Makaleler

ABD’nin değişen Ortadoğu politikası üzerine

ABD seçimlerinin ardından Trump’ın Ortadoğu politikasında nasıl bir yol izleyeceği henüz doktrinel olarak açıklanmış değil. Ancak tasarruflara ve açıklamalara; bunların yön verdiği uluslararası ilişkilere baktığımızda Obama döneminin politikasının terk edildiği ve ABD’nin emperyalist güvenliği ve yayılmacılığının esas alındığı, yani daha farklı bir yola girildiği görülmektedir. Özellikle 2011 yılından bu yana süren Ortadoğu’daki emperyalist savaş kendini mezhepsel bir dönüşüm ile şekillendirmiş bir iç savaşa dönüşmüş durumdadır. Bu kapsamda ortaya çıkan ve gelişerek serpilen tekfirci hareketler bölgede tahayyül ettikleri fundementalist bir İslami dönüşümü hedeflemişlerdir. Kuşkusuz bu durum ABD’den bağımsız değildir. Zira Irak işgalinin ardından ABD, bölgede mezhepsel çatışmayı kendine bir silah olarak kullanmakta ve İslami bölünmeyi kendine terörizm bahanesi haline getirerek işgaline meşruluk zemini aramaktadır.

ABD’nin bu noktada önünü açtığı bu iç savaşın bölgesel aktörlerinin başında da TC ve Suudi Arabistan gelmektedir. TC’nin halihazırda böylesi bir politikaya dahil olması ve onun omuzlayıcı aktörü haline gelmesi tarihsel köklerinden bugüne kadar bakılarak mevcut tasarruf ve heveslerinde görülmektedir. Ayrıca Suudi Krallık ise mevcut selefi dönüşüm kapsamında İran yayılmacılığına karşı Ibn Tevmiye’nin İslami doktrinlerini yaymanın derdindedir. Bu iki ülkenin mezhepsel çatışma süreçlerindeki heveslerinin ekonomik ve politik zemini söz konusudur. Ortadoğu’da sınıf mücadelesini baltalamak ve onun siyasal ve politik gelişimini engellemek amacıyla egemenler elinde bir silaha dönüştürülen din, Napoleon Bonaparte’ın deyimiyle “fakirler zenginleri öldürmesin” gibi bir amaç ile kullanılmaktadır. Bu açıdan bölgede tüm kategorik yasaları ile din sınıf mücadelesinin önüne set gibi örülmüştür.

Dinin ekonomi-politiği bölgede böylesi bir zemine oturmakta ve sınıf mücadelesi de kendini bu yönelim ve pratik içinde bulmaktadır. Bu açıdan dinin ve onunla iç içe geçmiş sınıf çelişkilerinin ayrıştırılması gerekmektedir. Zira bu durum Ortadoğu’nun “kaderini” ifade etmektedir. Dinsel ideolojiler ulusal ideolojilerle iç içe geçmiş ve özellikle de ABD bu ulusal sorunu kendinde mezhepsel bir hat içinde çatışmaya dönüştürmektedir. BOP politikasını bu mezhepsel çatışma içinde örgütleyerek ulus devletleri parçalamaya çalışmaktadır.

Suriye’de iç savaşın başlamasından bu yana bölgede asimetrik işgal güçleri olarak konumlandırılan ve semirtilen tekfirci çeteler genel olarak Türkiye ve Suudi Arabistan tarafından koordine edildi. Bu kapsamda TC’nin kontrolünde ilerleyen bu gayr-i nizami ordu özellikle Erdoğan elinde önemli bir güce dönüşmüştür. Bugün TC ve ABD arasında süregelen krizin önemli bir kısmını da bu oluşturmaktadır. Zira Erdoğan’ın elini güçlendiren mülteci yığını ve DAİŞ türevi tekfirci çeteler özellikle batı ülkeler ile arasının açılmasına neden olmuştur. ABD seçimlerinden sonra seçimleri kazanan Trump, Suriye Arap Cumhuriyetini devirmek için Müslüman Kardeşler’e destek vermek gibi bir politikayı reddettiğini belirtti. Bu durum ABD ile Türkiye arasındaki gerilimin ana hatlarını oluşturmaktadır. Zira Erdoğan Müslüman Kardeşlerin bölgedeki sembol isimlerinden ve hatta liderlerinden biri olarak öne çıkıyor.

Trump’ın 6 İslam ülkesinin vatandaşlarının ABD’ye girişini yasaklaması üzerinden başlayan bir dizi tartışmadan Müslüman Kardeşleri terör listesine almasına kadar birçok açıdan Trump’ın İslamafobisi tartışma konusudur. Bugün ABD açısından Suriye sorunu  Esad’ın varlığını sürdürmesinden değil 2011’den bu yana semirtilen tekfirci çetelerin kullanım sürelerinin tamamlanmasının bazı müttefikler için ifade edeceği kayıptan kaynaklanmaktır. Artık herkesin çok iyi bildiği gibi, bütün uluslararası konferanslarda, bütün devletler kamuoyu önünde İslamcı teröre karşı çıkmakta ama aralarından bazıları 66 yıldır bu terörü gizlice örgütlemektedir. ABD’nin müttefikleri açısından kaygı duyduğu ülkeler ise Türkiye ve Suudi Arabistan’dır. Donald Trump, Riyad konuşmasını İslam’a yönelik yaklaşımı üzerindeki belirsizlikleri ortadan kaldırmaya ve Anglosakson gizli servislerinin aracı olan cihatçılığı artık sonlandırma isteğini dile getirmeye ayırarak, kendisini dinlemek üzere bir araya gelen elliye yakın devlete kendi iradesini dayattı ve Savunma Bakanı James Mattis’in yok etme stratejisini dile getirdi.

Bu açıdan ABD ilerleyen dönemlerde kontrolünden çıkan tekfirciler ile bölgedeki müttefikleri arasında bir karar verecek ve kuşkusuz bu durum bölgedeki müttefikleri belli bir karara zorlayacaktır. Türkiye ABD görüşmesi ayrıntıları ile açığa çıkmamış olsa da bu konunun tartışıldığı ağırlık eğilimlidir. Bu açıdan bölgede ABD’nin pazarı ve karakolu konumundaki ülkeler ciddi oranda ABD’nin değişen bölgesel politikaları ile ciddi biçimde Araf krizi yaşayacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu