DerlediklerimizGüncel

ERGİN YILDIZOĞLU | “Büyük savaş” yerine Covid-19 mu?

Covid -19 salgınının ekonomik etkileri, sağlık alanında devreye giren “sosyal izolasyon”, “işyeri kapatma” gibi önlemler bir “Büyük Depresyon” tehlikesi yarattı.

Birinci Dünya Savaşı’yla başlayan ve II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar uzanan dönemi tek bir dönüşüm dönemi olarak düşünmek olanaklıdır. Şimdi yine benzer bir dönemden geçiyor olabilir miyiz?

Kriz ve değişim – I

Öldürücü bir virüs salgını ortasında, tıbbi bir metafor çok uygun düşer: Ya hastanın bünyesi kendini tamir ederek iyileşir ve yaşamaya devam eder ya da hasta, yenik düşerek ölür.

Kriz bu iki olasılığın birden ortada olduğu karar anıdır. “İki Dünya Savaşı”nı, büyük depresyonu, yeni teknolojilerin doğuşunu, faşizmleri ve devrimci gelişmeleri kapsayan dönemi böyle de düşünebiliriz.

Bu son derecede sarsıntılı ve yıkıcı dönem, hem kapitalizmin ufkunu aşma (hastanın ölme), hem de kapitalizmin değişerek yenilenme olasılıklarını gündeme getirmişti.

Faşizm, kapitalizmin varlığını tehdit eden akımları yok etti. Büyük bunalım ve ona karşı devreye giren yeni ekonomi politikaları, kapitalizmin aşırı birikim/üretim ve talep yetersizliği sorunlarını tamamen aşamasa bile büyük ölçüde hafifletirken daha derinde, teknoloji, Taylorizm ve Fordizm gibi yeni emek süreçleri “kâr oranları düşme eğilimini” tersine çevirecek koşulları yaratıyordu.

II. Dünya Savaşı, Avrupa ve Japonya’da yarattığı yıkımla, yeni üretken (Fordist) modelin gelişmesine zemin hazırladı.

Bu gelişmelerin başını çeken ve savaşın galibi ittifakın lideri ABD, nükleer bombaların ve savaş sonrasında yeniden inşası sürecindeki, mali ideolojik liderliğinin etkisiyle, kapitalizmin yeni düzenini tehdit eden gelişmeleri durdurdu, “Soğuk Savaş” ile engellenebilir bir düzeyde sınırladı.

İngiltere hegemonyası yerini ABD hegemonyasına bıraktı.

Kriz ve değişim – II

Covid-19, yukarıda özetlediğim kapitalizmin yapısal krizinin çok özel bir anına denk geldi. ABD’nin 11 Eylül saldırısından sonra başlattığı hegemonya restorasyonu süreci tükenmişti.

Finansal krizin tetiklediği kronik düşük büyüme içinde ABD içine kapanıyor, müttefikleriyle bağları zayıflıyordu. ABD kaynaklı neo-liberal küreselleşme modeli hızla dağılırken, Çin (SSCB yıkılırken ayakta kalmayı başarmıştı) yeni bir hegemonya adayı olarak yükseliyor, “devlet kapitalizmi” modeli giderek ilgi çekiyordu. 

Kronik düşük verimlilik ve artmaya devam eden borç yükü, “kâr oranları düşme eğiliminin” ve bundan kaynaklanan birikim/kapasite sorununun aşılamadığını, aksine büyümeye devam ettiğini gösteriyordu.

Covid -19, “krizin” adeta kötü “sonsuza dönüşmüş” (giderek dejenere olan) sürecinin üzerine hem bu sürecin bir ürünü hem de dengeleri altüst etmeye aday bir hızlandırıcı olarak geldi.

Covid -19 salgınının ekonomik etkileri, sağlık alanında devreye giren “sosyal izolasyon”, “işyeri kapatma” gibi önlemler bir “Büyük Depresyon” tehlikesi yarattı.

Hükümetlerin, “ekonomide hem arz hem de talep yönetme”, büyük çaplı bir sağlık krizi karşısında büyük çaplı merkezi planlama çabaları, serbest piyasaya inancını yıkıyor; uzmanların, bürokrasinin, kamu mülkiyetinin, planlamanın önemini vurguluyor.

Kısacası devlet kapitalizmi eğilimini besliyor. “Devlet Kapitalizmi” eğilimi, biri olumlu (“piyasa devletinin” yerine “refah devleti”) diğeri olumsuz (“yeni faşizm”) iki olasılığı aynı anda güçlendiriyor.

Covid -19 krizi, Rusya’nın petrol fiyatını hızla düşürerek ABD “Şel” petrolü, “kaya gazı” sektörünü piyasadan çıkarma taktiği sonuç alırken geldi, düşüşü güçlendirdi.

Şimdi, ABD’nin enerji sektöründe bağımsızlaşarak stratejik üstünlük kazanma planları çökerken ilaç, tıbbı malzeme tedarikinde Çin pazarına bağımlı olduğu görülüyor. Çin, petrolün yeni fiyatından da yararlanarak, Covid krizinden sağlık ve ekonomik açıdan “herkesten” önce çıkmaya başlıyor.

Covid krizinin ekonomide yarattığı yıkım, Çin’in herkesten önce bu krizden çıkarken birçok ülkeye sunduğu ekonomik tıbbi yardım, ekonomik model, “Büyük Depresyon”dan sonra ABD’nin yükselişini ve II. Dünya Savaşı’nın ardından, yeniden inşa sürecindeki lider rolünü anımsatıyor.

Yine de analojiyi abartmamakta yarar var, çünkü Çin henüz, emek sürecinde “devrim” yapacak yeni bir sermaye birikim modeli üretemedi; büyük bir borç ve kapasite fazlası sorunuyla boğuşuyor. Egemen sınıfı, ancak “totaliter nüfus kontrol rejimiyle” ayakta durabiliyor.

Benzerlikler güçlü ama sürecin ucu hâlâ açık!

(Kaynak:Cumhuriyet. 2 Nisan 2020)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu