Güncel

Güncel | Mülteci işçiler yoksulluğa ve ölüme mahkum ediliyorlar!

"Mülteci işçilerin haklarını savunmak, sınıf dayanışmasının bir gereği olduğu kadar Türkiyeli işçilerin kazanılmış haklarını koruyabilmek bakımından da elzem. Çünkü emek gücü piyasalarında daha fazla sömürülebilen kesimlerin varlığı, sınıfsal hakların bir bütün olarak gerilemesi sonucunu doğuruyor."

Ucuz iş gücü olarak görülen mülteci işçiler, iş cinayetlerinde sessizce katlediliyor. Türkiye’de son 7 yılda en az 485 mülteci işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) yayımladığı rapora göre; Türkiye’de 2019’un ilk beş ayında 49 mülteci işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.

İSİG’in verilerine göre 2013 yılında en az 22, 2014 yılında en az 53, 2015 yılında en az 67, 2016 yılında en az 96, 2017 yılında en az 88, 2018 yılında en az 110, 2019’un ilk 5 ayında ise 49 mülteci iş cinayetlerinde katledildi. Rapora göre ölümlerin en çok yaşandığı iş koşulları ise inşaat, tarım, belediye ve tekstil işkolları oldu. Yakın zamanda Ankara’da 5, Kocaeli’de de 4 mülteci işçi çalıştıkları atölyelerde çıkan yangınlarda hayatını kaybetmişti.

Daha ağır, daha güvencesiz ve daha düşük ücretlere çalıştırılıyorlar

Mülteci işçiler Türkiyeli işçilere göre daha ağır koşullarda ve daha düşük ücretlere çalışıyor.

Daha ağır ve daha sağlıksız şartlarda çalışan mülteci işçiler, kayıt dışı çalıştıkları için sosyal güvencelerden de maruz kalıyorlar. En ağır işlerde, her türlü güvenceden yoksun olarak, boğaz tokluğuna çalışmayı kabul edebilecek düzeyde çaresiz bir kitlenin varlığı patronların iştahını kabartırken, tabanda rekabeti de keskinleştiriyor.

İşçileri daha fazla sömürebilmek, daha çok kar elde etmek adına patronlar, mülteci işçilerin hayatlarının daha zor olmasını, karın tokluğuna bile çalışacak durumda olmalarını kullanıyorlar. Böylece daha az maaş ile daha çok kar elde ediyorlar.

Daha güvencesiz bir ortamda çalışan işçiler tabiri caizse her an ölümle burun buruna yaşıyorlar. Patronlar işçiyi hele ki mülteci işçiyi hiç ama hiç umursamıyorlar. Ölen işçiler mülteci olduklarında patronlar için olayın üzerini kapatmak daha kolay oluyor. İşçilerin ölümü üzerine açılan soruşturma ve yargı süreçleri her zamanki gibi hep patronların lehine sonuçlanıyor.

Devlet bu konuda her zaman patronların yanında olmayı sürdürüyor. Patronlar hemen ölen mülteci işçilerin yerine başka mülteci işçileri işe alarak daha fazla sömürmeye daha fazla kar elde etmeye devam ediyor.

Mültecilere yönelik ırkçı politikalar arttı

Türkiye’deki mülteciler, yoksulluk, güvencesiz çalışma, iş cinayetleri, gelecek belirsizliği, statüsüzlük, nefret söylemleri ile yaşamaya çalışıyorlar. Uzun saatlere varan, ağır şartlarda, kayıt dışı, sigortasız ve gerçekten de karın tokluğuna çalışmak zorunda kalıyorlar! Patronların işine gelen bu durumu bizzat devlet sağlıyor.

Bunun yanında bir de ırkçı politikalar üreten devlet, halkı başta Suriyeliler olmak üzere mültecilere karşı kışkırtıyor. Her yerde ırkçı nefret söylemlerine maruz kalıyorlar. Hatırlanacağı üzere, 31 Mart seçimlerinin ardından CHP’li birçok belediye mültecilere yönelik ayni ve nakdi yardımları durdurduğunu duyurdu. Kimi yerde satışını yaptıkları nargilelere ve omuzdan taşımalı kağıt toplama araçlarına el koyulurken, kimi yerde ise plajlara gitmeleri yasaklanıyor.

CHP’nin bu tutumuna karşı iktidarın mülteci işçileri savunma biçimi ise mülteci işçilerin, en ağır işleri en ucuza yaptıklarını vurgulamak böylece “ekonomiye yaptıkları katkı”ya dikkat çekmek şeklinde. CHP, işçi sınıfının giderek zorlaşan çalışma ve yaşam koşullarının müsebbibi, bu koşulları en ağır şekilde yaşayan, mülteci işçilermiş gibi davranırken AKP iktidarı ise bu yaklaşımı mültecilerin yüksek sömürülebilme kapasitesini vurgulayarak çürütmeye çalışıyor. Ve bu yaklaşımların her ikisi de sınıfsal niteliği itibarıyla aynı sonuca hizmet ediyor.

Yükselen yabancı düşmanlığı, tüm insani maliyetinin yanı sıra, işçi sınıfının ortak hareket etme iradesini engelliyor. Buna karşılık AKP iktidarın yaklaşımı ise patronlara cesaret verirken, bu ekonomik ve insani kriz koşullarının devam edeceği anlamına da geliyor.

Öte yandan mülteci işçilerin haklarını savunmak, sınıf dayanışmasının bir gereği olduğu kadar Türkiyeli işçilerin kazanılmış haklarını koruyabilmek bakımından da elzem. Çünkü emek gücü piyasalarında daha fazla sömürülebilen kesimlerin varlığı, sınıfsal hakların bir bütün olarak gerilemesi sonucunu doğuruyor. Dolayısıyla tepkilerin hedefine mülteci işçileri değil, onların daha güvensiz ve güvencesiz koşullarda çalışmak zorunda olmalarını koymak gerekiyor.

Başta Suriyeliler olmak üzere bütün mültecilerin yanında olmak, onların yaşam hakkını savunmak, eşitsizliğe adaletsizliğe karşı birlikte mücadele vermek gerekiyor. Kitleleri ırkçı ve faşizan politikalarla sürükleyenlere dur demeli, ortak mücadele hattını genişletmeliyiz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu