EmekMakaleler

Aslına bakarsan ekonomi konkordato ilan etti!

Adına Türk Tipi Başkanlık sistemi -devlet bürokrasisinin tek merkezde toplanması- denilen şey dünyada ve bölgede yaşanan değişikliklere hızlı bir şekilde uyum sağlamak için ortaya çıkmış olsa da yarı sömürge olmaktan kaynaklı emperyalizme bağlı oluş, kapitalist rejimin her çalkantısında içeride ekonomik-sosyal kriz olarak karşılık buluyor

Türkiye hakim sınıflarının içine düştükleri ekonomik-politik kriz dünyada ve bölgede yaşanan emperyalist kapitalist rejimin genel bunalımının bir uzantısı olarak coğrafyamızda sert haliyle yaşanıyor. Emperyalist kapitalist rejimin yapısal bir parçası olan ekonomik çalkantı sarmalı, yarı sömürge ülkelerde ekonomik sosyal krizin yanı sıra politik sistem krizi olarak da daha boyutlu bir şekilde yaşanıyor. Bunun sonucu olarak devlet aygıtı dünyada-bölgede, içeride yaşanan yeni gelişmelere uyum sağlayamıyor, değişen koşullar var olan mekanizma ile devam ettirilemez bir ağırlıkta karşısına çıkıyor. Devlet cihazının aksayan, tıkanan yanlarının yenilenmesi de hakim sınıflar için zorunlu oluyor.

Adına Türk Tipi Başkanlık sistemi -devlet bürokrasisinin tek merkezde toplanması- denilen şey dünyada ve bölgede yaşanan değişikliklere hızlı bir şekilde uyum sağlamak için ortaya çıkmış olsa da yarı sömürge olmaktan kaynaklı emperyalizme bağlı oluş, kapitalist rejimin her çalkantısında içeride ekonomik-sosyal kriz olarak karşılık buluyor.

2018 yılında dünya finans kapitalinde yaşanan ABD merkezli kriz, küresel finans sektörünü yok etmemesi ve krizi kriz içinde yönetilebilir durumda tutabilmesi için piyasaya bol miktarda dolar basılarak sürüldü. Yapılan bu pansuman yamalı bohça gibi bir yerden sıkılınca başka bir yerden patlıyor. 10 yıl boyunca dünya piyasalarına arz edilen dolar yağmuru, yarı sömürge ülkelerin ekonomilerine belli bir süreliğine geçici olarak “nefes” aldırmış olsa da bugün küresel sermayenin-kapitalin kendini tekrarlayan kriz sarmalı nedeniyle dünya piyasalarına aktarılan dolarların ABD’ye geri çekilmeye başlaması bizim gibi ülkelerde derenin kuruduğu, tutulacak balığın da kalmadığı anlamına geliyor.

ABD/Erdoğan, sistem krizinin çözümünü Türkiye’nin yeni yapısını özel bir anonim şirketi gibi iş insanları/patronlar tarafından yönetilecek bir sistem haline getirmekte buldu. Ve buna uygun olarak eğitim, turizm, sağlık vb. bakanlıklara özel şirket holding patronu kişileri atadı. Fakat devlet aygıtının yaşadığı yapısal sorunlar basit bir şekilde kimi bakanlıkların başına patronların getirilmesi ile çözülebilecek sorunlar değildi, öyle olmadığı da zaten kısa bir sürede anlaşıldı.

Kemalist rejimin 97 yıldır biriktirdiği ve kronikleşmiş yapısal sorunları yönetim biçiminde yapılan değişikliklerle çözülemeyeceği 20 Eylül 2018 tarihinde Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın açıkladığı Yeni Ekonomi Programında (YEP) yer alan işçi yoksul emekçi halk için ağır tasarruf kararları ile bir kez daha su yüzüne çıkmış oldu. YEP ülkeyi yönetenlerin bir ağızdan “Biz de ekonomik kriz yok, bizim ekonomimiz gelişme seyrinde”, “Dünyada en hızlı büyüyen ekonomiyiz, bizi kıskanıyor” vb hamasi söylemlerle toplumun geri yanlarına seslenişinin ne kadar yalan, içi boş bir hamaset olduğunu McKinsey ile anlaşma bir kez daha göstermiş oldu.

 

137 yıl sonra Düyun-u Umumiye’ye dönüş: McKinsey!

19. yüzyılda Osmanlı’nın içte ve dışta yaşadığı politik çalkantılar ve ekonomik çöküntü nedeniyle Avrupalı kapitalist ülkelerden aldığı borçları ödeyemez duruma düşmesi ve bunun sonucu olarak alacaklı ülkelerin (İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya ve İtalya) paralarını tahsil etmek için Osmanlı ekonomisine ve siyasetine Düyun-u Umumi idaresi ile el koymuştur.

Düyun-u Umumi idaresinin halka nasıl yaklaştığını bir örnekle izah edelim. Düyun-u Umumiye’nin kurduğu Reji yönetimi tütünü halktan değerinin çok altında satın aldığı için köylüler kaçak tütün satmaya yönelir. 42 yıl içinde Reji’ye bağlı kolcu teşkilatı ile “kaçakçılar” arasında çatışmalarda 20 bin insan ölür! Düyun-u Umumiye için insan canının hiçbir önemi yoktur, önemli olan kapitalist ülkelerin alacaklarını halktan emekçilerden tahsil etmektir!

Bakan damat 20 Eylül 2018’de açıkladığı Yeni Ekonomi Programı ile tam da günümüzün Düyun-u Umumiyesi görevini üstlenen McKinsey şirketini; 16 Bakanlığın temsilcilerinin de içinde yer alacağı “Maliyet ve Dönüşüm” ofisinin tüm ekonomi politikalarının kontrolcüsü, denetleyicisi olarak açıkladı.

McKinsey adlı şirket nedir?

McKinsey emperyalist kapitalist rejimin modern Düyun-u Umumiyesi’dir. Finans kapital için 47 ülkede faaliyet gösteren ABD merkezli çok uluslu bir danışmanlık şirketidir. Yarı sömürge ve sömürge ülkelerde ofis açarak direkt devlet veya özel sektörün mali finans politikalarını emperyalistler adına kontrol eden bir kuruluştur. Devletlerin ve hakim sınıfların yabancısı olmadığı bu şirket ülkemizde de 24 Ocak Kararlarından ‘90’larda DYP-CHP ve DYP-RP koalisyon hükümetlerine kadar danışmanlık yapmış, 2000’li yıllarda yaşanan ekonomik krizde devlete ait özelleştirilmesi yapılacak kamu kuruluşlarının listesini -altyapısını- hazırlayıp IMF ve Dünya Bankası’na sunmuş olan McKinsey’i Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri Tüpraş’tan, Telekom’dan, Petkim’den, Seka’dan, Tekel’den vb. ile bunların özelleştirilerek yağmalanmasından tanır. Tarımın köküne kibrit suyu dökmesinden, şeker fabrikalarının özelleştirilmesi için 2001’de hazırladığı raporların bugün bir bir gerçekleştiriliyor olmasından köylüler de işçi sınıfı kadar yakından tanır bu emperyalist pireleri…

Bu Amerikan şirketi ile yapılan anlaşma, ekonominin emperyalist mali sermayenin çıkarları doğrultusunda şekillenmesi anlamına geldiği gibi, AKP için söylenen “Yerli ve Milli”, “anti-emperyalist”, “mazlumun sesi” gibi güzellemelerin gerçekle hiçbir ilgisi olmadığını da ortaya sermiştir. Yerli ve milli olmak için önce kapitalist emperyalist zincirden çıkmak, ona karşı mücadele etmek gerekmektedir. McKinsey ile yapılan anlaşma bunun tam tersi istikameti göstermekte, ülkemizin yer altı ve yer üstü tüm kaynaklarının emperyal mali sermayenin ayakları altına nasıl serildiğini, serileceğini anlatmaktadır. Bu kapsamda Türkiye ekonomisindeki gelişmelere baktığımızda tablo daha da anlaşılır olacaktır.

2008 yılında kamu ve özel şirketlerin emperyalist kapitalist mali finans sermayesine 466.7 milyar dolar borcu var. Bu rakamlar AKP hükümete geldiğinde 126.6 milyar dolardı. AKP iktidara geldiği andan bugüne kadar ekonomide hiçbir değer yaratmamıştır. Bu durum sadece AKP’nin tercihi elbette değil. Bugün yaşanan ekonomik-politik çöküntüyü AKP’nin yanlış yönetimi sonucu olarak açıklamak emperyalizm çağında egemenlerin yarı sömürge-yarı feodal ülkelerde kurduğu siyasi iktisadi yönetim biçimi hakkında hiçbir şey bilmemek, olayı sadece iç yönetim yetersizliğiyle ifade etmek emperyalizmin işçi-köylü düşmanı politikasını da perdelemek anlamına gelir. AKP dış borçlarla ve inşaat sektörüyle yapay bir büyüme rejimini esas almıştır. Yeni iş kolları ve üretim yaratmamış, bunun ile birlikte kamuya ait var olan üretim faaliyetlerini de özelleştirme ile çok uluslu tekellere veya yerli kompradorlara satarak ‘yeni’ bir “yerli” sermaye grubu oluşturmaya çalışmıştır.

2003’ten günümüze kadar 60 milyar doların üzerinde kamu kuruluşu özelleştirilerek, özel şirketlere tahsil edilmiştir ve bunun müsebbibi de tek başına AKP iktidarıymış gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Burjuva klikler iç çatışmalarında halkı yanıltarak arkalarında saf tutmaları için kullanılmıştır. 2003’ten sonra yapılan özelleştirmeler ile emekçilerin yoksullaşmasında, işsizliğin artmasında AKP’nin birinci dereceden payı olsa da yapılanlar bir devlet politikası sonucu gerçekleşmiştir. ‘İktidar’da A veya B partisinin olmasının sonuç ile bir alakası yoktur.

Siyasi partiler ekonomi yönetiminde kimi rollere sahip olsa da unutulmaması gereken siyasi partilerin hâkim sınıf kliklerinin siyaset arenasında görülen yüzleri olduğu gerçeğidir. Her siyasi parti bağlı bulunduğu, temsili verilen hâkim sermaye kliklerinin belirlediği politikaları uygulamakla yükümlüdür. Coğrafyamızda burjuvazinin komprador olma niteliği onu siyasi ekonomik uzantısından onu emperyalist kapitalist rejimin bir aracı haline getiriyor.

24 Ocak Kararları ile başlayan McKinsey “danışmanlığı”, 90’larda hız verilen özelleştirme stratejisi, 2000’li yıllara gelindiğinde AKP ile zirve noktasına ulaşmıştır. McKinsey’in hazırlayıp kontrolcüsü olduğu “Yeni Rejimin”, “Yeni Ekonomi Programının” anlamı emperyalist kapitalist rejimin sermaye tetikçilerinin ezilenler üzerindeki sınıfsal, ulusal, inançsal baskının şiddetlenerek devam edeceğidir. Coğrafyamızdaki kaynakların sınırsız ve dizginsiz bir şekilde talanı, işçi ve emekçilerin her türlü kazanılmış hakları dahil olmak üzere her şeyin gasp edilmesidir. YEP’te yer alan 48 milyarlık özelleştirme planı yeni işsizler ordusunun yanında milyonlarca emekçinin zaten düşük olan maaşlarının daha da düşmesi, hastalandıklarında SSK’dan bile tedaviye ulaşım imkanının olamayacağı, ilaca erişim hakkının olamayacağı bir YEP kemer sıkan emekçiler için ilmiğin boynuna geçirilmesidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu