Kadın

Bir savaş arenası olarak“kutsal erk”le imtihan -1-

Sıkça dile getiriyoruz; ataerkil sistem tarafından belirlenmiş toplumsal cinsiyet rollerinin aile, çevre ve sistemin tüm toplumsal kurumları aracılığı ile çocukluğumuzdan itibaren öğretilip kanıksatıldığını ve bunları sorgusuz kabul etmemizin sağlandığını…

Çocukluğumuzdan itibaren sisteme uygun kadınlar ya da erkekler olmamız gerektiği öğretiliyor. Farkında bile olmuyoruz ama toplumsal kadınlık ve erkeklik rolleri iliklerimize kadar işliyor/işleniyor. Bizler de bu oyunun gönüllü aktörleri haline dönüştürülüyoruz; ezen, hükmeden erkek ve ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan kadınlar olarak…

Yine bu roller bir kez öğretildiğinde/öğrenildiğinde, olduğu yerde ve biçimde de kalmıyor. İçinden geçilen sürece, koşullara göre gerici egemen sistem tarafından tekrar tekrar üretilerek kendisini yenilemesi sağlanıyor.

Toplumsal cinsiyet rolleri toplumda bu biçimde yaşanırken, devrimci, komünist saflarda nasıl yaşanıyor peki?

Komünist saflarda yaşanabilecek cinsiyetçiliğe, baskıya, erkek şovenizmine ve sistemin içinden taşınan tüm gerici yönlere, ideolojik hastalıklara vs. savaş açılmış olmasına rağmen bireyin taşıdığı bu zaaflar bir anda ortadan kalkmıyor. Hele ki bizim gibi dini değerlerle bilinçlerin kuşatıldığı ve oldukça katı yaşandığı, yarı-sömürge, yarı-feodal yapının şekillendirdiği, burjuva-feodal değer yargıları ve yozluğun, bencilliğin içinde yetişen, bilinçleri sakatlanan bireylerin, devrimcilerin bunlardan arınması elbette daha zor ve sancılı oluyor.

Komünist örgütlenmeler içinde de ileri ile geri olanın sürekli bir mücadelesi söz konusudur. Değişim, dönüşüm ve komünist kimliğin yaratılması hedefi esastır. Bu değişim-dönüşüm konusunda en fazla ayak direyen, binbir biçime bürünerek varlığını devam ettirmeye çalışan sorunların ve geriliklerin başında gelenlerden birisi de erkek egemen, cinsiyetçi yanlarımızdır. Nitekim kendini gizleyerek yaşamını sürdüren bu yanlarımızı ortadan kaldırmak zordur. Bu zorluğun nedenlerinin başında ataerkil anlayış ve yaklaşımların çoğunlukla açıktan ve kaba yaşanmıyor olması gelmektedir.

Bugün komünist örgüte baktığımızda; kadın sorununa karşı ilgisiz, sorunlu yaklaşımları gündemine alarak bu alana daha fazla müdahale edip, sorunları gidermeye dönük bu yönlü çalışmalara yoğunlaşmasıyla atılan olumlu adımların özelde kadın yoldaşlarda belli bir bilinç düzeyi yaratmaya başladığını görürüz. Bu süreçlerde kadın yoldaşlarda belli bir cinsiyet bilincinin oluşmasıyla, yapı içindeki ve dışındaki cinsiyetçi, erkek egemen yaklaşım ve ele alışların daha fazla sorgulanmaya başlaması ve artık bunlara da müdahale edilmesi vs. kolektif içindeki erkek egemen yaklaşımların daha fazla su yüzüne çıkartılarak, görünür olması sağlanmıştır. Bu görünürlük sayesinde bir kez daha gördük ki, “kadın sorunu” olarak adlandırılan sorun aynı zamanda (ve esas olarak) bir erkek sorunu(dur). Bu da ataerkil cinsiyetçiliğe, erkek şovenizmine karşı mücadeleyi zorunlu kılıyor, temel mücadele alanlarından biri haline getiriyor.

Bu mücadelede sadece kadının geriliklerine, ikincil konumuna, edilgen, pasif, inisiyatifsiz, feodal yönlerine değil, aynı zamanda ve esas olarak da erkeğin, sistemden içimize taşıdığı ve ayrıcalıklı konumunu korumak isteyen baskın, yöneten, erkek egemen yönlerine de vurmak, mücadele etmek zorundayız. Ve bunu iki cinsin birlikte yürütmesi gerekiyor. Bugün pratiğimize baktığımızda, erkeklerin hemen hepsinin, kadınların ise bir kısmının sorunu kendi dışlarında gördüklerinden bahsetmek mümkündür. Bu bakış açısında bile sistemin öğretilmiş erkek egemen anlayışı var. Kendisinin burjuva-feodal “erkeklik”ten arındığını sanan erkek, her şeyi “bildiği” için(!) kolektif içindeki kadın ve erkeklik sorununu da dışında arıyor! (Bu noktada, kadınların da benzer düşüncelere sahip olması, bizleri yanıltmamalı. Zira cinsiyet bilincinden yoksunluk, ezilen cins olarak kadının bilincini de dumura uğratırken, kendini iktidarla özdeşleştirmesine neden olur.)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu