GüncelMakaleler

ANALİZ | TC’nin “Güvenli Bölge” Açmazı!

"Özellikle İdlib’de sıkışan Türkiye, daha önce Afrin işgalinde de yaptığı gibi, ABD ve Rusya arasındaki çelişkileri fırsata dönüştürmeye çalışmaktadır. Koşulları oluştuğunda ise saldırmaktan geri durmayacaktır. Bu anlamıyla faşist TC’nin olası işgal saldırısına, buna yönelik provokasyonlarına ve propagandalarına karşı uyanık olunmalıdır"

Uzunca bir süredir Suriye sınırına askeri yığınak yapan TC devleti, Cerablus-Bab hattını ve ardından da Afrin’i işgal etmiş ve “Fırat’ın Doğusu” dediği Rojava topraklarını da işgal etme tehdidinde bulunmuştu.

TC devletinin bilinen “terör” propagandasıyla bu bölgeyi işgal etmek istemesi, başta Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlerin ve diğer milliyet ve inançlardan halkın, bizzat Erdoğan’ın desteklediği DAİŞ katillerine karşı kazanmış oldukları zafer ve elde ettikleri mevzilerin TC faşizmi tarafından bir tehlike olarak görülmesinin ürünüydü. “Beka Sorunu” Rojava Devrimi’yle daha bir dillendirilir olmuş, TC faşizmi gerek iç siyasetinde ve gerekse de dış siyasetinde emperyalistler arası çelişkide öncelikli olarak Rojava Devrimi’nin kazanımlarını hedeflemiş durumdadır.

TC destekli DAİŞ çetelerinin bölgede yenilgisinin kesinleşmesinin ardından Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan özellikle Aralık 2018’den bu yana sık sık “Fırat’ın doğusuna gireceğiz” açıklamaları yaptı ve bölgeye yönelik işgal tehditlerini yeniledi. Bunda hiç kuşku yok ki, bölgede kendi desteklediği çetelerin süpürülmesinin etkisi olsa da, belirleyici olan TC’nin tarihsel Kürt düşmanlığıdır.

TC, Rojava merkezli yaşanan gelişmelerin ve özellikle de bölgede Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin kazanımlarının kendisi açısından bir “beka tehdidi” oluşturduğunun farkındadır ve bütün politikasını bunun üzerine kurmuş durumdadır.

Bu nedenle TC gerek bölge gerici güçleri ve gerekse de emperyalist güçlerle “kaçınılmaz sonu”nu engellemek için görüşmeler yapmakta (hatta Türk hakim sınıflarının bir kanadı da acilen Esad rejimiyle görüşme talep etmektedir), emperyalistler arasındaki çelişkiden yararlanmak için manevralar geliştirmektedir. Bir yandan Rusya ile iş tutarken, diğer yandan ABD ile ortak hareket etmek istemektedir.

Avrupa emperyalistlerine ise mülteci şantajı yaparak, hem politik hem de mali destek istemektedir. Bu anlamıyla Türk hakim sınıfları tam bir “kasaba tüccarı” politikası izlemektedir. Suriye iç savaşında ve gelinen aşamada, İdlip’te “gözlem noktaları”nda boğulan “stratejik derinlik” politikası, Kuzey ve Doğu Suriye’de de kaybetmiş, bu nedenle de, gerek işgal tehditleri ve gerekse de sınıra yapılan askeri yığınakla telafi edilmek istenmektedir.

Müşterek merkez kime müşterek?

Faşist R.T.Erdoğan’ın ve şürekâsının giderek artan tehditleri sonrasında ABD emperyalizmiyle “Fırat’ın doğusu”na yönelik bir uzlaşma sağlandığı açıklandı. Türk Milli Savunma Bakanlığı’nda yürütülen görüşmeler sonucunda bölgeye yönelik “Müşterek Harekât Merkezi” kurulduğu ve aşamalı olarak “güvenli bölge” oluşturulması kararlaştırıldığı ilan edildi. Bu anlaşma, TC tarafından kamuoyuna önemli bir başarı olarak sunuldu ve propaganda edildi.

TC’nin “güvenli bölge”, ABD’nin “güvenlik mekanizması” Kuzey ve Doğu Suriye yetkililerin ise “sınır güvenliği” olarak adlandırdıkları bu gelişmeler sonrasında, “Müşterek Harekât Merkezi”nin kurulmasıyla birlikte Türk ve ABD’li askerler aynı helikopterle devriye uçuşu yaptı. Arkasından Türk ve ABD’li zırhlı araçlar, bu kez Suriye tarafında birlikte kara devriyesi görevi gerçekleştirdi. Yine Uluslararası Koalisyon’da bulunan ABD güçleri, Girê Spî Askeri Meclisi ile Girê Spî’nin Türkiye sınır hattındaki Heşîşê köyünden ortak kara devriyelerine başladı. Türk zırhlı araçlarının sınırdan geçişleri, dönüşleri ve Türk araçlarının Atak helikopterleriyle karşılanması uzun uzun televizyonlardan gösterildi ve propaganda edildi.

“Güvenli Bölge”de kafalar karışık!

Bütün bu gelişmeler yaşanır ve “havuz medyası” ABD ile birlikte “ortak devriye”yi propaganda ederken, Türk tarafında kafaların karışık olduğunu kaydetmek gerekir. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, ABD ile ortak devriyeye çıkılmasını olumlayan açıklamalarda bulundu. Akar; ortak çalışmaların planlandığı gibi yürütüldüğünü, bir gecikme olmadığını, havadan ve karadan ortak devriyelerin devam edeceğini söyledi.

Bununla birlikte R.T.Erdoğan yaptığı açıklamada; “ABD’nin amacının terör örgütü YPG’ye güvenli bölge oluşturmak peşinde olduğunu, bu sorunun öyle üç beş zırhlı araçla veya birkaç helikopterin devriyesiyle çözülecek bir iş olmadığını” söyleyerek, “Eylül ayı sonuna kadar Türkiye’nin kontrol edeceği güvenli bölge oluşturulmazsa, biz kendi gücümüzle kurarız” açıklamasında bulundu. Hemen ardından da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu; “ABD’nin yaptığı kozmetik faaliyettir” diye özetlenecek bir yorumla birlikte “Her türlü hazırlığımız tamam,  her zaman girebiliriz” ifadelerini kullandı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’de “ABD’nin, güvenli bölge planlamasını bölücü terör örgütünün sözde güvenlik açığını kapatmak üzerine tasarlama ve temin etme niyeti vahim ve fahiş bir yanlıştır” açıklamasında bulundu.

Yapılan açıklamalardan da görüleceği üzere ABD’yle kurulan Müşterek Harekat Merkezi ve “güvenli bölge” devriyelerinden Türk tarafının tatmin olmamıştır. Aynı zamanda Türk tarafında bir yanda TSK’yı temsilen MSB olan H. Akar’da ifadesini bulan bir “olumlama hali” (ki bu tavır hiç yoktan iyidir olarak da okunabilir) varken, başta Erdoğan olmak üzere, Çavuşoğlu ve Bahçeli’de somutlanan bir “tatmin olmama” (ki bu tehditlerle blöf yapıp el yükseltme olarak da okunabilir) durumu söz konusudur. Her halükarda Türk tarafında ABD ile kurulan Müşterek Harekat Merkezi ve “ortak devriye” adımları yeterli görülmemektedir.

TC daha önceden de defalarca ifade ettiği üzere sınırın içlerine doğru 30-40 km’yi bulan bir derinlikte bölgeyi askeri olarak işgal etmek ve bu bölgeye Suriyeli mültecileri yerleştirmek istemektedir. Bir anlamıyla tıpkı daha önceden işgal ettiği Cerablus-Bab hattı ve Afrin’de olduğu gibi kendi denetiminde çeteleri bölgeye yerleştirmek ve böylelikle kendi “güvenli bölgesi”ni yaratarak Rojava Devrimi’yle kazanılan mevzileri boğmak istemektedir.

Provokasyonlar ve Şantaj Politikası Devam Ediyor!

Nitekim bu amaçla TC bizzat kendi kontrol ettiği çeteleri aracılığıyla SDG’nin kontrol ettiği bölgelerde son aylarda yangınlar çıkarttı. Bombalı araç saldırılarında bulundu. Bu saldırılar sonucunda yüzlerce dekar alanda buğday ve arpa tarlaları yakılırken, halktan insanlar yaşamını kaybetti. TC bölgeyi istikrarsızlaştırmak ve “terör”le ilişkilendirmek için bütün imkanlarını kullandı.

Bütün bu politikalar başarısız olmuş olacak ki, şimdi R.T.Erdoğan bir yandan Rojava’ya yönelik tehditlerini devam ettirirken, diğer yandan ise yaklaşık 1 milyon mülteciyi Kuzey Suriye’ye yerleştirmek istemekte ve bu plan gerçekleşmezse “kapıları açmak” ve mültecileri Avrupa’ya göndermekle tehdit ederek, şantaj politikasını sürdürmektedir.

Faşist TC’nin bu saldırgan politikasının farkında olan Kuzey ve Doğu Suriye Yönetimi, bu tehditleri savuşturmak için kendi “sınır güvenliği” önerisini getirmiştir.

Bu öneriye göre SGD güçleri sınır hattından 5 km içeriye çekilmesi, sınır güvenliğinin ise bölgede kurulan Askeri Meclis’ler tarafından sağlanması kararlaştırılmış durumdadır. Ne var ki varılan uzlaşmada henüz TC’nin ironik biçimde “barış koridoru” adını da verdiği “güvenli bölge”nin derinliğinde bir mutabakata varılmadığı ya da TC’nin var olan durumu kabullenmekte zorlandığı anlaşılmaktadır.

İşte bu zorlanma ve kabullenememe hali ABD emperyalizmiyle kurulan Müşterek Hareket Merkezi ve “ortak devriye”ye rağmen faşist TC’nin yetkililerinin açıklamalarına yansımış durumdadır. İlk başlarda büyük bir tantanayla propaganda edilen “güvenli bölge” ve “ortak devriye”nin daha sonradan bizzat R.T.Erdoğan tarafından “küçümsenmesi” gerçekte, R.T.Erdoğan’ın Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik işgal ve saldırı tehdidinin önüne geçmiş olmasından kaynaklıdır. ABD emperyalizmiyle “müştereklik” TC faşizmi açısından bir yarar sağlamamış, tam aksine kaybetme halini daha da derinleştirmiştir.

Faşist TC’nin içinde bulunduğu koşullar fiili bir askeri saldırganlığı ve işgali engeller durumdadır. Buna rağmen R.T.Erdoğan rejimi işgal tehditleriyle ABD ve Demokratik Suriye Güçleri’nden tavizler koparma derdinde.

Özellikle İdlib’de sıkışan Türkiye, daha önce Afrin işgalinde de yaptığı gibi, ABD ve Rusya arasındaki çelişkileri fırsata dönüştürmeye çalışmaktadır. Koşulları oluştuğunda ise saldırmaktan geri durmayacaktır. Bu anlamıyla faşist TC’nin olası işgal saldırısına, buna yönelik provokasyonlarına ve propagandalarına karşı uyanık olunmalıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu