GüncelMakaleler

ANALİZ | Paris Komünü Üzerine- Eşitlik Üzerine (3/3)

"Maoizm savunulmadan Marksizm Leninizm savunulamayacağı gerçeği, kendisini Demokratik Halk İktidarları ve Proletarya diktatörlükleri altında da sınıf mücadelesinin bütün yakıcılığıyla sürdürülmesi gerekliliğinde gösterir"

Felsefenin temel meselelerinden eşitlik kavramını irdeleyen Engels, Anti Dühring adlı eserinde bir adaya düşen iki insan arasındaki ilişkinin muhtemel seyri üzerinden çıkarsamalar yapar ve en nihayetinde birinin diğerine zaman içerisinde daha zeki, daha öngörülü, daha üstün olduğunu “doğal” yollarla kabul ettirebileceğini ve gerçek anlamda köleliğin kişinin iradesini özgürce sunmasıyla ortaya çıkabileceğini gösterir.

İki istencin tam eşitliğinin varlığını ancak bu iki istenç hiçbir şey istemedikleri sürece sürdürdüğünü; insan istençleri olarak insan istençleri olmaktan çıkar ve gerçek bireysel istençler, gerçek iki insanın istençleri durumuna dönüşür dönüşmez, eşitliğin de ortadan kalktığını ve bir yandan çocukluk, delilik, sözde hayvanlık, sözde boşinan, sözde önyargı, sözde yeteneksizliğin, öte yandan insanlığın doğruluk ve bilimin kavranmasına yatkınlık savının, yani iki istencin ve onlara eşlik eden zekaların niteliğindeki tüm farkın egemenlik altına almaya değin gidebilen bir eşitsizliği doğruladığını yeterince gördük.” (F. Engels, Anti Dühring, Sol Yayınları, s .98)

Eşitlik fikri insanın soyut düşünme becerilerinin gelişmeye başladığı çok eski zamanlara kadar gider. Genel olarak insanın öz itibariyle bir diğeri ile aynı türe ait olması, ortak fiziksel özelliklere sahip olması vb. bir insanın diğeri ile diğer bakımlardan da eşit olması gerektiği inancını doğurur. Bugün anladığımız anlamdaki toplumsal eşitlik kavramı ise bireylerin birbirleri ile eşitlik ilişkisine sahip olmaları düşüncesinden çok ekonomik, siyasal, toplumsal olarak insanların eşit olması gerektiği fikrine dayanır.

Bütün insanların insan olarak ortak bir şeye sahip bulundukları ve bu ortak şey ölçüsünde eşit oldukları fikri, kuşkusuz dünya kadar eski bir fikirdir. Ama modern eşitlik istemi bundan adamakıllı farklıdır; istem, daha çok, bu insan olma ortak niteliğinden, insanların bu insan olarak eşitliğinden, bütün insanların, ya da en azından bir devletin bütün yurttaşlarının, bir toplumun bütün üyelerinin eşit bir siyasal ve toplumsal değere sahip olma hakkının çıkarılmasına dayanır.” (F. Engels, age, s. 98)

İşçi sınıfının emeğinin sömürüden kurtuluşu mücadelesi açısından da eşitlik önemli bir kavramdır ve eşitlik Engels’in yukarda tarif ettiği şekliyle üretim-tüketim, siyasal ve toplumsal hak ve ödevler alanlarında mutlak eşitliğin sağlanması anlamına gelir. Böylesi mutlak bir eşitlik durumunun yaratılması bunun önündeki tüm engellerin ortadan kaldırılıp sınıfsız-sömürüsüz bir toplumun kurulmasına bağlıdır.

‘İki insan ve onların istençlerinin birbirlerine tamamen eşit oldukları ve ikisinden hiçbirinin ötekine verecek hiçbir buyruğu olmadığı temel belitini saptamak için herhangi iki insandan hiçbir zaman yararlanamayız.

Bunların tüm gerçeklikten, yeryüzünde varolan bütün ulusal, ekonomik, siyasal ve dinsel ilişkilerden, bütün cinsel ve kişisel özelliklerden, geriye her ikisinden de yalın insan kavramından başka bir şey kalmayacak denli kurtulmuş iki insan olması gerek: Ancak o zaman “tamamen eşit” olurlar’ (F. Engels, age, s. 101, bold bn.)

Kapitalist toplumda en temelde insan emeği üzerindeki sömürü ilişkileri, bu toplumda toplumun bütün üyeleri arasında gerçek anlamda bir eşitlik ilişkisi kurulmasını engeller. Biriktirilmiş işçi artı-emeğine sahip sermayedar ile işçilerin eşit olabilmesinin koşulu olmadığı gibi işçi emeğinin artan oranda sömürüsünü sağlamak üzere sermayedar tarafından bilinçli olarak kullanılan milliyet, ırk, cinsiyet, din, inanç vb. ayrımlar da gerçek bir eşitlik ilişkisi kurulmasını engeller.

İşçi emeğinin kapitalist tarzda sömürüsüne son vermeden toplumun tüm üyeleri arasında ya da bir bölümü arasında milliyet, ırk, cinsiyet vb. ayrımlara son verilerek herhangi bir grubun üstünlüğü yerine koşulsuz eşitliği geçirebileceğine inanmak Marksist toplum ve devrim teorisinin inkarıdır. Bu türden boş inançların en nihayetinde gelip varacakları yer; kapitalist sistemin restore edilmesi fikri ve bunun sonucunda da kapitalist sömürü sisteminin çok daha uzun yaşamasını sağlamaktan öteye geçmeyecektir.

Toplumdaki eşitsizliklere karşı mücadelenin ana eksenini kapitalist sömürü ilişkilerine yani kapitalist sisteme son vermek amacı oluşturmadığı takdirde bütün eşitlik mücadeleleri aslında, eşitlik -zorunluluk- tahakküm ilişkilerini sınıfsal ve tarihsel bağlamından koparmak anlamına geldiğinden, gerçek bir çözüm sunabilme kapasitesinden yoksundur.

Eşitlik istemi proletaryanın ağzında böylece ikili bir anlam taşır. Bu istem ya –ve özellikle ilk başta, örneğin Köylüler savaşında durum budur– apaçık toplumsal eşitsizliklere karşı zengin ile yoksul, efendi ile köle, har vurup harman savuranlar ile açlık çekenler arasındaki karşıtlığa karşı kendiliğinden bir tepkidir; böyle bir tepki olarak o, yalnızca devrimci içgüdünün dışavurumudur ve doğrulanmasını da burada –yalnızca burada– bulur. Ya da burjuva eşitlik istemine karşı, bu istemden az çok doğru ve daha ileri giden istemler çıkaran tepkiden doğmuş bulunan bu istem, işçileri kapitalistlere karşı, kapitalistlerin kendi savları yardımıyla ayaklandırmak için bir ajitasyon aracı hizmeti görür ve bu durumda bu istem, burjuva eşitliğin kendisiyle ayakta durur ve onunla birlikte yıkılır. Her iki durumda da proleter eşitlik isteminin gerçek içeriği, sınıfların kaldırılması istemidir. Bundan öte her eşitlik istemi, zorunlu olarak saçmadır.”    (F. Engels, age, s. 101, bold bn.)

Fransız Devrimi sonrasında Fransız burjuvazisinin ortaya attığı vatandaşlık ilişkisi ile ilintili olan eşitlik anlayışı, Paris işçi ve emekçileri tarafından sömürü ilişkilerinin ortadan kaldırıldığı gerçek bir eşitlik talebiyle yanıtlanmış; işçiler kapitalist sömürü ilişkileri yerine işçi – halk komitelerinin toplumsal ve ekonomik eşitlik uygulamalarını hayata geçirmişlerdir.

“Proleterler, burjuvazinin eşitlik önerisini hemen benimserler: Ancak eşitlik yalnızca görünüşte, yalnızca devlet alanında değil, ekonomik ve toplumsal alanda da gerçek olarak kurulmalıdır. Ve özellikle Fransız burjuvazisinin Büyük devrimden başlayarak yurttaş eşitliğini birinci plana koymasından sonra Fransız proletaryası, ekonomik ve toplumsal eşitlik isteyerek, ona hemen yanıt verdi; eşitlik, Fransız proletaryasının özel savaş çığlığı durumuna geldi.” (F. Engels, age, s. 101)

O halde; eşitlik sorunsalının çözümü yani öz olarak aynı türe ait insanların aynı toplum içinde ya da genel olarak tüm dünyada birbirleri ile gerçek anlamda, ulus, ırk, cinsiyet, din, inançtan bağımsız; eşit olabilmeleri öncelikle bütün eşitsizlikleri ortaya çıkaran sömürüye dayalı sınıf ilişkilerinin ortadan kaldırılmasına bağlıdır.

Sosyalizmde herkes için eşitlik mümkün mü?

Paris Komünü modern anlamdaki eşitlik fikrinin hayata geçirilmesinin ilk örneğini oluşturmaktadır. Komün deneyiminden çıkarılan dersler ışığında inşa edilen Sovyetler ve Çin deneyimleri de proletarya diktatörlüğü uygulamalarının başka biçimleridir ve eşitlik kavramını hayata geçirmenin aracı olmuşlardır. Elbette ki; tıpkı en ileri burjuva demokrasisinin dahi işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde burjuvazinin bir diktatörlüğü olmaktan başka anlam taşımadığı gibi proletarya diktatörlüğü de işçi sınıfı ve emekçiler için demokrasi anlamına gelirken, burjuvazi ve destekçileri için diktatörlük anlamına gelmektedir.

Proletarya diktatörlüklerine gereksinim duyulmaktadır çünkü yenilen burjuvazi ve destekçileri işçi sınıfı iktidarına son vererek kapitalist üretim ilişkilerini yeniden canlandırmak isteyecektir. Mao’nun sosyalizmde sınıfların varlığından hareketle, bu olguyu felsefedeki karşıtların birliği ilkesi ile birlikte yorumlaması ve zamanla sosyalist toplumdaki burjuvazinin yeniden iktidarı ele geçirebileceği tezi ne yazık ki 20. yy’da gerçekleşen bir dizi devrimden sonra tesis edilen işçi sınıfı ve emekçi halk iktidarlarının, yeniden güçlenen burjuvazinin içeriden ve dışardan çabaları sonucunda yıkılması deneyimi ile pratikte doğrulanmıştır.

Proletarya diktatörlüğü işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin, insanlık tarihinin çok eski zamanlarındakine yakınlaşır tarzda ama modern üretim ilişkileri ve toplumsal yaşam koşulları içerisinde, eşitlik ilişkilerini yeniden tesis etmelerini sağlamıştır. Bu sayededir ki; Engels’in ezilenlerin en ezileni, Lenin’in o kurtulmadan gerçek kurtuluş olmayacağı, Mao’nun göğün yarısı olarak tarif ettiği kadınlar başta olmak üzere, sosyalizm öncesi toplumlarda yoğunlaşmış eşitsizlik ilişkilerine maruz kalan toplum gruplarının diğerleri ile eşitlik ilişkisi kurabilmesi sağlanmıştır.

Paris Komünü’nde Komün üyeleri işçiler olsa da Komün’e öncülük eden sosyalizm, sosyal eşitlik fikirlerinden esinlenen anarşizm idi ve bu nedenle kadının Komün’de eşitlik elde edebilmesi söz konusu olmamıştı. Ancak komünistlerin önderlik ettiği Sovyet ve Çin deneyimlerinde ise kadının ekonomik, toplumsal, siyasal olarak erkeklerle tam eşitliği için son derece önemli gelişmeler sağlanmıştır. Ev içi emeğin toplumsallaştırılması, kadının çalışma yaşamında giderek artan oranda katılımı (1940’lara gelindiğinde çalışan nüfusun yarısı kadınlardan oluşmaktaydı), politik olarak yetkinleşmiş kadınların kadın özgürlüğü mücadelesi ve sosyalizmin inşasında aktif rol oynamaları bunun sonucudur.

Sovyet ve ardından Çin deneyimlerinde kadın özgürlüğü ve erkeklerle hak eşitliği pratiklerine bugüne kadar dünyada herhangi bir burjuva demokrasisinde rastlanılmış değildir. Rastlanması olası da değildir; zira kapitalizm temel prensip olarak kâr maksimizasyonu ilkesine göre işleyen bir sistemdir ve işçi emeğini kadın, çocuk, siyah, beyaz, Arap, Boşnak, Kürt, Alevi, Sünni vs. olarak bölmek işçi emek piyasasını ucuzlatmanın bir yöntemidir. Dolayısıyla en ileri burjuva demokrasisi de olsa, kapitalistin kâr maksimizasyonunu sağlamakla görevli kapitalist devlet, görünürdeki demokratik yasaların aksine gerçek hayatta işçi emeğini böler ve bu bölünmeyi kültürel, ideolojik olarak da kalıcı hale getirmek ister.

Sovyet deneyimi ve Çin deneyiminde ortaya çıkan proletaryanın diktatörlüğü işçi ve emekçi kitlelere o güne değin sahip olamadıkları haklar sağlamıştır.  Proletarya diktatörlüğünü “demokrasi” perspektifinden eleştiren Kautsky’i “Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky” isimli broşüründe eleştiren Lenin, işçilerin ve emekçilerin Sovyet iktidarında elde ettikleri demokratik olanakları şöyle anlatır;

En demokratik burjuva ülkeler arasında, sıradan işçinin, ortalama işçinin, ortalama tarım ücretlisi ya da genel olarak kırlar yarı-proleterinin (yani ezilen yığının, nüfusun büyük çoğunluğunun temsilcilerinin), aşağı yukarı da olsa, en iyi yerlerde Sovyet Rusya’daki denli büyük bir toplantı düzenleme özgürlüğünden, düşüncelerini açıklamak, çıkarlarını savunmak için o denli büyük bir geniş basımevlerine ve en iyi kağıt stoklarına sahip olma özgürlüğünden, devleti yönetmeye ve ‘uygun yasalar koyma’ya kendi sınıfından adamları o denli büyük bir çağırma özgürlüğünden yararlandığı bir tek ülke var mıdır dünyada?” (V.I. Lenin, Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky, s.12)

İşçi emekçi kitleler için daha önce benzeri görülmemiş demokratik olanakların ortaya çıkarıldığı proletarya diktatörlüğü elbette burjuvazi açısından bir diktatörlük anlamına geliyordu ve sınıflı toplumlar var olduğu sürece “arı demokrasi”nin tesis edilemeyeceği gerçeğinden ayrı bir yerde durmuyordu.

Mantık ve tarih ile alay etmedikçe, ayrı ayrı sınıflar varolduğu sürece ‘arı demokrasi’den değil, ama yalnızca sınıfsal demokrasiden söz edilebileceği açıktır (‘arı demokrasi’nin yalnızca ne sınıflar savaşımından ne de devletin niteliğinden herhangi bir şey anlayan bilisiz bir formül olmakla kalmadığını, ama bomboş bir formül de olduğunu söyleyelim ayraç içinde, çünkü komünist toplumda, dönüşmüş ve bir alışkanlık durumuna gelmiş demokrasi sönecek, ama hiçbir zaman ‘arı’ bir demokrasi olmayacaktır). ‘Arı demokrasi’, işçileri aldatmaya çalışan liberalin uydurma bir sözünden başka bir şey değildir. Tarih, feodalitenin yerini alan burjuva demokrasi ile, burjuva demokrasinin yerini alan proleter demokrasiyi bilir.” (Lenin, age, s. 9)

Eşitlik ilkesinin gerçek anlamıyla hayata geçirilebilmesi için başta Engels’ten yaptığımız alıntıda da gösterildiği gibi sınıfların ortadan kaldırılmadığı bir toplumda, bu toplum ister kapitalist ister ise sosyalist olsun, mutlak eşitlik ilişkisi bulmak olası değildir. Şüphesiz işçi sınıfı ve emekçilerin eski toplumun sömüren hakim sınıfları olan burjuvaziye karşı hakim durumda oldukları proletarya diktatörlüğü ile azınlığın diktatörlüğü olan kapitalist-burjuva demokrasisi arasındaki fark eşitliğin toplumsal olarak yaygınlığı ya da bir gruba aitliği arasındaki farkı oluşturur.

Proletarya diktatörlüğünde eşitlik ne kadar toplumsal ise burjuva diktatörlüğünde o denli sınırlı bir gruba aittir. Burjuva demokrasisinde toplum, ekonomi, siyaset alanlarında toplum gruplarından herhangi birine ilişkin (örneğin kadın, çocuk ya da genel olarak işçiler) mevcut yasalar derin tarihsel köklere sahip sömürü ilişkilerinin üzerini örtmekten başka anlama gelmez.

Bu arada yeri gelmişken İbrahim Kaypakkaya’nın meseleye dair görüşlerini de aktaralım. Kaypakkaya Şafak Revizyonistleriyle polemiğinde sosyalizmde “sömürü” kavramını tartışır ve şu görüşü ileriye sürer:

“Halkımızın ‘sömürüden’ kurtulmasının sosyalizmle gerçekleşeceği doğrudur. Demokratik halk iktidarı döneminde, milli burjuvazi ve onun mülkiyeti mevcut olacağına göre sömürü de, aşırı ölçülere varmamakla beraber mevcut olacaktır. Hatta küçük üretimin mevcudiyeti bile, belli ölçülerde sömürünün mevcudiyeti demektir. Bu nedenle, proletarya iktidarı altında da, üretim araçlarının kolektif mülkiyete dönüştürülmesi tamamlanamadığı müddetçe, sömürü kısmen devam edecektir. Her alanda üretim araçlarının kolektif mülkiyeti gerçekleştikten sonra, artık sömürüden söz edilemez. Artık, sosyalizmin evrensel parolası, ‘herkesten gücüne göre herkese emeğine göre!’ parolası bir gerçek haline gelmiştir. Sömürünün kaynağı olan, üretim araçlarının bir grup insanın elinde olması sona ermiş, bunlar, toplumun ortak mülkü haline getirilmiştir. Sömürünün kaynağı kurutulmuştur.” (İK, Bütün Eserleri, Nisan Yayımcılık)

Proletarya diktatörlüklerinin yenilgisini nasıl ele almalıyız?

En başta eşitlik sorunsalını ele alırken Engels’ten aktardığımız notlarda, eşitlik olgusunun kişilerin iyi niyetli ve özgür istençlerine bırakılamayacağını, gerçek anlamda eşitsizliği doğuran bütün koşullar ortadan kaldırılmadan özgür istencin köleliğin gönüllü kabulü anlamına geleceğini aktarmıştık.

Bundan dolayıdır ki; eşitliğin insanlığın geleceğinde mutlak olarak hakim hale gelebilmesi kimsenin kişisel iyi niyetine, alicenaplığına güvenilmeden; bir dizi kural ve yaptırımlar, bir dizi yasak ve özgürlükler, bir dizi serbestlik ve zorunluluklar anlamına gelen Proletarya diktatörlüğünü gerekli kılar. Proletarya diktatörlükleri yenilen burjuvazi tekrar eski gücüne kavuşup, yeni işçi iktidarını alaşağı edemesin diye zorunlu bir aşama olarak var olmuştur ve gelecekte de devrimler sonrası zorunlu olarak var olacaktır.

Herhangi bir tarihsel anda ve coğrafyada işçi sınıfının emeğinin sömürüden kurtuluşu için gerçekleştirilen bir devrimin hemen takip eden günlerinde büyük bir çelişki belirir; eski toplumun yüzlerce yıllık gelenek ve alışkanlıklarına sahip kitleler ile yeni toplumu temsil eden işçi sınıfı iktidarı arasındaki çelişki.

Nasıl ki kapitalizmin temel çelişkisi; emek-sermaye arasındaki çelişki, yalnızca işçi sınıfının gerçek anlamda devrimci olabileceği gerçeğini bir toplumsal devrim için olduğu kadar o toplumsal devrim sonrasındaki proletarya diktatörlüğünü ayakta tutmak için de gerçek kılar. İşte bundan dolayıdır ki; Paris Komünü’ne son ana dek sahip çıkan yalnızca işçilerdi. Bundan dolayı Sovyet iktidarını beyaz orduya, Nazi faşizmine ve emperyalist saldırganlığa karşı koruyan işçilerdi. Beyaz orduya ve parti içerisinde ortaya çıkan revizyonist, burjuva ideolojilerine karşı Çin’de halk iktidarını koruyan işçilerdi.

Kapitalist sistemin alt edilmesi ile burjuvazi gücünü kaybeder ama onun uluslararası ilişkileri, başka emperyalist-kapitalist güçlerden alacağı yardımla kaybettiği gücüne yeniden kavuşmasını sağlar. Bunu engellemek, sosyalizmden komünizme gidilecek “belki bin yıllık” süreçte ancak ve ancak proletarya diktatörlüğü ile mümkündür.

“Kapitalizmden komünizme geçiş, koca bir tarihsel dönemdir. Bu dönem tamamlanmadıkça, sömürücüler bir geriye dönme umudunu, geriye dönme girişimlerine dönüşen bir umudu kaçınılmaz olarak korurlar. Bir ilk ağır yenilginin ardından, devrilmeyi hiç beklemeyen, buna hiç inanmayan ve bunun fikrini bile kabul etmeyen sömürücüler, öylesine tatlı bir yaşam süren ve şimdi ‘aşağılık halkın yıkım ve sefalete (ya da ‘aşağılık’ çalışmaya…) mahkum ettiği aileleri bakımından yitirilmiş bulunan ‘cennet’i yeniden ele geçirmek için, on kat artmış bir güç, zorlu bir öfke; yüz kat artmış bir düşmanlık ile savaşa atılırlar.

Ve sömürücü kapitalistlerin arkasında da, -bütün ülkelerin onlarca tarihsel deneyler yılının gösterdiği gibi- duraksayan ve sallanan, bugün proletaryayı izleyen ve yarın, devrimin güçlüklerinden gözü yılacak, işçilerin ilk bozgun ya da yarı yenilgilerinden korkuya kapılan, şaşkına dönen, durmadan gidip gelen, sızlanan… tıpkı bizim menşevik ve devrimci-sosyalistlerimiz gibi bir kamptan öbürüne koşan geniş küçük burjuva yığını vardır. Ve bu durum karşısında, tarihin yüzlerce ve binlerce yıllık ayrıcalıkların varlığı ya da yokluğu sorununu gündeme koyduğu zorlu, acı bir savaş döneminde, çoğunluk ve azınlık, arı demokrasi, diktatörlüğün yararsızlığı, sömürülen ile sömürücüler arasındaki eşitlik üzerine açıklamalar yapılıyor! Buraya değin gitmek için ne büyük bir alıklık kuyusu, ne derin bir hamkafalık uçurumu gerek!” (Lenin, age, s. 15)

Yeni Kautskycilerin iddia ettikleri gibi sosyalizm deneyimleri “proletarya diktatörlüklerine başvurdukları için” değil; proletarya diktatörlüğünü uygulama biçimlerine ilişkin özgül sorunlar nedeniyle son bulmuştur. Sosyalizmin kapitalizme karşı zaferi proletarya diktatörlüğünün burjuvazi için gerçek bir diktatörlük olduğu kadar işçi ve emekçiler için de gerçek bir demokrasi olmasına sıkı sıkıya bağlıdır. Kimi tarihsel dönemlerde ama emperyalist kuşatmanın ama iç savaşların etkisiyle demokrasinin işçiler için de sınırlandırılması ve komitelerin işleyişinin bozulması bürokratik oligarkların ya da oligark gruplarının oluşmasına neden olmuştur.

Uluslararası Komünistlerin Birliği ya da Uluslararası Komünist Partisi anlamına gelen Enternasyonal’in etkinliğini yitirmesi, dünya devrimini hazırlamak yerine “barış içinde bir arada yaşama” tezinin revizyonizme varan yanlış yorumu ile tek ülkedeki sosyalizm deneyimlerinin kutsanması, emperyalist haydutların tüm dünyada sosyalizme ve sosyalist mücadelelere karşı örgütledikleri Gladyo ve benzeri savaş ağlarına karşı merkezi bir savaşın yürütülememesi, “değer” sorununun çözülememesinden kaynaklı olarak üretilen mallardaki kalite sorunu, işçi komitelerinin bütün süreçlerde lider olmadığı koşullarda küçük burjuvazinin aşırılıklara varan tutumunun yol açtığı ekolojik ve insani yıkım sosyalizm deneyimlerinin başarısızlığına ilişkin hemen aklımıza gelen başlıca nedenler oluşturmaktadır.

Bu noktada devreye Mao girmektedir. Mao’nun sosyalizmde sınıflar ve sınıf mücadelesi, sosyalizmde geriye dönüşler meselesinde ileriye sürdüğü tezler ve pratik olarak da Büyük Proleter Kültür Devrim(ler)ini ileriye sürmesi, Proletarya Diktatörlüklerinin yenilmesi ve sosyalizmde yaşanan geriye dönüşleri günümüz açısından açıklamamıza olanak sunmaktadır. Dolayısıyla Mao’nun teorisinin Marksizm Leninizm’in ulaştığı en ileri aşama olması ve Maoizm olarak adlandırılması sebepsiz değildir.

Maoizm savunulmadan Marksizm Leninizm savunulamayacağı gerçeği, kendisini Demokratik Halk İktidarları ve Proletarya diktatörlükleri altında da sınıf mücadelesinin bütün yakıcılığıyla sürdürülmesi gerekliliğinde gösterir.

Tıpkı Paris Komünü’nün yenilgisini doğru yorumlayan Marx, Engels, Lenin ve Mao’nun Komün’den gerekli dersleri çıkarıp Proleter Devrimler Çağı’nı açmaları gibi; şimdi tarihin bu anında, ideolojik bir mücadelenin hemen her yerde yükseltilmesinin ardından, güçlü bir Komünist Partisi ve onun önderlik edeceği devrim ve proletarya diktatörlüğü için Paris Komünü ve ardıllarından dersler çıkarmanın zamanıdır! (Bitti)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu