Makaleler

BİR AKIL TUTULMASI ÖRNEĞİ: MİT’E TEŞEKKÜR!

16 Nisan’da MİT yasa tasarısı görüşmeleri sırasında Sırrı Sakık meclis kürsüsünden “MİT’e teşekkür” etti. Tabi bu teşekkür, “barış ve uzlaşma görüşmelerini sürdürdüğü ve sürece katkı sunduğu, son bir yıldır kanın akmasını engellediği” için yapıldı. Pervin Buldan bu tavrı hemen tekzip etti. Roboski katliamı, Paris cinayetleri, Lice ve Gever hala öylece belirsizliğini korurken MİT’e teşekkür etmeyi doğru bulmadığını söyledi. Zira bu katliamların hepsinde başımıza barış güvercini olarak kondurulmaya çalışılan Hakan Fidan’ın müsteşarlığını yaptığı MİT’in sorumluluğu vardı. Bu katliamların hepsinde MİT’in doğrudan payı olduğu belgeleriyle ortaya serilmişti üstelik.

Kürt Ulusal Hareketi kuşkusuz homojen bir yapı değil. Sorunları ele alışta farklı siyasi eğilimler ve tutumlar söz konusu. “Çözüm süreci” denilen “barış ve uzlaşma” politikasını ele alışta da bu farklı yaklaşımlar açığa çıkmaktadır. Bu politikanın Türk egemenleri cephesinde şekillenişine dair de farklı değerlendirmeler ve ele alışlar söz konusu.

Kürt meselesine, Türk egemenlerin yeni “uzlaşma ve barış” çizgisinde yaklaşımına Kürt Ulusal Hareketi’nin genel yaklaşımının belli sorunları içerdiğini belirtmek gerekir. Devletin geleneksel inkarcı, imhacı ve katı asimilasyoncu çizgisinden taviz veren tutumunun AKP’nin ya da daha doğru bir ifadeyle Tayyip’in kendinden menkul bir tutumu ve onların sahibi olduğu bir çizgi olarak ele alınmaktadır. Bu noktada son dönemde Kürt Hareketi’nin siyaset merkezlerinde bu tutumun sorgulandığını görmekteyiz. Kandil’den yapılan açıklamalar, BDP eş başkanlarının açıklamaları “uzlaşma ve barış” çizgisinin AKP’ye mahkum olmadığını, bu şekilde ele alınmasının doğru olmadığını ifade ediyordu. Ancak oluşmuş ve oldukça pekişmiş olan bir algıyı bu açıklamaların kırmadığını belirtmeliyiz. Ki bunun kararlı ve net bir siyasi çizgiye kavuşmaması da söz konusudur.

Nihayetinde “barış ve uzlaşma” politikasının sahibinin AKP olduğuna dair hem geniş bir Kürt kitlesinde hem de Türk halkı içinde bir kabul söz konusudur. Bu kitleler açısından aslında normal bir durumdur. Ancak bu sürecin sahibinin AKP olduğu, o olmaksızın bu politikanın yürümeyeceğine dair yaklaşım Kürt Hareketi içinde de güçlü bir damardır. Bunun bir siyasi temsili oluşturduğunu da belirtmekte fayda var.

Çözüm süreci Türk egemen kliklerinin ortak projesidir!

Bu durumun artık gelinen noktada Kürt Ulusal Hareketi’nin de aleyhine dönen sarsıcı ve yıkıcı sonuçları ortaya çıkmaya başlamıştır. Özellikle politize olmuş, Kürt meselesinin barış yolu ile çözülmesini isteyen geniş bir Kürt kitlesinin bu yaklaşımdan dolayı kazanılmasında ve Türk egemenlerine yönelmesinde ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Türk egemenlerinin temsilcisi AKP bu kafa karışıklığını ve muğlaklığı sıkı bir demogoji ve propagandayla kitleleri kendine yedeklemede kullanmaktadır.

30 Mart seçiminde bunun sonuçları ortaya çıkmıştır. Kürt Hareketi’ne sempati duyan ama onun etrafında kararlı şekilde kenetlenememiş bir kitle AKP’nin sorunu “çözme” iddiası ve kendisi olmaksızın sürecin yürümeyeceğine dair propagandası etkili olmuştur. Seçimlerde bir desteğe dönüşmüştür. Bu seçimde “çözüm sürecine darbe yapılıyor” propagandası ile bir önceki süreçlerde başka propaganda argümanlarıyla ve belki de bir sonraki süreçte bambaşka bir argümanla aynı propagandayı yapacaktır. Zira bu algı aşındırılmadığı, gerçekler berrak bir şekilde bu algının karşısına dikilmediği sürece Türk egemenleri bu şekilde manüplasyona, oyalamaya ve kitleleri kendine yedeklemeye devam etme olanağı bulacaktır.

Kürt Hareketi içinde de “barış ve uzlaşmayı” mutlaklaştıran bir kanat vardır. Bu siyasi çizgi var olan politikayı savunmayı fanatik bir çizgiye ve çokça arızalı bir noktaya taşıyan yaklaşımlara vardırmaktadır. Bazen akıl tutulması diyebileceğimiz uç noktalara da evrilmektedir. Bu çizgi son süreçte Sırrı Sakık’ta temsiliyetini bulmaktadır. Ancak kesinlikle bunun Sırrı Sakık’ın kişisel yaklaşımı olmadığını bir çizgi olduğunu kabul etmek gerekir. Bu çizginin akıl tutulması şeklinde ortaya çıkan beyanlarının, sırtını dayadığı nokta ise Kürt Ulusal Hareketi’nin Türk egemenlerinin politikasının kapsam ve boyutunu belirlemede yaşadığı sorunlardır.

Hayata geçen “uzlaşma ve diyalog” sürecinin bir AKP projesi olmadığını anlamak ve kavramak ve ona göre siyasal çizgiyi belirlemek, Türk egemenlerinin her türlü oyalama, manüple etme, kitleleri kendi çizgisine yedekleme siyasetine karşıda bir barikat olacaktır.

Bunun artık berrak şekilde açığa çıktığı gelişmelerde yaşanmıştır. Kürt meselesindeki yeni politika Türk egemenlerinin ortak siyasi çizgisidir. Bu çizgiye karşı çıkan egemen güçlerin oranı ise dikkate alınmayacak düzeydedir. Son seçim sürecinde egemenler arasındaki kapışmada ve tüm gizli kapaklı işlerinin deşifre edildiği süreçte nerdeyse dokunmadıkları (Paris cinayetleri ve Roboski katliamında sızdırılan birkaç belge hariç) tek alan Kürtlerle yaşanan süreç olmuştur. Bu sert ve acımasız kavgada, yaşanan uzlaşma ve diyalog arayışları deyim yerindeyse itina ile korunmuştur. Küçük, etkisiz, anlık retorik dışında bir siyasi malzeme olarak kullanılmamıştır. Konuya dair kliklerin elinde karşı tarafı sıkıştıracak ve Türk şovenizmine oynayarak aşındıracak kasetlerin, materyallerin olduğu açıktır. Ancak bunların süreci sabote edeceği hesaplanarak açığa çıkarılmamıştır. Kimi internete sızan önemsiz materyaller ise adeta doğal iş birliği yapılmışçasına ne AKP, ne cemaat ne de Kemalist kesimlerce gündeme taşınmış, adeta yok sayılmıştır. Egemenlerin en sert savaşımında Kürt meselesi gibi taraflara bol miktarda ekmek çıkacak bir konunun hiç gündeme taşınmaması bile hayata geçen siyasi projenin AKP’nin boyunu aştığını, onun iradesinin ötesinde bir ortak çıkarın ürünü olduğunu göstermektedir.

Ki aynı seçim döneminde Kılıçdaroğlu biraz ürkek olsa da kendileri iktidara gelse de sürecin devam ettirileceğini net ifade etti. Zaten CHP ve MHP’nin muhalefet yapma profiline baktığımızda dahi sorunun egemen sınıfların ortak çıkarı olduğunu görebiliriz. Suriye meselesinde nasıl egemen sınıflar ortak bir politika belirlememenin sıkıntısını yaşıyor ve bu muhalefet etme biçimine yansıyor ve pratikte karşılığını buluyorsa, Kürt meselesinde de ortaklaşmış akılın sürecin ilerlemesinde aynı etkiyi gösterdiğini görüyoruz. Bu kavrandığı noktada Türk egemen sınıflarının bir siyasi taktik olarak Kürtleri AKP’ye mahkum etme politikası da boşa düşürülecektir.

Hırsıza teşekkür, ona Ağrı’da cesaret getirdi!

Kürt Hareketi içinde Sırrı Sakık’ta cisimleşen siyasi çizgi uçlaşmış biçimde yansımaktadır. Bu çizginin Kürtler nezdinde içerde ve dışarıda azımsanmayacak bir toplumsal karşılığı da vardır. Barışı ve uzlaşma çizgisini koruma AKP’yi ya da niyetten bağımsız devletin mevcut tasfiye ve aldatma çizgisini korumaya dönüşmektedir. Kah AKP’nin Kürt politikasını güçlendirmek için Amed’i ziyaret eden Barzani’yi karşılama tezcanlılığıyla sıraya girmede, kah “başımıza yağan bombaların alınmasındansa, hırsızlamaları daha iyidir”, kah “barışın ve sürecin mimarı MİTe teşekkür” şeklinde ideolojik körlüğe vardıracak boyutlara evrilmektedir bu çizgi. Ama bu uç vermiş haliyle mücadele görece kolaydır. Ancak bu uç vermiş halin ötesinde daha sistemli ve “mahkum” hale gelmiş bir tehlikeli çizgi vardır. Bu uç vermiş hali tehlikenin ne denli büyüdüğünün göstergesidir.

Meselenin ironik yanı ise Sırrı Sakık’ın henüz yeni bir seçim yarışında Ağrı’da maruz kaldığı açık hilelerle kazandığı seçimin elinden alınması durumudur. Bir belediye seçiminde bile ne denli çirkef, hırsız ve Kürt düşmanı olduğunu gösteren bu anlayışın Kürtlere vereceği bir şey olmadığını anlamak hiç de zor olmayacaktır. Tarihsel ve güncel deneyimler bu siyasi sapmayı mahkum etmektedir. Sırrı Sakık sadece katillere, inkarcılara değil elinden kazandığı seçimleri çalmaya çalışanlara da teşekkür etmektedir!

“Barış ve uzlaşmada”, Kürtlerin belli oranda tanınan ama hiçbir yasal güvencesi olmayan ulusal hakları da Kürt halkının kanıyla, canıyla ödediği bedellerle gerçekleşmiştir. Türk egemenlerini bugünkü noktaya taşıyan da bu mücadeledir. Ne Hakan Fidan’a ne Tayyip’e ne Türk egemenlerine Kürtlerin bir teşekkür borcu vardır. Ama bu katil sürülerinin Kürtlere büyük bir özür borcu vardır. Gecikmeksizin Kürtlerin Özgürce Ayrılma Hakkını tanımasına mecbur kılan yani bir şekilde sonlarını getirmeyi gerektiren mücadele gereklidir. 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu