GüncelMakaleler

ANALİZ | AYM’nin Oyundışı Bırakılmak İstenmesi Neyin Göstergesi?

"AYM ve yerel mahkemeler arasındaki çatışmalı hal, AYM’nin aldığı kararları yerel mahkemelerin tanımaması AYM’ye daha ilerici bir rol biçilmesi gibi bir görüngü yaratıyor bugün"

AYM ile yerel mahkemeler arasındaki karar ayrılıkları CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun yeniden yargılanması meselesi üzerinden devam ederken MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 30 Eylül 2020 tarihinde yaptığı açıklama ile Anayasa Mahkemesi’nin yeni hükümet sistemine uygun bir şekilde yapılandırılması gerektiğine dair açıklamalarda bulundu.

AKP açısından “sancılı” açıklamaları yapmayı görev edinen, mevcut siyasal ve ekonomik krizin girdabındaki TC devletinin kendi yapısal dönüşümünü sağlayarak krizine çare bulmasındaki adımlarının sözcülüğünü üstlenen Bahçeli’nin açıklamaları elbetteki AKP tarafından zaman geçmeden desteklendi.

Bahçeli’nin açıklamalarıAKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan tarafından “İnşallah”, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül tarafından ise, “Türk milleti adına karar veren yargı Türk milletine sırtını dönemez. Yargının ‘pardon’ deme lüksü yoktur” sözleriyle desteklendi.

Boşu doluya, doluyu boşa koysalarda krizden tümden çıkış yolunu yaratamayanlar, gün geçtikçe siyasal ve ekonomik krizin derinleşmesini takiben yönetme kriziyle başbaşa kalanların çözüm arayışlarının yargıdaki bir adımı olarak AYM’nin lağvedilmesi tartışması önümüzdeki günlerde hayat bulacak gibi.

Bahçeli’nin 1960 darbesinin bütün izlerinin ortadan kaldırıldığı bir dönemde Anayasa Mahkemesi’nin de tüm unsurlarıyla beraber tekrar incelenmesi gerektiği yönlü açıklamasında şu ifadeler yer alıyor: “Anayasa Mahkemesi yeni hükümet sisteminin doğasına uygun şekilde yeni baştan yapılandırılmalıdır”, “Parlamenter sistemin oluşturduğu kurumların Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne fonksiyonel açıdan müzahir noktaya taşınması zarurettir”, “Yeni hükümet sistemi, parlamenter sistemin bütün kamburlarından, bütün bağlarından, bütün engellerinden ayıklanmalı, arındırılmalıdır.

 

Şekilden şekile giren AYM

CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun yeniden yargılanması yönündeki kararı ile yerel mahkemelerle çatışan AYM’nin bugün bu şekilde gündeme gelmesi, AKP-MHP ittifakının AYM’nin lağvedilmesi yönlü adımlarının taşıdığı anlama geçmeden önce Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşu ve hangi ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktığını incelemekte fayda var.

Bahçeli’nin de dile getirdiği 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin ardından kurulan AYM, TC Devleti’nin dönemindeki sözde demokratikleşme adımlarının bir ürünüydü.

Devlet içerisindeki klik dalaşının bir sonucu olarak 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin ardından “demokratikleşme” adımlarının taşıdığı diğer anlam ise elbetteki dünyadaki devrimci durumun yükselişi ile alakalıydı. SSCB ve Çin Halk Cumhuriyeti ile beraber birçok ülkede devrimci durumun yükselişi, bu yükselişi absorbe etmek için burjuvazi tarafından arayışlara yol açarken “sözde” demokratikleşme adımları da bunun bir parçasıydı. Nitekim TC devleti de bunun bir parçası olarak 1960 Darbesi ile temel hak ve özgürlüklere dair kısmi “rahatlamalar” yaratarak kendi bekasını garanti altına almak anlamında adımlar atıyordu.

Toplumsal muhalefeti kendi himayesi altına almak, kendi varlığına tehdit halinden çıkarmak için dünyadaki ve ülkedeki siyasal sürecin akışına göre politikalarını yönlendiren TC devletinin o döneme uygun olarak izleyebileceği yol faşizmini görünmezleştirmesinden geçiyordu. Anayasa Mahkemesi de tam da böylesi bir süreçte kurulmuş oldu. Sözde demokratikleşme hamlelerini takiben kurulan AYM, yargının bağımsızlığını güvence altına alıyordu yine sözde olarak. TC devletinin bir “hukuk devleti” olmasının adımı olarak lanse ediliyordu.

Yine Türkiye ve dünyadaki gelişmelere bağlı olarak 1980 Askeri Darbesi’nin ardından AYM’nin görevleri daraltıldı. Artık demokratikleşme görüngüsüne ihtiyaç duyulmuyor; TC devleti faşist karakterini alenen ortaya koymaktan çekinmiyordu bu süreçte. Toplumsal muhalefet ve devrimci hareketler bastırılmaya ve yok edilmeye, neoliberal politikalar tüm dünyada olduğu üzere Türkiye’de de yaşam buldurulmaya çalışılıyordu. Bunun bir parçası olarak sözde demokratikleşme görüntüsüne mahal verilmiyordu ve AYM de buna uygun olarak görevleri daraltılarak yoluna devam ettirildi.

2010 ve 2017 Anayasa Değişikliği Referandumları da bu bağlamda ele alınmalıdır. 2010’da, “çözüm süreci”nin hemen öncesinde AYM’ye bireysel başvuru kapılarını açan TC devleti yine faşizmini maske altına alıp gizlemeye çabalarken 2017’de tekrar bu ihtiyaçtan sıyrılarak AYM’ye direkt müdahalenin kapılarını aralamak adına adımlar atmıştır. Yani AYM, yargının sözde bağımsızlığının bir parçası olmaktan ziyade TC devletinin son 50 yılındaki siyasal gelişmelerine bağlı olarak şekil almıştır.

 

Sistem ayağını bağlayan her şeyden kurtulmaya çalışırken…

Bugün açısından da AYM’nin lağvedilmesi tartışmasının açılması bu bağlamda sürpriz değildir. Bildiğimiz üzere içerisinden geçtiğimiz süreç, sömürücü, erkek egemen ve heteroseksist sistemin içerisinde olduğu kriz ile bağlantılı olarak onun aracı olan devletlerin politikalarını sertleştirdiği bir süreçten geçiyoruz.

Pandemi maskesi altında tüm dünya ülkelerinde ezilenlenlerin kazanımlarına bir bir el konulması bunun bir parçasıyken yaşanılan krizin toplumsal muhalefette biriktirdiği öfkenin açığa çıkmasından duyulan korku direkt sindirme ve yok etme politikaları ile hayata kavuşuyor. Bu anlamda yaşadığımız topraklarda da devletin faşist karakterini gizlemeye ihtiyaç duymadığı, toplumsal muhalefeti absorbe etmek için kendi yarattığı alanları yine kendi eliyle kapattığı bir süreçteyiz.

TC devleti “hukuk devleti”, yargının bağımsızlığı gibi safsatalarına bugün ihtiyaç duymuyor. Çünkü kendi varlığının devamı için ihtiyacını karşılamıyor! AYM ve yerel mahkemeler arasındaki çatışmalı hal, AYM’nin aldığı kararları yerel mahkemelerin tanımaması AYM’ye daha ilerici bir rol biçilmesi gibi bir görüngü yaratıyor bugün. Ancak mevzubahis kurumun parçası olduğu yer, yani TC devletinin bu kurumu ekarte etme gündeminin bir parçası bu durumdur.

Adalet denilen olgunun faşist devlet sınırlarında hiçbir anlam ifade etmediği açıkken bu anlamsızlığı gizlemeden saklamadan yaşamsallaştırma çabası var bugün. Çünkü halkın biriken öfkesinin açığa çıkmasından duyulan korku bunu gerektiriyor! Siyasal ve ekonomik krizin bir parçası olarak yönetme krizine derman arayan TC devleti ve onun bugünkü görünen yüzlerinden AKP-MHP ittifakı yargıyı tek elde toplayarak kendisi için işlevsizleşen araçlarını oyun dışı bırakmaya çalışıyor.

Diğer yandan toplumsal muhalefetin biriken öfkesinin bu oyunlarla, faşizmin yaşamın en “olağan” olgusu haline getirilmesiyle bastırılamayacağı ise açık.

Bugün Polonya’da kadınların kürtaj yasasına karşı meydanları doldurması, Türkiye’de Somalı işçilerin direnişi, Ordu’da halkın doğasına sahip çıkması ve daha benzeri nice örnek bize bunu gösteriyor. Devlet kendi yarattığı alanları diskalifiye ede dursun, ezilenlerin mücadelesi bu alanlardan beklentinin sıfıra indirgendiğini zaten gösteriyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu