GüncelManşet

BİR AGOS AÇTIN…

Aradan yıllar geçti. Tıpkı Armenak gibi unutamadık seni Hrant ahparig! Yalnız ben mi unutamıyorum? Yalnız ben mi alışamadım bu ölüme? İnanmıyorum. Yıllara geçmesine rağmen Ermeni bir aydın, Ermeni bir gazeteci bir an olsun unutulmadan bu kadar mı güçlü anımsanır ve yaşatılır? Bu kadar mı çok sevdikleri, dostları, yoldaşları olur?  Bu kadar mı çok sevdikleri tarafından yaşatılır? Sanki ilk günkü gibi bu kadar canlı hatırlanan başka kaç kişi vardır ahparig? Kimler unutulmaz? Kimler bu kadar çok sayıda aydınlar, sanatçılar, yazarlar, şairler, öğrenciler, emekçiler tarafından sevilir? Kimlerdir yaşayanlar, kimlerdir ölenler ahparig?  Bu kadar çok sevdikleri olan, yaşamın her anında bu kadar güçlü anılan biri hiç ölebilir mi?

Okul yıllarında seni eskimiş yıpranmış deri ceketli halinle hatırlıyorum. Sen ve Armenak önden biz genç iki yeni yetme devrimci arkanızdan sizlere hayranlık dolu gözlerle bakarak övünçle yürüyorduk. Hrant ahparigle ilgili ilk anın nedir denirse uzun boyuna yakışmış yıpranmış deri ceketli halin ve futbol maçında yaptığın cesur kavgaların gelir. Sonra çok az sayıda insanda olan kendine özgü duruşun, yürüyüşün ve insanı etkileyen ses tonun gelir. Sadece sana ait Hrant’a ait olanlar gelir aklıma…

Bazı insanlar var bilgili-birikimli olur, becerikli ve yetenekli olur, düşünsel yönü derin olur ya da hemen göze çarpan başka bir özelliği olur örneğin fiziki olarak alımlı olur ancak sahip olunan bütün bilgi-birikim-güzelliğe rağmen karşısındaki insanları etkilemede sıkıntı yaşar, zorlanır. Çekici ve etkileyici yönü zayıftır. Ancak bazıları da vardır örneğin ölümsüz sanatçı Yılmaz Güney gibi Che gibi Armenak gibi senin gibi karşısındaki insanı bakışlarıyla duruşlarıyla kendine özgü yürüyüş ve davranış biçimiyle, ses tonuyla kolayca etkiler adeta büyüler.

Okulda senden yaşça küçükler başta olmak arkadaşların büyük çoğunluğu sana güçlü bir sempatiyle bakarlardı. Adeta hayranlık duyarlardı. Yeni yetme biz genç solcuların sana ve Armenak’a olan sempatimiz büyüktü. Sizin arkanızdan, yürüdüğünüz yoldan yürümemizin bunda payının olduğunu belirtmek isterim. İlk göz ağrımız ilk örnek alıp sempati duyduğumuz devrimci ağabeylerimizdiniz. Futbol sahalarındaki “dacik”lerle bir Ermeni delikanlısının kavga cesareti, dik ve onurlu duruşu, biz hay gençlerini oldukça etkiliyordu.  Korkmadan diklenmen, rakibinin yapısından ve oldukça çok sayıda olmalarından korkmadan yumruk atman, altta kalmadan saldırman bizleri oldukça cesaretlendiriyor ve sana olan hayranlığımızı büyütüyordu. Bu yüzden senin ve Armenak’ın arkasından hayranlık dolu gözlerle sizlere bakarak, yürüyor ve sizler gibi olmayı özeniyor, büyük hayaller kuruyorduk. 

Ocak ayının o soğuk zemheri gününde yere serili cansız bedeninde seni en iyi şekilde insana ait olan masumiyet içinde en iyi anlatan yırtık ayakkabıların oldu. Hiçbir piyasa aydınında, gazetecisinde olmayan o yırtık ayakkabılar sana-halkımıza özgüydü. Sokaktaki insanlar kendilerine ait olan yoksul bir parçayı ayaklarında ki yırtık ayakkabılarında buldu. Herkes kendisine benzeyen bir yanı senin cansız bedeninde gördü. 

Katiller ve muktedirler bu gerçekliği bilip hesaplayamadan bu derinliği görüp düşünemeden başta Ermeni halkına olmak üzere adalet özgürlük eşitlik arayan herkese korku ve gözdağı olsun diye cansız bedenini uzun süre yerde tuttu. Ancak hesap tutmadı. Silah öylesine güçlü bir şekilde ters tepti ki cansız bedenini gören herkes adı konmamış bir kin ve öfkeyle lanetledi bu katliamı, yüzünü göremediği bu mağrur Ermeni’ye büyük bir hayranlık duydu. Cenazene katılan yüz binlerin hafızasında hep senin yere serili cansız bedenin ve o yırtık ayakkabılı mazlum halin kaldı.

Klasik aydın, gazeteci profilinin dışında bir görüntün yani kimsede kolay olmayan sana ait olan Hrant’a ait olan bir özgünlüğün vardı.

Yılmaz Güney gibi yürürdün be ahparig. Belki de biz öyle hayal ediyorduk. Bizler seni ezilmişlere ve yoksullara ait olanların temsilcilerine benzeyen birine o kadar çok benzetiyor ya da benzemeni istiyorduk ki neden buna ihtiyaç duyduğumuzu o günkü ezilmişlik dünyamızın güçlü isteği ve ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Seni bütün horlanan, dışlanan, ötekileştirilen suskun ve sessizlerin yani en alttakilerin cesaret ve yiğitlik sembolü, “idolo”  gibi hayal edip, düşünüyorduk.

Sayısız katliamlardan, kıyım ve soykırımdan geçirilmiş acı ve çilelerin bin bir rengini ve türünü yaşamış yıllarca susturulmuş, beton altına gömülerek büyük bir ölüm sessizliğine gömülmüş mazlum ve mağrur bir halkın içinden çıkıp gelmiştin. “Dacik” rakibinin karşısında korkmadan, cesaretle durmanı, diklenmeni ancak bizim gibi acının en köklüsünü en derinini yaşayan susturulmuş acılarıyla beraber sessizliğe gömülmüş halklar anlar. Suskunluğa ve sessizliğe gömülmüş halimizi ezgin duygularımızı, korku ve ürkek dolu bakışımızı, bize ait olan dünyamızı başkaları anlayamaz. Azınlıkta ve yalnız olmak ne kötü bir şeydir! Kendini sahipsiz ve kimsesiz hissetmek ne acı bir duygudur. Ürkmek, korkmak, her türlü haksızlığa, hakarete ve aşağılanmaya rağmen susmak! Kendine ait olanı yaşayamamak! Ağzın kan dolu olmasına rağmen tükürememek. En barbar, en vahşi, en insafsız ve vicdansız katliama uğramış halkların, insanların dışında bizleri kimse anlayamaz, yaşadığımız-hissettiğimiz duyguların renginin ne olduğunu bilemez. Bizleri ancak en iyi Rumlar, Süryaniler, Keldaniler, Ezidiler, Aleviler, Kürtler, kendisine ait olan cinsiyetini özgürce yaşayamayanlar, zulüm altındaki kadınlarımız anlar. Bizleri ancak biz olanlar anlar. Yani bu ülkenin onur ve vicdan sahibi sanatçılar, aydınlar, yazarlar, şairler, öğrenciler, devrimciler, özgürlükleri için mücadele edenler anlar.        

Yıllar sonra mütevazi bir gazete çıkardın. Adına da AGOS dedin. Dikenler, teller, çitler içinde, patlamaya her an hazır mayınlar ve patlayıcılar üzerinde tehdit dolu bakışlar, aba altından gösterilmiş namlular altında yürüdün. Bir yol açmaya çalıştın. Agos oldun. Kurak ve çorak topraklar üzerinde yalnız halinle bir yol bulmaya çalıştın. Agos açarak yürüdüğün yolun bir gün bu kadar genişleyip büyüyeceğini sen bile tahmin edemedin. Bir gün büyüyüp gelişeceğini düşünemeden ince-küçük tohumlar atmaya çalıştın. Bir coğrafya parçası kadar geniş bir alana çıkacak kapıyı araladın. Kökleri yüzyıllık soykırıma kadar uzanacak derinliğe inen adımı attın.  O günlük koşullarda sadece gazetecilik görevini yaptığını düşündün. Attığın adımların ilerde nasıl bir sonuç doğuracağını, nasıl bir toplumsal sorunun tartışılmasına ve yaratılmasına doğru gideceğini sen bile hayal edemedin, ahparig! Yaşadıkları katliam sonrası korkularını sessizliklerine ve suskunluklarına gömerek hayatta kalabilme şansı elde edebilmiş, varlığını ancak bu şekilde sürdürebileceğini düşünen binlerin, on-binlerin umudu oldun. Sessiz ve suskun kalabalıklar yırtık ayakkabılarıyla cansız yere serilmiş mazlum bir Ermeni’yi görmeye artık tahammül edemedi. Halk sel oldu ırmak oldu aktı. Mırıltılar, yükselen bir sese yankılanarak öfkeli bir haykırışa dönüştü. Arkandan öfke dolu yüz-binlerin yürüyeceğini sen bile düşünüp hayal edemezdin, ahparig! Sessizlerin sesi, dilsizlerin dili, yüreği korkuyla çarpanların cesur yüreği oldun!

Hrant ahparig! Bedelini açtığın Agos(yol)la ödediğin yolda çorak topraklar üzerinde yürüyen on binler kendi gerçek kimliklerini buldular.  Yıllarca beraber yaşadıkları evlatlarına bile gerçek kimliklerini söylemekten korkup çekinen anaların dağlanmış dili oldun. Dağlanmış dil yıllar sonra konuşmaya başladı. Gerçek kimliklerini önce mırıldanarak sonra kelimeleri anlaşılmaz seslerle dile getirerek en yakınlarında olan evlatlarına ifade etmeye başladılar. “Aslında, ben bir Ermeniyim, biz Ermeni’yiz” denmeye başlandı. Sorun Ermeni olup olmamak tan öte daha derin geçmişi olan yaşanmış olan bir soykırıma uzanan gerçekliğin kendisiydi. Yaşanan bir soykırım sonrası ayakta kalabilmek için kabul edilen bir kimliğin zor ve katliamla kabul edilmesiydi.

Hrant ahparig kaybedilmiş kimliklerin bulunmasının yolunu açtın. Onlara kim olduklarını şimdiye kadar yaşadıklarının gerçek olmadığını gösterdin. Büyük bir uyanışın derin bir sorgulamanın Agos’unu (yolunu) açtın. Günlük basında kaç köşe yazarı kaç gazeteci annelerinin bir Ermeni olduğunu açıklama cesaretini gösterdi. Henüz açıklamaktan çekinenlerin ne kadar çok olduklarını tahmin edebilsen! Senin ve açtığın Agos sayesinde kaç Kürt, kaç Alevi gerçek kimliklerinin Ermeni olduğunu öğrendi. Ya henüz bilmeyenlere ne demeli? Henüz dayandığı toprağın yaslandığı köklerinin ne olduğunu kimlere ait olduğunu bilmeden anlamadan yaşayanların sayısına ne demeli ya da bildiği halde farklı nedenlerden dolayı korkudan söyleyemeyenlerin sayısına ne demeli? 

Kim olduğunu bilmeden yaşamak, yıllarca kim olduğunu anlayamadan, gerçek ismini bilemeden yanılsamalı ve gerçek olmayan bir şekilde yaşamak! Köklerine, toprağına dayanmadan, kendine ait olanlara yaslanmadan sahtece yaşamak! Bu toprakların çocukların tirajik-tarihsel yazgısı bu mudur? Bu nasıl bir acıdır. Tanrım! Bu nasıl bir zulümdür! Sen olmayan sana ait olmayan bir şeyi yıllarca yaşamak zorunda bırakılmak. İstemediğin, kabul etmediğin sana ait olmayan bir kimliği sahip olmak zorunda bırakılmak. Nasıl bir Jenosid yaşandı ve yaşatıldı ki üzerinden bir asır geçmesine rağmen acılar bitmeden taptaze yaşanmaya devam ediyor. Sosyal-psikolojik araştırma ve incelemelere muazzam düzeyde konu olacak bir tarihsel ve toplumsal yıkım ve kıyım üzerinde “sosyolojik yeni bir bilim” gelişecek, adına “jenosid bilimi” denilecek.

HRANT MESELESİ İNSANLAŞMA MESELESİDİR.

Toplumlar tarihinde benzer nitelikte sınırlı sayıda olay vardır ki ölüm sonrası bu kadar büyük bir toplumsal çalkantı ve sarsıntı yaratabilsin. Ölümünden sonra uyuyan bir devi uykusundan uyandırabilsin.  “Müslümanlaştırılmış Ermeni” meselesi diğer bir adıyla “kılıç artıkları” meselesi yani Ermeni soykırımı meselesi bu toplumun demokrasi kavşağıdır. Bu kavşakta yürünmesi gereken yol bulunacak, bu kavşakta istikamet belirlenecektir. Doğru istikamette yürünerek bu topluma ait olan yaşanan tüm acıların çözüm yolu açılacaktır. Bu düğüm çözülmeden bu soruna doğru ve bilimsel bir bakış açısıyla bakılmadan vicdan ve ahlakla yaklaşılmadan adalet ve özgürlük arayışıyla aranmadan ne Kürt özgürlük meselesi, ne Alevi ne inanç ve kültürler meselesi ne de kadınların özgürleşmesi meselesi çözülemez.

Hrant ahparig tam da bu kavşağın ortasında katledildi. Tüm toplumsal ulusal-inançsal-kimliksel sorunların orta yerinde/merkezinde katledildi. Hrant ahparigin katliam sorunu çözülürse, Rum-Süryani-Keldani, Kürt, Alevi, kadın,  LGBT ve her türden inanç ve kültür sorunları çözülecektir. Bu düğüm çözüldükçe ülkemizin demokrasi ve özgürlüklere ait tüm toplumsal sorunsal yumağı birer birer çözülmeye başlayacaktır. Düğüm Ermeni Soykırım sorunun çözümündedir.

Bu ülkede Ermeni düşmanlığından vazgeçilmedikçe Kürt düşmanlığı, Alevi düşmanlığı kadın düşmanlığı bitmeyecektir. Uluslara-halklara-inanç ve kültürlere-cins kimliklerine karşı taşınan ve beslenen düşmanlıklar bitmeyecektir. Hiçbir özgürlükler sorunu tedavülden kalkmayacaktır. (Bir ÖG okuru)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu