Makaleler

Bilakis buraları özgürlükten yıkılıyo-Ülkü Doğanay*

Sevgili Hülya Koçyiğit hanımefendi, geçen gün bir gazeteye verdiğiniz röportajda yine pek yerinde tespitlerde bulunmuşsunuz. Sözlerinize Cumhurbaşkanını sevmekten de öte takdir ettiğinizi ve çok da desteklediğinizi belirterek başlamışsınız. Ardından da “Bundan daha açık bir toplum görmedim ben. Bir kere böylesine bir iletişim çağında yaşarken, sosyal medya hayatımızın bu kadar içindeyken kim kendini baskı altında hissedebilir ki? Kimse baskı altında değil, bilakis herkes fazla özgür. Çok fazla atıp tutuyorlar.” deyivermişsiniz.

 

Sizi çocukluğumda izlediğim Türk filmlerinden tanırım. Yine de size hitaben bir yazı yazmaya kalkışınca kaç filmde rol almışsınız bir bakayım dedim. Tabii sizin de tespit ettiğiniz gibi iletişim çağında yaşadığımız için ben de bu özgürlüğümü kullanarak Google’a isminizi yazdım. Karşıma çıkan ilk adreslerden biri Vikipedi oldu. Ne yazık ki hakkınızda orada yazan bilgileri sizi filmlerinizden tanıma fırsatını bulamamış genç okurlarımla paylaşayamayacağım; zira fazla özgürlükten olsa gerek, Vikipedi’ye erişim engeli getirilmiş. Neyse, bu mesele üzerinde fazla “atıp tutma”ya gerek duymuyorum. Sonuçta özgürlük bu, bin türlüsü var. Biri olmazsa öbürü diyerek yolumuza devam edelim. Özgürlük dediğiniz de zaten sonsuz seçenek arasından birisini seçebilmek değil midir?

 

Haberdar oldunuz mu bilmem, geçtiğimiz günlerde İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama Merkezi’nden meslektaşlarım yürüttükleri bir araştırmanın sonuçlarını paylaştılar: “Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması”. Araştırmaya katılanların yüzde 75’inden fazlası, kaygılanma özgürlüklerini kullanarak gelecekle ilgili kaygıları arasında “insanların ifade özgürlüklerinin kısıtlanması” seçeneğini işaretlemişler. Tabii, şu anda hiç olmadıkları kadar özgür olan insanlarımız böyle bir sorunla karşı karşıya değiller. Dedim ya, bu geleceğe dair bir kaygı olsa gerek. Ha bir de ülkede yaşayan herkesin hayatını derinden etkileyen OHAL uygulaması var ya, işte onunla ilgili meseleleri Facebook, Twitter gibi sosyal medya üzerinden tartışabilenlerin oranı dörtte biri geçmiyor. Araştırma buna dair detay vermiyor ama ben kişilerin görüşlerini sosyal medyada açıklamama özgürlükleriyle ilgili olduğunu tahmin ediyorum. Tabii, istisnalar da oluyor. Ne bileyim, tutup savaş karşıtı görüşler filan açıklamaya kalkanlar var sosyal medyada. Neyse ki bağımsız savcılarımız, mahkemelerimiz hemen gereğini yapıyorlar.

 

Malum, sosyal medya paylaşımlarından dolayı gözaltılar da yaşandığı oluyor; ama bunlar hep onların suçu. Değil mi efendim? Herkes kendi işini yapsın. Mesela bir sanatçı, hekim, avukat ya da gazeteci, yediği yemeklerin, gittiği tatillerin, ne bileyim çocuklarının fotoğraflarını paylaşmak varken tutup da sosyal medyada kendisini ilgilendirmeyen konularda, hükümetimizin âli çıkarlarıyla çelişen açıklamalar yapmaya, sizin deyişinizle atıp tutmaya niye kalkışır? Kalkışmasın. Kalkışırsa elbette Sayın Cumhurbaşkanımız bunlara uygun gördüğü cevabı verme özgürlüğünü kullanacaktır.

Basın deseniz, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar özgür. Gerçi bazen hepsi aynı manşetlerle çıkıyor ama bu da bir özgürlük değil mi? Sonra dilediği siyasetçiyi, sanatçıyı, akademisyeni, hak savunucusunu hedef göstermekte, mahkemelerden önce yargılayıp cezasını kesmekte, üzerinde gizlilik kararı olan davaların dosyasındaki bilgileri ifşa etmekte ve çarpıtarak yazmakta özgür. Kimse bunlara bir şey yapıyor mu? Neden? Çünkü aksi basın özgürlüğüne müdahale olur. Siz öyle hapisteki gazeteciler diye “atıp tutanlara” bakmayın.

 

Türkiye Gazeteciler Sendikası tutmuş, 152 gazeteci ve medya çalışanı hapiste diye açıklama yapmış. Olacak şey mi? Bu gazeteciler haber yazarak suç işliyorlarsa cezalandırılmayacak mı? Bu memleketin siyasetçilerinin “bunlar gazetecilikten dolayı yargılanmıyor” deme özgürlüğü, savcıların, hâkimlerin suçluları cezalandırma özgürlüğü yok mu? Sonuçta bir kişinin özgürlüğünün sınırı başkasının özgürlüğü değil midir? Bu özgürlükler birbiriyle çatışınca elbette sizin benim gibi sıradan insanların, gazetecilerin değil, devletimizin ve hükümetimizin kıymetli üyelerinin özgürlüklerine öncelik vermek gerekir. Öyle değil mi efendim?

Naçizane, ben de bundan iki yıl önce bir akademisyen ve siyaset bilimci olarak Türkiye’nin can yakan bir sorunuyla ilgili görüşümü beyan etme ve kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen bildirinin altına imzamı koyma özgürlüğümü kullanmıştım. Sonrasında yaşananlar malum. Türkiye’nin en eski üniversitelerinden birisi olan Ankara Üniversitesi’nin rektörü derhal gereğini yaparak soruşturma açma özgürlüğünü, arkasından bizim bildiriyi imzalamamızdan 7 ay sonra ilan edilen OHAL’den faydalanarak beni ve yaklaşık 100 meslektaşımın ismini ihraç KHK’larına yazma özgürlüğünü kullanmıştı. Elbette özgürlüklerimiz karşılıklı.

 

Mesela ülke sınırlarında çalışmam yasaklandığı için yurt dışındaki bir üniversitede iş bulma özgürlüğümü kullanabilirdim. Kullandım da. Ne var ki hükümetimiz henüz hakkımda açılmış bir dava olmadığı gibi mahkemelerce alınmış bir yurt dışına çıkma yasağı da olmadığı halde hususi pasaport için başvuru yapmamı engelleme özgürlüğünü kullandığı için seyahat özgürlüğümü kullanamıyor, değil yurtdışında çalışmaya, uluslararası bir konferansa ya da tatile bile gidemiyorum. Ama böyle ufak tefek meselelere de takılmamak lazım gelir diye düşünüyorum.

Sonuçta özgürlüklerden özgürlük beğenme özgürlüğüm hâlâ mevcut. Ben de öyle yapıyorum. Mesela şimdilik böyle yazılar yazabiliyorum. Yayına hazırladığım bir kitap, tamamlamak üzere olduğum bir makale var. Gerçi siyaset bilimci olduğum ve demokrasi gibi ülkemizin şu anki şartları açısından “hassas” meseleler üzerine çalışmalar yaptığım için hükümetimizin âli çıkarlarına ters düşebilir diye tereddüt ettiğimden birkaç yıldır yayınlayamıyorum. Ama olsun. Bekledikçe üzerinde daha çok çalışma özgürlüğüm oluyor.

 

Hazır ihraç edildiğimden ve başka bir işte de çalışamadığımdan bol bol da zamanım varken… Sonra Facebook’ta kızımın doğum günü pastasının fotoğrafını paylaştım geçen gün. Ne sevimli değil mi? Ardından Bilkent Senfoni Orkestrası’nın Sevgililer Günü Konseri’ne gittim. Konserden bir kesiti videoya kaydedip onu da paylaşacaktım, ama video kaydı almak yasak diye anons yaptılar; yasalara, pardon yasaklara saygılı bir vatandaş olarak kayıt almadım elbette.

Bazen alışverişe çıktığım da oluyor: Vitrinler, mağazalar dolup taşıyor. Bir yıldır maaş alamadığımdan her istediğimi satın alamıyorum, doğrudur; ama bu benim kişisel bir sorunum, sonuçta kimse ne alıp sattığınıza karışmıyor.

B

akın Panora olur, Armada olur, sonsuz bir çeşitlilikle, sınırsız bir özgürlükle karşılaşacaksınız. Siz tabii İstanbul’da yaşıyor olmalısınız, işte oralarda alışveriş yapmaktan keyif aldığınız AVM’leri canlandırın gözünüzde; hatta yurtdışına rahatlıkla çıkabildiğinize göre büyük düşünün, Paris, New York, Londra’nın şık butiklerinde, AVM’lerinde dilediğinizi almakta özgürsünüz.

 

Anlayacağınız hanımefendi, Ayça’nın o eski şarkısında söylediği gibi, buraları özgürlükten yıkılıyo, her gün peşime bıyıklı takılıyo.

*Gazete Duvar.12 Şubat 2018

  

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu