Yorum

Almanya’nın soykırımı tanıması neyi değiştirir?

Ermeni Soykırımı’nın tanınmasına ilişkin Almanya’nın yasa tasarısı uzun bir süre sonra onaylandı. Soykırımın 100. yılında onaylanması beklenen tasarı Türkiye- Almanya ilişkileri ve mülteci sorunu nedeniyle askıya alınmıştı. Tasarının onaylanmasıyla Türkiye-Almanya ilişkileri nasıl bir yöne evrilecek, kuşkusuz bu ileri aşamalarda daha net görülecektir. Ancak tasarının yasallaşmasının bir dizi diplomatik krizi doğuracağı görülüyor. Mültecileri Avrupa’ya karşı bir koz olarak kullanan TC, Almanya ile uzun bir süredir devam eden mülteci sorununa yeni bir ivme katacak gibi…

İç politikada Ergenekon Operasyonu kapsamında ayrıştığı kesimlerle tekrar birleşme çabası içinde olan Erdoğan, Ergenekon operasyonlarını “paralel” diye ifade ettiği cemaat kesimine havale etmiş bulunuyor. Bu şekilde günah çıkarmanın derdinde olan Erdoğan, Almanya’nın tasarısıyı onaylamasıyla ayrıştığı tüm gerici kliklerin sırtını sıvazlama derdinde.

Ortadoğu kapsamında hamileşen ve halifelik hayalleri ile tutuşan Erdoğan iç politikada da şovenizm ile hayat bulmaya çalışıyor. Almanya’nın Ermeni soykırımını onaylaması elbette Ermenilere dönük bu tarihsel haksızlığı gidermeyecek ve bir faydası olmayacaktır. Zira Almanya’nın bu tutumu uluslararası kamuoyunu tarihsel olgudan kopartarak geçmişin izlerini silmeye çalışmak ve manipüle etmekten başka bir şey değildir. Zira bir yandan Ermeni Soykırımı’nı “tanıyan” emperyalistler diğer yandan da devşirdikleri çete takımları ile Ermenileri Suriye’nin Kesab bölgesinde katletmekten vazgeçmiyorlar.

Emperyalistler arası pazar savaşının yaşam bulduğu her alanda soykırım gerçekliğinin kendini gösterdiği bir gerçektir. Bu açıdan 1915 Ermeni Soykırımı pazar savaşının bir sonucu olmakla beraber aynı zamanda Almanya ile doğrudan bağı bulunmaktadır. Her ne kadar Almanya, Ermenilere ilişkin “özeleştirisini” vermiş gibi yapsa da bu durumun geçici olduğu bilinmelidir. Zira tarihsel haksızlık karşısında çözüm, tarihsel haksızlığa saplanmak değildir, emperyalistler bu durumu anlamışlar ki sürekli bir “tanıma” ve “özeleştiri” halindeler. Ancak tüm bunlara rağmen emperyalist sömürü baki kalmaktadır. Bu kapsamda emperyalizme karşı tavır öne çıkmaktadır. Soykırımın tanınması sırasında Ermeni cemaatlerinin teşekkürler pankartı ibret verici ve tarihsel haksızlığı anlamayan bir portre çizmiştir.

Ermeni Soykırımı ile ilgili tarihsel ayrıntılara bakmak meseleyi belli başlı noktaları ile netleştirecektir. 1908’lere gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu içerisinde süren ekonomik ve yapısal çelişkiler hiyerarşik yapılanma içerisinde de ciddi ayrışmaları beraberinde getirmiştir. Ekonomik sistemin bozulması yapısal çelişkileri süreklileştiren dinamiklerin kendini durmaksızın üretmesi ve dış dinamiklerin de artan yayılımı nedeniyle belli reformlar yapılıyor ancak sancının kökenini, mülkiyet ilişkilerini değiştirmiyordu. Dolayısıyla hiçbir reform kalıcı da olmuyordu. Tanzimat öncesindeki ticari imtiyazlar giderek derinleşiyor ve dönemin ekonomik yaşamında belirleyici olan ticari sermaye Ermeni, Rum ve Yahudilerin elinde bulunuyordu.

Uluslararası kapitalizmin bu kesimler ile girdiği ilişkiler neticesinde bu kesim üzerindeki ticari ağ giderek genişliyor ve imtiyaz talepleri de artıyor; açılan fabrikalar ve üretim giderek artış gösteriyordu. Kapitalizm bunu sadece Müslüman olmayan kesimlerle değil aynı zamanda devlet bürokrasisi içinde yer alan feodal eşraf takımıyla da yapıyordu. Ancak devlet bürokrasisinin ticari ilişkileri diğer azınlık milliyetlere göre daha azdı. Ağırlıklı ilişkiler Ermeni, Rum ve Yahudiler ile sürdürülüyordu. Kapitalizmin ticaret alanı açma çabası neticesinde azınlık milliyetlerin elinde toplanan imtiyazlar Osmanlı’nın artık kendi topraklarındaki hakimiyetini yitirmesine neden oluyordu.

Özellikle kapitülasyonlar aracılığı ile emperyalistler kendi kurumlarını açarak kendilerini ülke pazarı içerisinde uşaklık edecek komprador burjuvaziyi büyütmenin derdini güdüyorlardı. Bu kapsamda Osmanlı İmparatorluğu içerisinde önemli olan asker ve sivil bürokrasi de buna uygun bir çıkar ilişkisi ve şekilleniş içerisindeydi. Osmanlı merkezi bürokrasisi 19. yy boyunca güçlenmiş ve iktidara ortak olan bir katmana dönüşmüştü. Merkezi bürokrasinin güçlenmesi neticesinde katmanlar arası çelişkiler derinleşmeye başlamıştı. Sermaye kesimi içerisinde kendine alan açan İngiliz ve Fransız emperyalizmi, devlet bürokrasisini boşa çıkarmaya çalışarak kendi pazar ihtiyacı çerçevesinde sermaye kesimi yaratmaya çalışıyordu. Alman emperyalizmi ise devlet bürokrasisi içerisinde örgütlenmiş katman ile ilişkilerini geliştiriyordu. Bu ise Alman emperyalizmine avantajlar sunuyordu.

Alman emperyalizmi, rekabet halinde olduğu diğer emperyalistler ve uzantılarını tasfiye etmek için devlet bürokrasisini kullanmaya başladı. Bu nedenle İngiliz ve Fransız uzantısı kesimleri tasfiye etmek gerekiyordu ve devlet bürokrasisi aracılığı ile azınlık milliyet ve gruplara dönük tasfiye politikası gerçekleştirilmeye başlandı. Türkleştirme politikası kapsamında azınlık milliyetlere dönük baskı ve sindirme politikaları giderek yaygınlık kazanmıştı. Ve özellikle Fransız ve İngiliz emperyalizminin uzantıları zayıflatılmış ancak tam olarak yok edilememişti. Kürt feodal toprak ağaları ve aşiretlerinden oluşan Hamidiye Alayları aracılığı ile özellikle 1907’de 40 bin civarında Ermeni katledilmiştir. İngiltere ve Fransa ise Ermenilerin tüm yardım çağrılarına “Osmanlı’nın iç işleri” diyerek yanıt vermemişlerdir.

1915’e gelindiğinde, 1. Paylaşım Savaşı’nın kaos ortamından da faydalanılarak bu katliamlar serisi soykırım düzeyine ulaşmıştı artık. Ermeni Soykırımı’nın gerçekleştiği tarihsel seyir ve ilişkiler kısaca böyleyken emperyalistlerin soykırımı “tanıması” bir şeyi değiştirmez. Zaten katleden, soykırımdan geçiren tüm bunları yaparken katliamı ve soykırımı tanıyarak yapmıştır. Timsah gözyaşları içinde manipülasyon tezgahı, Almanya’nın bugün soykırımı tanıması bu tarihsel haksızlığı gidermeyecektir. Zira soykırım bugün hala günceldir.

Erdoğan ise bu durum karşısında dış politika propagandasını iç politikada taze kana dönüştürmenin derdindedir. İstanbul’un fethi kutlamalarında diline pelesenk ettiği batı kavramıyla sürekli kavga halinde “Batı bizim İstanbul’u fethetmemizi hala hazmedememiş” sloganı ile başta MHP’li faşist kesim olmak üzere gerici faşist en geniş kesimleri bekası için toparlamanın derdindedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu