EkolojiGüncel

Dağlar Yaşamın Sığınağıdır

Doğaya karşı yabancılaşmak, kişinin kendisine karşı yabancılaşmasından söz eder Marx. Bizler ne kendimize karşı ne de içinde kendisinden bağımsız kalmadığımız doğaya yabancılaşmamak için, duyarlılığımızı açığa çıkartmalıyız.

Doğanın özü olan ondan bağımsız olmayan bizler ne yazık ki, kendi gerçeğimiz olan doğaya karşı acımasızlık içerisindeyiz. Kendi doğasına bu denli yabancılaşan birey veya toplumdan ne beklenir? Elbet beklenti içerisinde olmak gaflettir. Konuyu daha belirgin kılmak için ve anlaşılır olması mahiyeti ile orman yangınlarını ele alacağız.

Şunu belirtmekte fayda var ki her bir yaşanmışlığın bir hikayesi ve anısı vardır. Buradan tüm Gezi ve Lice Direnişi’nde yaşamını yitirenleri anarak bu yazıya başlamak anlamlı olacaktır.

Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına : – çürüyen diş, dökülen et-,

bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler, Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet.
(Nazım Hikmet)

Gezi’de ortaya çıkan devrimci, dönüştürücü atmosfer hala sıcaklığını ve yerini korumakta. Bu yüzden Gezi dediğimizde mesele elbette ekolojiktir. Elbette mesele doğanın patronlara peş keş çekilmesine karşı bir tavırdır. Meseleyi üç-beş ağaca indirgeyip devletin tüm otoritesini orada bulunan devrimci dinamiğin üzerine saldırtmak tabii ki iktidar sahiplerinin yeni Gezi’lerin patlak vermesini engellemek içindi. Ve nitekim, Gezi sonrası yakılan kıvılcım Kürdistan’ın kalbinde kırsal kesimde aleve dönüştü. Devletin bilerek kırsal alanlara yönelmesi, kalekol, baraj, HES, bunun yanı sıra orman yakması ve kırsal alanda bulunan köyleri boşaltmasının amacı açıktır.

2012-2014 PKK’nin Devrimci İntikam Hamlesi, alan tutma ve bu alanlardan sömürgeciliği tümden def etme hedefinin yanı sıra, halk toplantıları, halk mahkemeleri yani halkın nabzı olarak artık iç içe geçen bir birliktelik somutta açığa çıkmıştı. Ancak TC bunu tam tersine çevirmeye halk ile gerillanın ilişkisini kesmek için Lice, Dersim, Botan’da Orman yangınlarına hız verdi. Özellikle Çözüm Süreci diye nitelendirilen ve kendinden hiç bir şey kaybetmeyen düşük yoğunluklu savaş sırasında bu tür pratiklerini sürdürdü.

Bir özgürlük savaşçısı için doğanın en faydalı ve onu en iyi düşmanından kamufle edecek olan, sığındığı dağlar kadar, yeşilliği de eş geçmek mümkün değildir. Ama bu doğanın eşsiz güzelliğini salt durağan veya değişmeyen, aynı zamanda insandan bir parça gibi görmemek, bizi cansız doğa anlayışına iter. Gerillanın yaşam akışıdır doğa. Avaşin, Basyan, Munzur, Mawa bu güzellikler, insanın içine yeni bir yaşamın yeni bir insanın kendisinden yeni bir doğanın yaratılmasıdır.

Şöyle bir soru sorulabilir. Demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü bir manifestosu var PKK’nin, peki neden metropollerde orman yakıyor ve bunu üstleniyor?

Devletli uygarlığın kanlı, zalim tahakkümü karşısında toplumun, insanın varlığını ve özgürlüğünü koruyabilmesinde tarihin yegane emri şudur: Kendini savunmayı bil! (Bir Savaşın Anatomisi). Burada ortaya çıkan yakıcı sorunsal şöyle formülünü buluyor. Sen bir ulusu imha ve inkar siyasetini güdüyorsan ve nihaî amacın politikan bu yönlü ise eğer, elbette onu savunan, onları kendi canı gibi koruyanlar da buna karşı mücadele edip, öyle kolay bir savruluşa imkân vermezler. Dolayısıyla metropollerde yapılan karşı hamleler TV’ye yansırken nedense Kürdistan’da TC devletinin yaptıkları yansımıyor. Diğer bir husus, Batı’yı görüp Kürdistan’a yüz çevirmek sosyal-faşizmdir… Paradigmanın sorgulanmasını yapmadan önce, çevreci geçinmek yerine ekolojik bir toplumsallık ve kentle ekolojik yaşamın nasıl olacağı? Endüstri ve sosyalizm ekolojik olarak birbirinden nasıl faydalanmalı? İnsanla doğa arasındaki bağ tekrar nasıl güçlenmeli? Bu soruların cevabını aramalı birey. Daha sonra DEKÖ Toplum Paradigması sorgulanır.

Eleştiri elbet yapılır, pratikler devrimci eleştiriye tabii tutulur. Ancak söz konusu sömürgecilik, ilhak ve işgal ise, katliam ve tecavüzse burada eleştiri havada kalır. Çünkü eylem pratiğin en can alıcı noktası ve sömürücülere karşı koyuşun en belirgin ifadesidir.

Onların dağlarımız ve ovalarımıza karşı yürüttüğü düşmanca tutuma karşı, bizler de olduğumuz her yerden bu sürece cevap olmalıyız. Tıpkı Gezi’de ve Lice’de olduğu gibi. Doğaya karşı yabancılaşmak, kişinin kendisine karşı yabancılaşmasından söz eder Marx. Bizler ne kendimize karşı ne de içinde kendisinden bağımsız kalmadığımız doğaya yabancılaşmamak için, duyarlılığımızı açığa çıkartmalıyız.

Ağaç demek, bir gerillanın sığındığı mevzidir, ağaç demek bir yoldaş demektir. Neden gerilla ormancılara karşı bağışlayıcı değildir. Çünkü onların can damarını kurutuyor. Devlet kırsalda yaratılan iktidar istemiyor. Aslında sözün özü burada.

Kaz Dağları veya Manisa Çapaklı Köyü’ndeki direniş ve yeni gelişecek olan tüm direnişler bizlere şunu gözler önüne seriyor! Türkiye’de devrimci bir dönüşüm etkisi hissediliyor. Belki de en vurucu nokta kadın eylemlilikleridir. Bu açıdan ülkenin sessizliğini kadınlar bozacak. Kadının etimilojik yapısındaki Yaşam (Jîn) aslında yeni bir yaşamın gerekliliği kadar, kadın doğası ile evrensel doğanın uyumu da unutulmamalı. Toprak ananın bereketinden, NAN’nın varoluş süresi Toros-Zağros dağ silsilesinden meydana gelmiştir. Bizler ümidimizi dağlar ve ovalardan yana hiç yitirmedik. Onurlu ve asil bir yaşamın sahipliği orda. Toplumsallık için verilen her bir bedel, elbette ki bir gün gelip, yerine yeni bedellerin ortaya çıkmasını sağlayacak. Gerillanın verdiği savaş, doğaya karşı olmadı, olmayacak. Onların verdiği savaş egemenlere ve onların yardakçılarına karşıdır. Tarlaya kenevir tohumu ekenler ile, o tohumun filizini ateşe verenler bir değil. Ve hiçbir zaman bir olmayacaklar…

Bir Özgür Gelecek okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu