Makaleler

Türkiye’nin değişmeyen gerçeği; Darbe!

1960’tan beri süregelen “on yılda bir darbe” rutini yine gerçekleşti. Bu darbelerin her birinin ancak içinden geçilen sürecin iyi analiziyle doğru anlaşılabileceği ve birbiriyle hiçbir şekilde aynı tutulamayacağı açıktır. Bu gerçekliği bilerek bir genelleme yaparsak, son darbe girişiminin ve peşisıra OHAL ile birlikte yapılan darbenin öncekilerden epey farklılaştığını belirtmemiz gerekir.

1960’tan 27 Nisan 2007 muhtırasına kadar olan darbelerin/muhtıraların en temel özelliği “ulusalcı” diye nitelenen Kemalist kliğin hakim olmasıdır. 1960’ta Kemalist klik, CHP’de 2. Kamp olarak nitelenebilecek kesimin güçlenmesi karşısında darbeyi gerçekleştirmiştir. Fakat darbeden kısa süre sonra yapılan ilk seçim hariç, kendilerini temsil eden parti durumunda olan CHP’nin iktidarda parlamenter yolla tutunabilmesi mümkün olmamıştır. Kemalist klik, devlet içindeki gücünü orduya ve bürokrasiye hakim oluşundan almıştır esas olarak.

1971 Muhtırası ve 1980 darbesi, kendi içindeki dalaşlar kadar yükselen halk hareketlerine karşı gelişmiştir. TKP’nin 50 yıllık reformizm ve revizyonizmine son veren devrimci örgütlerin çıkışları, ezilenlerin yüzlerini bu hareketlere dönmesi, yaşanan ekonomik ve siyasi krizin halk hareketliliğini artırması bu dinamiklere karşı “darbe” yapılmasını getirmiştir.

Ortadoğu ülkelerinin çoğunda aynı dönem uygulanan “yeşil kuşak” projesiyle bağlantılı olarak devrimcilere karşı özellikle muhafazakar kesimlerden sivil faşistlerin devşirilmesi ve ordunun/bürokrasinin içine kendi kontrollerinde tutabileceklerini düşündükleri ölçüde siyasal İslamcıların alınmaya başlanması Kemalist iktidarın homojenliğinin değişmesinin dönüm noktalarından olmuştur.

28 Şubat ve 27 Nisan muhtıralarının Kemalist kliğin iktidarın elinden kayıp gitmekte oluşuna karşı çıkıştı. Fakat Ergenekon ve balyoz operasyonlarında görüldüğü gibi çanlar artık onlar için çalıyordu. Erdoğan’ın temsil ettiği kliğin 2000’lerden sonra Gülencilerle yaptığı ittifakın önemli bir başarısı idi Kemalistlere vurulan bu darbe! Elbette ki Türkiye’nin ABD ve NATO ile olan ilişkileri bütün bu gelişmeleri anlamak için salt görünen iç dengelere bakmayı yetersiz kılar. 1990’lı yıllarda sürdürülen kanlı savaşa rağmen Kürt sorununun çözülememesi, ortaya çıkan Güney Kürdistan gerçeğinin mevcut Kemalist komitanlar tarafından reddedilmesi, Rusya ve Çin ile silah ticareti vs. için görüşmeler yapılması Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının ABD’nin desteği ile gerçekleştirilmesini sağlamıştı. Zaten Gülen Cemaati ilk kurulduğu günden bugüne ABD’nin desteğini almıştır. Yapılan bu operasyonlarla parlamentoda hiçbir zaman hakim olamayan Kemalist klik, ordu ve bürokraside de zayıflatılmıştı. Onların yerini Gülen Cemaati’nin kadrolarının yanı sıra öncellerinden farklı olarak yüzlerini hiç Rusya’ya, Çin’e dönmeyen ABD/NATO yörüngesinden çıkmayan kadrolar aldı.

15 Temmuz’da darbeyi kim yaptı?     

Gülen Cemaati’nin devlet içindeki örgütlenme tarzı yıllardır “deşifre” olmuş durumdadır. Deşifre kelimesini tırnak içinde kullanıyoruz. Çünkü bu her zaman hükümetlerin/iktidarın bilgisi dahilinde olmuştur. Yukarıda değindiğimiz gibi bu örgütlenme kontrol altında tutulmaya çalışılmışsa da AKP’nin iktidar ortağı olduğu 2002’den sonra durum hızla değişmiştir. Güçlenip/palazlanan her klik gibi iktidarın tam hakimi olmak için tüm çelişkileri/olanakları sonuna kadar kullanmıştır. Cemaatin mevcut yönetimlerle belirgin bir çelişkisi olmamıştır. 1980 darbesine destek vermişler, Özal’dan Erdoğan’a tüm siyasetçilerle ilişki içinde olmuşlardır. Ayrıca ABD ile uyumlu politikaları savunmuşlardır. AKP ile aralarının açılmaya başladığı “Mavi Marmara” olayındaki tutumları bunun en açık örneğidir. Kürt ulusal hareketiyle gerçekleştirilen Oslo görüşmelerini de Cemaat sızdırmıştır. 2011 yılı genel seçimlerinde iktidarını sağlamlaştırmak için yardım etmiş oldukları Erdoğan’dan T. Kürdistanı’ndaki vekilliklerin önemli bir kısmını istedikleri ve bunun reddedildiği bilinir. Kürt sorununda o dönem Öcalan ile yapılan görüşmelere karşı çıkmışlardır. Erdoğancı klik Gülencilerle bu çelişkileri yaşarken diğer taraftan Ortadoğu politikalarında ABD ile devamlı gerilim yaşıyordu. Mısır’da, Suriye’de ve PYD’nin durumu konusunda sürekli sorunlar ortaya çıkmıştır. ABD’nin Ortadoğu’daki sacayaklarından olan İsrail’le ilişkilerin kopmuş olmasını da bunlara ekleyince son birkaç yıldır “darbe” konusu gündemden düşmemeye başladı.

Aslında Davutoğlu’nun tasfiyesinden sonra atılan adımlar, Erdoğan’ın düşman cephesini daraltma girişimleri idi. Ama son zamanlarda çokça kullanılan ifadeyle belirtmek gerekirse “darbe mekaniği” artık işlemeye başlamıştı. Durdurmak mümkün olmayacaksa da harekete geçildiği anda “karşı darbe” mekaniğini devreye sokmak mümkündü. Nitekim Erdoğan da bunu polis örgütünü güçlendirerek, SADAT ve Osmanlı Ocaklarını kurdurarak ve ulusalcıların bir kısmını (Perinçekçiler ve Ergenekon/Balyoz) yanına çekerek yaptı.

12eylül22Şunu vurgulamak gerekir ki; darbe girişiminde Gülencilerin yanı sıra Erdoğan’la anlaşamayan ulusalcılar da vardı. Yani Gülen ve ulusalcı ittifakıyla darbe yapılmaya çalışıldı. Bunlar, Ergenekon/Balyoz’da tasfiye olanların yerine getirilen, ABD/NATO bağı üçlü olan ve T. Kürdistanı’ndaki savaşta başrol oynayan komutanlardı. Roboski katliamı döneminde Hava Kuvvetleri komitanı olan Akın Öztürk’ten, Cizre katliamı sorumlularından Huduti’ye bütün savaş suçluları bu ittifakın içinde yer almışlardır. Erdoğan’ın bu suçları ilerleyen dönemde gelişebilecek duruma göre tıpkı Rus uçağının düşürülmesinde olduğu gibi bu komutanlara yıkması olasıdır.

15 Temmuz’da Gülen Cemaati ve ulusalcıların bir kesimi ile girişilen darbe girişimi savuşturulmuş görünmektedir. “Karşı Darbe” şimdilik başarılı olmuştur. Şimdi “galip” olanın darbesi yaşanmaktadır. İlk yaptıkları OHAL ilan etmek olmuştur. Parlamentonun salt peçe işlevine sahip olduğu tekrar görülmüştür. Kürt ulusal hareketinin önderi Abdullah Öcalan’a uyguladıkları tecriti yasallaştırmaları ve HDP’nni yok sayılması Kürt sorununa yaklaşımın ne olacağını göstermiştir. Çıkarılan KHK ile Gülen Cemaatinin sermayesine el konulması sağlanmıştır. Ayrıca tutsaklara yönelik baskılar artmıştır.

Bir kez daha faaliyetin esas yönünün ne olması gerektiği görülmüştür.

   

    

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu