Makaleler

#UnutmuyoruzBuradayız KATİLİ TANIYORUZ!

Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve mezheplerden Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı; devrim, demokrasi ve barış mücadelesi tarihinde en kanlı saldırılardan birine maruz kaldı. Bu açıdan 10 Ekim 2015, Türkiye sınıflar mücadelesi tarihine “Kanlı Cumartesi” olarak geçecek. Tıpkı “Kanlı Pazar”, “Kanlı 1 Mayıs” gibi. Bu tarihte, Türkiye devrim mücadelesinin dönüm noktalarından, safların işçi sınıfı ve halkın mücadelesi açısından daha bir netleştiği tarih olarak kaydedildi.

Bu tarihlerin ortak noktasına baktığımızda, saldırının hakim sınıfların devletinden geldiği, saldırıya uğrayanın ise işçi sınıfı ve emekçi halkın; devrim, demokrasi, barış ve özgürlük isteyen mücadelesi olduğu görülür. “Kanlı Pazar” olarak tarihe geçen saldırı, faşist devlet güçlerinin işaretiyle harekete geçen İslamcı faşistlerin, öğrenci gençliğe saldırısıydı. “Kanlı 1 Mayıs” saldırısı devrimci hareketi ezmek, darbe koşullarını hazırlamak üzere faşist devlet güçlerinin kontrgerilla eliyle düzenlediği katliamdı.

“Kanlı Cumartesi” ise, faşist diktatörlüğün Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkının, devrim, demokrasi ve barış mücadelesinin, Kürt Ulusal Hareketi’nin mücadelesiyle birleşmesinin önünü kesmek için gerçekleştirildi. Ankara Katliamı, bizzat TC devletinin kontrolünde olan İslamcı faşist güçlerce hayata geçirildi. Katliamı bilfiil gerçekleştirenlerin kimliğinin çok önemi yoktur. Çünkü bilinmektedir ki uzunca bir süredir faşist TC devleti, DAİŞ adlı faşist İslamcı örgütlenmeyi, “yeni kontrgerilla”  örgütlenmesi olarak kullanmaktadır. Bu İslamcı faşist örgütlenmenin Suriye savaşında, Esad ve Kürt güçlerine karşı, lojistik olarak desteklendiği ve yine içindeki MİT ajanları tarafından yönlendirildiği bilinmektedir. Ve yine bu İslamcı faşist örgütlenmenin, ülke içinde Kürt hareketi başta olmak üzere, ilerici, devrimci harekete karşı taşeron olarak kullanıldığı bir sır değildir. Ve yine sır olmayan, bu İslamcı faşist çete örgütlenmesinin, ülke içindeki saldırılarda doğrudan MİT kontrolünde ve yönlendirmesinde olduğu gerçeğidir.

Mersin, Adana HDP binalarının, Amed HDP mitinginin bombalanması ve Suruç katliamı doğrudan MİT gözetiminde bu İslamcı faşist çetenin işidir. Böyle olduğu içindir ki bu saldırılara yönelik, doğru dürüst soruşturma yapılmamış, gerçek failler açığa çıkarılmamıştır. Çıkarılmamıştır çünkü gerçek fail doğrudan TC devletidir. Bu gerçek orta yerdeyken; faşist devletin katliamı aklama çabası olarak, katliama dair yayın yasağı koyması ve “havuz medyası” aracılığıyla dezenformasyon çabaları anlaşılırdır. Katliamın birinci dereceden sorumlusu olan TC devleti, delilleri karartma ve kendini aklama çabası içerisindedir.

Bu noktada Ankara Katliamı’nın bir numaralı failinin T. Erdoğan ve AKP olması gerçeği, TC devletinin faşist karakteri ve onun halka karşı örgütlenmiş bir baskı ve katletme aygıtı olduğu gerçeğinin üzerini karartmamalıdır. TC devleti, yargısından, ordusuna, MİT’inden İT’ine kadar bu vasıfla donatılmıştır. Bu gerçek tarihsel Türkiye işçi sınıfı ve halkının tarihsel tecrübesiyle olduğu kadar, Ankara Katliamıyla bir kez daha kanıtlanmış durumdadır.

 

Ankara Katliamı’nın Gösterdiği: Saflar Net!

Şu açıktır ki Ankara Katliamı, hakim sınıflar arasındaki iktidar dalaşının bir sonucudur. Katliamın bir numaralı failinin T. Erdoğan ve AKP olması, AKP’nin Suriye politikasında besleyip büyüttüğü çetelerin varlığı bu gerçeği değiştirmemektedir. Türk hakim sınıflarının, -öncesi olmakla birlikte- AKP’yle birlikte, kendi içlerinde Ergenekon, Balyoz davalarıyla somutlanan, ardından 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarıyla açığa çıkan ve süren bir dalaşın ürünüdür. Bu tabloda halk hareketi bir yandan Gezi İsyanı’yla diğer yandan da Kürt Ulusal Hareketi’nin mücadelesiyle yeni bir boyuta ulaşan Kobanê Serhildanı’yla yer aldı.

Hem hakim sınıflar arasındaki dalaş, hem de halk hareketinin (özellikle de Kürt Ulusal mücadelesinin) varlığı beraberinde hakim sınıfların bir yönetememe krizi içinde olmasını doğurmuştur. Şimdilerde bunu kimi çevreler, “toplumsal kutuplaşma”, “parçalanma” vb. olarak adlandırsa da bunun adı yönetememe krizidir. Bu krizin baş sorumlusu, kendisini T. Erdoğan ve AKP’de somutlayan kliğin, iktidarı paylaşmama, bunun için ne gerekiyorsa yapma yönelimi vardır. Halka yönelik katliam, Kürt illerinde saldırılar, gözaltı ve tutuklama operasyonları, 1 Kasım seçimlerine yönelik sandık kaçırma ve hırsızlık girişimleri vb. vb. bunun içindir. Hakim sınıfların diğer kliği ve onların temsilcisi partiler ise, bir yandan T. Erdoğan’ın ve AKP’nin “başkan” olma ve “tek başına hükümet kurma” hayallerini engellemeye çalışırken, diğer yandan da iktidara ortak olma çabası içindedirler. Bunun için özellikle kitle desteğine ihtiyaç duymaktadırlar. Ancak ne 7 Haziran seçimi ne de önümüzdeki 1 Kasım “yeniden seçimi” buna olanak tanımamaktadır. Bu durumda hakim sınıflar ve onların temsilcisi partiler kendileri açısından “istikrar”ı bir türlü sağlayamamaktadırlar. Hakim sınıflar arasındaki bu iktidar dalaşı ve yönetememe krizi ise halka yönelik katliam saldırıları olarak yansımaktadır. Kürt halkına yönelik saldırılar ve en son Ankara Katliamı bu iktidar dalaşının sonuçlarından biridir. İş o raddeye varmıştır ki, açıktan ya da ima yollu darbe tehditleri yapılmakta, tarihsel olarak 27 Mayıs darbesi öngünleri hatırlatılmaktadır.

Açıktır ki, hakim sınıflar arasındaki bu iktidar dalaşının derinleşmesinde ve hükümet kuramamalarında, Kürt Ulusal Hareketi’nin ve HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden başarıyla çıkmasının rolü büyüktür. Bu hem AKP’nin tek başına hükümet kuramaması, hem de CHP’de ve özellikle MHP’de var olan HDP korkusu ya da diğer ifadeyle halk düşmanlığı nedeniyle böyledir. Halk saflarında olan HDP’nin barajı aşarak mecliste yer alması, beraberinde hakim sınıfların, -ne T. Erdoğan ve AKP’de ve ne de CHP ve MHP’de temsil olunan kliklerinin- işine gelmiştir. Bundan en çok etkilenen T. Erdoğan ve AKP’de temsil olunan kliktir. Sadece “başkanlık” hayalleri suya düşmemiş, aynı zamanda AKP’nin tek başına hükümet kurma olanağı da ortadan kalkmıştır.

Bu durum T. Erdoğan ve AKP’de temsil olunan kliğin “yeniden seçim” kararı almasını ve özellikle HDP’nin ne pahasına olursa olsun baraj altında bırakılması hedefinin, yeniden daha etkili bir şekilde devreye sokulmasını doğurmuştur. “Çözüm süreci”nin buzdolabına kaldırılması, Kürt halkına yönelik katliam, gözaltı ve tutuklama saldırısı başlatılmıştır. Bu saldırıdan Kürt hareketiyle dayanışma içinde olan ve yine işçi sınıfı ve halkın mücadelesini sürdüren devrimci demokratik örgütlenmeler de payını almıştır. Faşist devletin bu saldırganlığının en son ve en kanlı pratiği Ankara Katliamı olmuştur.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur. Halk hareketi, hakim sınıflar arasındaki bu iktidar dalaşına yedeklenmek hatasına düşmemelidir. Saflar hiç olmadığı kadar nettir. Bir yanda hakim sınıflar ve onların eli kanlı devleti, diğer yanda, Türk-Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan halkının, devrim, demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesi vardır. Faşist TC devleti bütün kurumlarıyla bu mücadelenin karşısındadır. Bu mücadelenin başarıya ulaşması, Ankara Katliamı’nın hesabının sorulması ancak ve ancak katliamcı devletin ortadan kaldırılmasıyla, yıkılmasıyla mümkündür. Bunun başka yolu yoktur. Devletin şu veya bu biriminin temizlenmesi/düzeltilmesi talebi iyi niyetli bir söylemden öteye gitmez ve halk hareketinin düzen içileşmesine hizmet eder.

Açıktır ki 1 Kasım seçimleri hakim sınıflar arasındaki dalaşı ve yönetememe krizini çözemeyecektir. Faşist devlet başta Kürt ulusal mücadelesi olmak üzere, Türkiye işçi sınıfı ve halkının mücadelesine şu veya bu biçimde saldırmaya devam edecek, gözaltı, tutuklama ve katliam saldırılarını sürdürecektir. Halk hareketinin bir bileşeni olarak, bizlere düşen görev, hakim sınıflar arasındaki bu dalaşta taraf olmak değil, tam aksine bu çelişkinin varlığını bilerek, işçi sınıfının, halk kitlelerinin mücadelesini yükseltmek olmalıdır. Ankara Katliamı’nın hesabının sorulabilmesi yine işçi sınıfının ve halkın kendi pratiğinden öğrenilerek yapılabilir. Gezi İsyanı ve Kobane Serhildanı bu açıdan öğretici olmalıdır. Hakim sınıfları korkutan bu pratiklerin birleşmesidir.

Ankara Katliamı’nın hesabının sorulması Türkiye işçi sınıfının ve halkın haklı ve meşru mücadelesinin; devrim, demokrasi, barış ve özgürlük talebinin yükseltilmesiyle gerçekleştirilebilir. Bu mücadele, ülkemiz koşullarında, bir yandan halkın demokratik taleplerine yanıt olmak, diğer yandan bu taleplerin karşılanmasının ancak ve ancak devrimle olabileceğinin propagandasıyla mümkündür. Ankara Katliamı’nın hesabının 1 Kasım seçimlerinde sorulması çağrıları bu açıdan sorunludur. 1 Kasım’da oyların HDP’ye verilmesi ve bunun için çalışılması ne kadar doğru bir tutumsa, bu doğru tutumla yetinmek, böylelikle hesabın sorulacağını düşünmek o kadar yanlış ve hatta tehlikelidir. 1 Kasım seçimlerinde HDP’ye oy verilmesi için çalışmak ancak bunun yeterli olmadığının propagandasını yapmak, gerçek kurtuluşun adresini göstermek anın görevi olarak ortaya çıkmaktadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu