Yorum

“ŞARABI DENE TAYYİP!”

Geride bıraktığımız hafta, kamuoyunu sarsan yolsuzluk operasyonuyla gündemdeydi. Her ne kadar meselenin arka planında artık iyiden iyiye ayyuka çıkan AKP-Cemaat çatışması ve bu çatışmanın kolluk ve yargı üzerinden sürdürülmesi olsa da, yaşananlar bize bir kez daha öteden beridir savunduğumuz kimi gerçekleri hatırlattı. Kısaca da olsa bunların birkaçını vurgulayalım.

Kuşkusuz ki “Allah korkusuyla” tüyü bitmemiş yetimin hakkını “çalmadıklarını” her fırsatta dillendiren, bizzat başbakanları Erdoğan’ın ağzından yolsuzluklara, hortumlamalara, çetelere ve bilimum karanlık güç odaklarına karşı mücadele ettiklerini propaganda edenlerin, ortaya saçılan bu kirli rüşvet ve yolsuzluk soruşturması karşısında beklenen, istifa etmeleri ya da “soruşturmanın selameti” açısından muhatap olanların görevden alınmaları idi, ancak yaşanan tam tersi gibi. Artık iyiden iyiye pişkinliğe varan “yedirmeyiz” tavrı burada da kendini göstermektedir. Halka karşı suç işleyen başta başbakan olmak üzere her türlü görevli, “demokrasi” (şimdilerde bunun adı “Milli İrade” oldu!) adına koltuklarına sıkı sıkı yapışmış durumda.

Çıkaracağımız birinci ders; “milli irade”nin, halkın iradesi olmayıp, bir avuç komprador bürokrat ve feodalin temsiliyeti olduğudur.

İkinci ders; AKP’nin temsilcisi olduğu kliğin yolsuzluk ve rüşvet karşısında bile kendi mevzilerini koruma derdinde olduğu, Cemaat’in amacının ise (kuşkusuz ki CHP’nin ve diğer düzen partilerinin de) amacının yolsuzlukla, rüşvetle, kara para aklama ve tarihi eser ticareti gibi her türlü gayrimeşru işe karşı mücadele olmadığıdır. Yaşanan, her türlü yol ve yöntemi kullanılarak sürdürülen, iktidar mücadelesidir. Öncesi olmakla birlikte, dershaneler ve ardından da son yolsuzluk ve rüşvet operasyonuna muhatap olanlarla, bu operasyonu yürütenler arasında emperyalizmle ilişkiler bağlamında özde bir fark yoktur.

Türkiye devletinin hemen hemen her alanda doğrudan doğruya emperyalistlerin denetiminde bir ülke olduğu gerçeğinden hareketle, hakim sınıf klikleri tarafından atılan adımların onların bilgisi dahilinde olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Dolayısıyla AKP’nin arkasında da Cemaat’in arkasında da ABD emperyalizmi vardır ve onlar da hiçbir zaman “tek ata” oynamamaktadır. Ki bu “at misyonu”na CHP’de temsil olunan hakim sınıf kliği de dahildir. Süreçten çıkaracağımız üçüncü ders de budur.

Ve yine kuşkusuz ki öncesi olmakla birlikte son haftalarda yaşanan süreçten çıkaracağımız dördüncü ders; devlet denen aygıtın sınıflar mücadelesinde bir baskı, ezme ve sindirme aracı olarak kullanılageldiğidir. Bu gerçeklerden en bilineni devlet aygıtının sınıflar mücadelesinde oynadığı rol ve hakim sınıfların bu aygıtı sadece devrimcilere, komünistlere ve halka karşı kullanmadığı, yeri geldiğinde kendi sınıfdaşlarına karşı da kullanmaktan çekinmedikleridir.

“KARDEŞLİK HUKUKU MU” DEDİNİZ!

Evet,  devlet aygıtı sadece sınıf düşmanlarına değil aynı zamanda sınıf kardeşlerine karşı mücadelede de etkili bir şekilde kullanılmaya devam edilmektedir. AKP-Cemaat arasında yaşanan çatışmada, klikler birbirlerine yönelik salvolarda bulunurken, kimileri sınıf çıkarlarının ortaklığından ve kardeşlik hukukundan bahsederek arayı bulmayı ve eğer böyle devam edilirse kaybedenlerin kendileri  olacağından dem vuruyordu. Kastedilen kardeşlik her ne kadar “İslamiyetle” ilintili bir şekilde kavramlaştırılsa da asıl olarak sınıf kardeşliğidir.

Ama öyle anlar gelir ki, pastadan pay kapmak uğruna birbirlerini yemekten de geri durmazlar. Temsilcileri oldukları düzen kâr hırsına, rekabete dayalı bir öze sahip olduğundan yeri geldiğinde mutlaka ama mutlaka birbirlerine girerler. Bu gerçek öyle somuttur ki, hakim sınıfların işçi sınıfı ve halkın gasp ettikleri artı değerinin paylaşımında dönem dönem kendi aralarındaki çelişkilerin keskinleştiği ve bu nedenle de tam anlamıyla bir “it dalaşının” yaşandığı koşullarda başbakanlarını bile asmaktan çekinmemişlerdir.

Türk hakim sınıfları yekpare bir bütün değildirler. Çeşitli kliklere ayrılmışlardır ve onların saflarını belirleyen esas etken sınıfsal çıkarlarıdır. Örneğin çok uzak değil, birkaç yıl önce hakim sınıf klikleri İslamcı söylemi ön planda olan “muhafazar demokrat” AKP ile devletin kurucu ideolojisini dillendiren Kemalistler arasında bir iktidar  dalaşına tanık olmuştuk. Bu dalaşta başta polis ve yargı olmak üzere, medya aracılığıyla her türlü yöntem kullanılarak, Kemalist klik önemli oranda geriletildi.

Ancak bu durum, devlet iktidarında konumunu pekiştiren, mevzilerini tahkim eden ve AKP’de kendini ifade eden hakim sınıf kliklerinin Kemalist olmadıkları anlamına gelmiyordu. İtiraz esas olarak Kemalizm’in İslami duyarlılığı ön planda olan halk katmanlarına yönelik uyguladığı faşist dayatmalarda ve yine kaynağını İslami ümmet anlayışından alan ve Kürt ulusu başta olmak üzere çeşitli azınlık milliyetlere yönelik uygulanan politikalara yönelik kimi nüanslarda kendini gösteriyor. Kemalizm’in hakim sınıf ideolojisi olarak, emperyalizm uşaklığı ve halk düşmanlığı yönü olduğu gibi devralınıyordu. Sonuçta hangi klikten olursa olsun, “sağcısı/solcusu/İslamcısı” tüm hakim sınıf kliklerinin ortaklaştıkları nokta, halk düşmanı ve emperyalizm uşaklığı olarak ortaya çıkıyordu. Bu ise süreçten çıkaracağımız beşinci derstir: Hakim sınıf kliklerinin kendi aralarındaki klik dalaşı tali, halka düşmanlığı esastır.

DURMAK YOK YOL(SUZLUĞ)A DEVAM!

AKP’nin Kemalist kliği geriletmesi ve devlet iktidarını kendi temsil ettiği komprador bürokrat burjuva ve toprak ağaları lehine kullanmaya başlaması, kökleri Osmanlı’ya dayanan bir “devlet geleneği”dir. Bu ise bu topraklarda bir başka “devlet dersi” yani altıncı dersi gündeme getirmektedir. İktidar gücünü eline geçiren herkes, tartışmasız biçimde ilk önce halkın alınterine, emeğine el koymanın, soymanın, çalıp çırpmanın, yolsuzluğun en etkili yollarını arar.

Son yıllarda bu arayış kendini “durmak yok yola devam” sloganında ifade etti. Aslında haksızlık etmemek gerekir. Bu, AKP’ye ve temsilcisi olduğu sınıflara özgü bir durum değil. Bu topraklarda padişahın yakınlarına, has oğlanlarına, aile efradına ve saray çevresine (şimdilerde bu “beyfendi”nin çevresi oldu) ulufeler ve arpalıklar dağıtmak, peşkeş çekmek vb. bir devlet geleneğidir. Hatta bu halkın bilincinde öyle yer etmiştir ki, “bal tutan parmağını yalar”, “devlet malı deniz yemeyen domuz” vb. halk deyimleri bile türemiştir.

AKP’liler de  devraldıkları bu geleneği “başarı”yla sürdürüyorlar. Halkımız o engin bilgeliğiyle, “hepsi çalıyor, hiç değilse bunlar allah korkusuyla az çalarlar belki” diye onlara yönelmedi mi? Ama gelin görün ki; bunlar daha arsız, açgözlü ve sonradan görme bir tutum içine girdiler. Süreçten çıkaracağımız yedinci ders, “eskisiyle yenisiyle” Türk hakim sınıflarının sadece sermaye olarak değil, kültürel olarak da çapsız olduklarıdır. Al birini vur ötekine durumu en fazla düzen partileri için geçerlidir. Daha dün ihaleye fesat karıştırma suçunun cezasını 13 yıldan 1 yıla kadar düşüren yasayı AKP, CHP ve MHP’nin ortak çıkardığını hatırlatalım.  Günümüzde belli başlı siyasi partiler olan (ya da sivil toplum örgütü olarak yansıtan Cemaat olmak üzere) CHP, MHP ve AKP ve onların temsil ettikleri sınıfların hiçbirisi yolsuzluğa ve rüşvete karşı değillerdir. Çünkü özel mülkiyetin yılmaz savunucularıdırlar. Dolayısıyla bunları var eden, bu türden çalıp çırpma, halkın yarattığı değerleri “vatan, millet ve İslamiyet” adına gasp edilmesidir. Süreçten çıkaracağımız sekizinci ders ancak ve ancak yolsuzluğun, rüşvetin, bilumum haksız kazanç ve hırsızlığın ancak ve ancak özel mülkiyetin ortadan kaldırılması mücadelesiyle önlenebileceğidir.

BERABER YÜRÜNEN YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR!

“Milli irade” ve İslamiyet sosuyla süslenmiş soygun ve zulüm düzenine karşı, İstanbul sokaklarında bir duvara yazılan “Şarabı Dene Tayyip” sloganı var olan uygulamalara karşı anlamlı bir itirazı içermekle birlikte, bundan sonrası için de Erdoğan ve temsil ettiği kliğin işinin bir hayli zor olduğuna işaret etmektedir.

Görünen AKP hükümetinin, ABD destekli Cemaat karşısında önemli bir darbe aldığıdır. Bu durum AKP’nin ABD karşıtı olduğu anlamına gelmemektedir. Kenarda duran ve ellerini ovuşturan CHP’nin de başta ABD olmak üzere emperyalizm karşıtı olmadığı kesindir. İki ya da daha fazla gerici gücün çatışmasından bir doğru ancak halkın kendi mücadelesini yükseltmesiyle çıkabilir. Gericilerin kendi aralarındaki dalaştan yararlanmak, ortaya saçılan pislikleri halkın bilinçlenmesi için kullanmak gereklidir ancak aslonan devrim mücadelesinin yükseltilmesidir.

Bu gerçekleştirilmediği ve devrimci mücadele harlanmadığı müddetçe devlet dersinde daha çok halkın oğulları ve kızlarının yaşamları sona erdirilmeye, “milli irade” adı altında bir avuç kompradorun zevk-ü sefa içinde yaşaması için emeğimiz gasp edilmeye, tarihi ve kültürel değerlerimiz pazarlanmaya, doğamız ve yaşadığımız şehirler rant uğruna talan edilmeye devam edecektir. Süreçten çıkaracağımız dokuzuncu ve kesinlikle sonuncu olmayan ders budur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu