Makaleler

Bu acı hepimizin acısıdır!

20. yüzyıl, insanoğlunun soykırımlara tanık oldukları en karanlık dönemlerdir. İlkin, 1915 yılında Ermeni ulusu yaşadığı Anadolu toprakları üzerinde iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Partisi tarafından soykırıma uğratıldı. 1,5 milyon insan hayatını kaybetti. İlk defa böyle bir olayla karşılaşan insanlık çok geçmeden Yahudi soykırımı ile karşılaştı. Nazi Almanya’sında iktidarı ele geçiren Hitler Faşizmi, 7 milyon Yahudi ile 11 milyon insanın ölümüne sebep oldu. İlk defa Birleşmiş Milletler’de kabul edilen soykırım tanımı ve insanlığa karşı işlenen suç kapsamında görülen soykırım olayları bugüne kadar halen önlenememiştir. Yine Yugoslavya’nın dağılmasından sonra, 1992-1995 yılları arasında Serebrenitza Soykırımı olarak da anılan, Sırp’ların Boşnak’lara karşı giriştiği ve 315 bin insanın hayatını kaybettiği, insan hakları, demokrasi savunucuları Avrupa’nın tam ortasında yaşanılan bu olay, halen acılarıyla anılmaktadır. En son olarak ise Afrika/Ruanda’da 1994 yılında yine iktidarda bulunan Hutu’ların, azınlık Tutsi’lere karşı giriştiği soykırım olayında yine 800 bin insan hayatını kaybetmiştir. Bosna ve Ruanda’da hiçbir şekilde müdahale etmeden olayları seyreder durumda kalan Birleşmiş Milletler, gerçek rolünü oynayamamış, seyirci kalmıştır.

Gerekli derslerin çıkarılmadığı, geçmiş ile yüzleşme olmadığı, suçluların siyasi çıkarlar için görmezden gelindiği yaşadığımız yeni yüzyılda insanlar halen soykırım korkusu ile yaşamaktadır. Dünyayı bir ahtapot gibi saran emperyalizm en ücra köşeye kadar girmiş durumdadır. Tüm yaşanan sonu böyle acı ile sonuçlanan olayların arkasında emperyalizm muhakkak aranmalıdır. Suç ortakları ise yerli işbirlikçileri olan iktidarlardır. Bugün yaşanan savaşlar, toplu göç olayları, toplu ölümler arkasında zenginliklerin paylaşılması konusunda süren rekabettir. Afrika kıtasının zengin doğal kaynakları bu yüzden emperyalistlerin iştahını kabartmaktadır. Avrupa ile Amerika kıtasının bu refah ve zenginliklerinin arkasında, Afrika’yı soyup bütün olanakları kendi ülkelerine aktarmakla olmuştur.10 milyon nüfusu ile Afrika’nın ortasında Kenya, Tanzanya, Burundi, Uganda ile çevrili olan Ruanda’da iki büyük etnik grup yaşamaktadır. Hutu ile Tutsi’ler. Nüfusun % 90’ını Hutu’lar, % 10’unu ise Tutsi’ler oluşturmaktadır. Ülkenin zengin kaynakları olmamakla birlikte doğal yeşillikleri ile tanınmaktadır. İlk dönemlerde Tutsi’ler yönetim ve ekonomik alanda güçlü durumda iken, Hutular tarım ile uğraşıyordu. Ruanda’yı sömürgeleştirmek için gelen güçlerden Almanya toplumun kültürel yapısından ziyade ekonomik kazanımları ile ilgilendiler. 1900’ların başında sömürgeci devletlerin başında gelen Belçika ise kendi kültürünü aktararak özellikle Tutsi’ler arasında Hristiyanlığı yayarak Belçika’lıları temsil edecek bir topluluk yaratmak istediler. Bunda da başarılı oldular. Toplum Hutu ile Tutsi’ler arasında daha ilk yıllarda başlayarak ekonomik, sosyal ve kültürel olarak ayrıştırılmaya başlanmış soykırıma giden yolun ilk adımları böylelikle atılmış oldu.

Uzun bir tarihi süreçtir beraber yaşadıkları topraklar üzerinde artık farklı farklı yanları öne çıkmaya başladı. Hutu’ların kimlikleri ayrı Tutsi’lerin ayrıdır. Birbirleri ile evlenmek kesin olarak yasaktır. Aynı çevrede oturmak, aynı okula gitmek, günlük yaşantıda görülen farklılıklarıdır. Tutsi’ler ülkenin idarecileri, Hutu’lar ise yönetime karşı gelen muhalefeti olmuştur. Toplum böylelikle iki kesime ayrılmış oldu. Bir etnik gurubun, diğer bir etnik guruba karşı üstünlüğü sağlanmış oldu. Aralarına nefret ve düşmanlık tohumları sokularak Belçika’lıların desteklediği Tutsi’ler,Hutu’ları her alanda dıştaladılar.1962 yılında Ruanda’nın bağımsız olmasına Belçika’lılar izin verdi. Ruanda sözde bağımsız ama özünde Belçika’lılara yine bağımlı oldu. Bağımsızlık ilanından sonra, Belçika’lılar politika değişikliği yaparak çoğunluğu oluşturan Hutu’lara destek vermeye başladı. 1990 yıllarında Hutu ile Tutsi’ler kendi aralarında kısa süreli bir iç savaş yaşamış olsalar da kendi önlerinde engel olarak gördükleri Tutsi’leri bu sefer kesin olarak yok etmek ve kökünü kazıma kararı verdiler. Hutu ve Tutsi’lerin birbirlerine düşmelerinin sebebi emperyalist sömürgeci politikalar olmuştur. Yüzyıllardır beraber yaşadıkları topraklar üzerinde halklar birden bire birbirlerine balta, pala ile saldırarak düşman oldular. Çatışmaların başlaması için sadece bir kıvılcım yeterli olacaktı. 1994 yılında Hutu kökenli Devlet Başkanı Juvenal Habyariamana’yı taşıyan uçağın düşürülmesinden Tutsi’ler sorumlu gösterilince Hutu’lar Tutsi’lere karşı katliamlara başladılar.

”Tanrının uyumayı sevdiği tepeler”

6 Nisan 1994 tarihinde başlayan katliamda çoğunluğu Tutsi azınlığı, ılımlı Hutu’lar da dahil olmak üzere Ruanda’lıların deyimiyle ”Tanrının uyumayı sevdiği tepelerde” 800 bin kişi, 100 gün içerisinde hunharca öldürüldü. 20. yy’ın en cani, vahşice işlenmiş soykırımına insanlık tanık oldu. Katliamlar radyodan yapılan anonslar ile başladı. Önceden tespit edilen evler ve kişilere karşı harekete geçildi. Olaylar kitlesel boyut kazanınca, önü alınamaz duruma geldi. Bölgede bulunan Birleşmiş Milletler askeri görevlileri, dönemin BM Genel Sekreteri Koffi Annan’ı arayarak ne yapılması gerektiği sorusunu sorunca, cevap olarak müdahale edilmemesi yanıtını almışlardır. Kendisinin de aynı ırktan olduğu Koffi Annan katliamlara seyirci kalarak vicdanının sesine değil, BM ile Amerika’nın siyasi çıkarlarına hizmet etmiştir.

Hutu’lar katliamları gerçekleştirmek için ırkçı, militarist bir örgüt oluşturdular. İnterahamme adı verilen bu askeri teşkilat ülkenin her tarafına adamlar göndererek örgütlendiler. Katliamı gerçekleştiren bu örgüt insanları öldürmekte silah yerine pala, balta, satır kullandılar. Bu kesici aletleri Fransa ve Çin’den satın aldılar. Belçika egemenliğine son veren Fransa, hükümet olan Hutu’ları destekleyerek azınlık durumunda olan Tutsi’leri göz ardı etmiştir. Tutsi’lerin varlığını hesaplamayan Fransa’nın bu politikası Hutu’ların elini güçlendirmiş, gelecekte katliam politikalarına zemin hazırlamıştır. Okuma yazma oranının çok düşük olduğu (% 40 bilmiyor) bu ülkede, medya soykırımda çok büyük rol oynamıştır. Medya gelecekte yapılacak cinayetlerin katliamların psikolojik zeminini hazırlamıştır. Tutsi’ler ”hain”, ”düşman” olarak tanıtılarak sistematik olarak kampanyalar yürütüldü.

Radyo üzerinden kişi ve kurumların adresleri gösterilerek hedef gösterildi.

Ruanda ordusu ile özel savaş örgütünün eğitimini Fransa tarafından almışlardır. Bunun için François Mitterand 500 kişilik bir uzman ekibi ülkeye görevli olarak göndermiştir. Soykırımda esas sorumluluğu olan Fransa tüm dünyanın gözü önünde cereyan eden bu vahşeti dünya kamuoyundan, aynı şekilde Fransa halkından da gizledi. Afrika ülkelerinde güçlü haber ajanslarına sahip olmasına rağmen haberleri 15 gün sonra ancak geçmeye başladı. Dünyaca tanınan ”saygın” Le Monde gazetesi, Fransa’nın faaliyetlerini okuyucularından gizledi. Fransa yine istihbarat ve lojistik destek sağlayarak Hutu’ları destekledi. Özel savaş örgütü olan polis teşkilatını ”zone turquase” bölgesinde eğitti. Militanların ellerindeki silah ve satırların çoğunluğu Fransız yapımı olduğu bu silah ve satırların başkent Kigali Soykırım Müzesi’nde halen sergilenmektedir. Soykırım başladıktan sonra bile, Fransız hükümetinin Hutu’lara silah sevkiyatını durdurmadığı görülmüştür.

Birleşmiş milletler tarihinde utanç sayfası 

Tüm bu acımasız insan kırımları yaşanırken BM, Amerika dünya kamuoyu sessizce seyretmekten yana olmuştur. BM de ülkeyi terk ederek katliamın önlenmesine yönelik hiç bir çaba göstermemiştir. Katliam haberlerini alan komşu ülkelerde bulunan Tutsi’ler Ruanda Yurtseverler Birliğini kurdular. Amerika’nın da askeri ve siyasi olarak destek olduğu Tutsi’ler, yandaşlarını kurtarmak için ülkenin doğusundan girip katliamcılara karşı direndiler. Başkent Kigali’ye kadar girdiler. O ana kadar bölgeye müdahale etmeyen Fransız askerleri ani bir kararla katliam yapan Hutu hükümetine askeri yardımda bulunmaya başladı. Fransız askerleri Kongo’ya kadar olan bölgeyi kendi kontrolüne geçirdi. RYB askerlerinin bölgeye ulaşmasını engelledi. Hutu’ların katliamlarına seyirci kaldı. Engellemedi. Fransa’nın kontrolü altındaki bu bölgede 200 bin kişi can verdi. Fransa Devlet Başkanı François Mitterand bu olaylar üzerine skandal bir açıklama yaparak ”o ülkelerde soykırım yaşanması o kadar da önemli değil” ,”dans ces pays la, un genocide ce n’est pas trop important” demiştir.

Soykırım bölgede ABD ile Fransız çıkarlarını karşı karşıya getirmiştir. Ruanda zengin kaynaklara sahip bir ülke değildir. Ama hemen yanıbaşında, batıda kocaman zengin kaynaklara sahip Kongo bulunmaktadır. Burayı arka bahçesi yapabilmek, bir üs olarak kullanabilme savaşı sürmektedir. Paha biçilmez bu zengin kaynakların alıp ülkelerine götüren sömürgeci güçlerin, ülkelerinde bu denli rahat ve ferah hayatın olması buralardaki zenginlikleri ülkelerine taşımakla olmuştur. İnsanlık tarihinin en karanlık ve acı sayfalarından Ruanda’da işlenen soykırımda Fransa’nın gerçek yüzü ortaya çıkmıştır. Başından sonuna kadar katkı vererek desteklediği katliamları hiçbir zaman için kabul etmemiştir. Bağımsız kaynakların hazırladığı raporlarda adı geçen,

”Fransızların katliama ortak olduğu” düşüncesini inkar etmiştir. Ruanda halkı Fransa’yı bu yüzden hiç bir zaman affetmiyor. Katliamdan sonra halkın Fransızca bilmesine rağmen iki yıl konuşmadığı, tepkisini bu şekilde ifade etmeye çalışmıştır.

1999 yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü raporunda Fransa’nın soykırımdaki rolü hakkında ”Fransa fiili olarak katılmamasına rağmen askeri, istihbarat ve lojistik desteklerde bulunmuştur” tespitini yapmıştır. Merkezi Tanzanya’da bulunan Ruanda Savaş Suçluları Mahkemesi, Fransa’yı soykırımdan ikinci derece sorumlu tutmuştur. Fransa Cumhurbaşkanı, Savunma Bakanı ile Dış İlişkiler Bakanının yargılanmasını talep etmiştir. Soykırım avcısı olarak anılan, katliamda önemli rol oynayan özel savaş örgütünün yöneticisi Simbikangwa savaştan sonra aranır duruma düştü. En sonunda yakalanarak Fransa’ya getirildi. İnsanlığa karşı işlediği suçlardan ağır hapis cezasına çarptırıldı. Yine Paris’te soykırım suçlularının yargılandığı mahkemede gerçekler ortaya çıktı. Paris’in soykırım girişiminden haberi olduğunu kabul etti. Ayrıca dönemin Ruanda Devlet Başkanı’nın uçağının kendi ordusu tarafından düşürülerek öldürüldüğü oyunu ortaya çıktı.

1915’de işlenen Ermeni Soykırımı ile yakın geçmişte işlenen Ruanda soykırımı arasında hiçbir fark yoktur. Hükümetlere biçilen roller, özel savaş örgütleri, hayali düşman yaratma, yargılamalar vb. tıpatıp benzemektedir. Halen gerçek anlamda soykırımlar ile yüzleşilemediği için bugün de bu tehlike devam etmektedir. 100. yılına yaklaşırken Ermeni soykırımı anma etkinliklerinde dünyaya dağılmış 7 milyon Ermeni Amerika’dan gelecek açıklamayı “merakla beklemektedir”. Amerika, Fransa gibi ülkelerin Ermeni sorununa bu kadar eğilmelerinin arkasında iç politikalarda Ermeni’lerden faydalanmak, dış politikalarda ise şantaj olarak kullanmak yatmaktadır. Ermeni ulusu bu üzücü durumdan sıyrılması gerekir. Bunlar hiçbir zaman bizim savunucularımız olmamalıdır. (Bir Partizan)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu