici bir kesim üzerindeki direnişi sönümlendirmek için bürünmeye devam ettiği “Truva atı” rolü…

Artvin milletvekili Uğur Bayraktutan’ın sarf ettiği ve hiçbir CHP yetkilisinden tepki görmeyen “Burası ne Cizre ne Şırnak, burası bir cumhuriyet kenti olan Artvin’dir. Burada birinin burnu kanarsa hesabını ödeyemezsiniz” sözleri ile berrak bir şekilde onun faşist-şovenist yanını ortaya koyarken, Gezi’de CHP’ye ilerici paye biçmeye kalkışanlara da ders niteliğindedir. Halkın mücadeleleri arasına yapay ayrımlar koymaya çalışan bu üstün ırk şımarıklığının altında çok açıktır ki halk düşmanlığı ve “Truva atı” misyonu yatmaktadır. Yine ayni şahıs, Cerattepe’de iş makinelerinin çalıştırıldığı alanda başlayan mücadeleyi, Valilik önünde oturma eylemi başlatarak şehir merkezine çekmiş ve aslında “direnişi sahipleniyor”muş gibi yaparak alttan alta şirketin bölgeye hakimiyetini güçlendirmiştir.

Sonuç olarak Cerattepe çevre ile halkın yaşam alanlarına sahip çıkma mücadelesi ve içerisinde isyanı barındırma potansiyeli bakımından önemli dersler sundu. 1980 AFC’si sürecinde İstanbul ve Ankara’dan sonra en fazla tutuklamanın, gözaltının, kayıpların yaşandığı Artvin tarihsel isyankar kimliğini ortaya serdi bir kez daha.

Ama daha da önemlisi T. Kürdistanı’nda devletin katliamları karşısında yalnızlaştırılmaya çalışılan Kürt halkının direnişinin -dinamiklerini aynılaştırmasak da- bir başka versiyonu olmuştur Cerattepe… Mesele bunu ayrıştırmaya, bu direnişleri “üç-beş ağaç” meselesine indirgemeye (ki doğa ve hayvanlara dönük saldırıların küçümsenemeyecek kadar sömürücü sistem gerçekliğinin yansıma bulduğu gerçekliği ayrı bir yerde durmaktadır) çalışanlara karşı iddia sahibi olanların “işbaşı yapmasıdır”. Ne demiş LeninPratikte, her türlü genel demokratik sorunun ortaya atılmasında, öneminin belirtilmesinde ve çözüme bağlanmasında herkesin önüne geçme yükümlülüğünde olduğunu unutan kimse, sosyal-demokrat değildir.” (age, S.105)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu