Makaleler

Bu kavramlarla düşünemedi!

 

BU KAVRAMLARLA “DÜŞÜNEMEDİ”

Herhangi bir görüşü dile getirirken sıklıkla başvurulan yöntem referans göstermektir. Geniş kabul gören, üstünde büyük bir çoğunluğun uzlaştığı düşüncelere veya düşünce sahiplerine atıf yapılarak o anda savunulan düşünceye meşruiyet kazandırılır/kazandırılmaya çalışılır. Bizlerin de başvurduğu bu yöntemin en önemli dezavantajı, referans gösterdiğimiz düşüncenin, fikrimizi ulaştırmak istediğimiz kesimlerin en azından büyük bir çoğunluğu tarafından bizim algıladığımız gibi algılandığını ve kabul gördüğünü varsaymaktır. Oysa herhangi tartışmalı bir olguda “benzer düşünebilmek” için “benzer kavramlarla düşünüyor olmak” icap eder. Bu sebeple de egemen sınıfların kalemşorları kavramları tahrip etmeye özel bir önem verirler. Aslında bu bir niyet sorgulaması değildir, kavramları tahrip etmek için çaba harcamasalar da meşruiyet kazandırmaya çalıştıkları fikirler onları bunu yapmaya zorlar.

Ülkede egemen sınıfların siyasal temsilcilerinin birbirine girdiği, peş peşe seçimlerin gerçekleşeceği bu dönemde pek çok tartışılması gereken olgu ve olay karşımıza çıkarken bunlara bağlı olarak “kavramlar” üzerinden bir tartışma yürütmek ciddi bir ihtiyaçtır. Post-modernizmin “kavramlar-dil her şeyin temelidir” teorisine düşmeden, kavramların da önemini inkar etmeden meseleye yaklaşmak gerekmektedir. Bu vesileyle gündemde kendisine yer bulan belli başlı meselelerde kullanılan kavramlara ve olgulara eğilmeye çalışacağız.

İnternet Yasakları: İran Mı Oluyoruz? Kuzey Kore Mi? Çin Mi?

AKP uzun hükümet döneminde yönetmek konusunda çaresiz kaldığı ikinci şok dalgasını yaşıyor. İlki elbette Gezi İsyanı’ydı. Kitlelerin hoşnutsuzluklarının geniş bir şekilde sokaklarda ifade edildiği Gezi İsyanı sürecinde AKP çaresiz kaldı. İnisiyatif kitlelerdeydi. Bunun etkisi olarak kendini savunma refleksi ile ve sınıfsal karakterine uygun biçimde daha çok ve daha çok şiddet uygulayarak süreci bastırmaya çalışmak dışında geliştirebildiği bir tavır olmadı. Şimdi egemen klikler arasındaki çatışma sürecinde de benzer bir yönetememe krizi yaşanıyor. AKP internet yasakları, -göstermelik- “kuvvetler ayrılığı” ilkesini bile ayaklar altına alma (yargıyı yürütmeye bağlama), her türlü muhalefeti polisiye yöntemlerle (MİT yasası vb.) bastırmaya çalışma gibi adımları peşi sıra atmak dışında etkin süreç müdahaleleri gerçekleştiremiyor.

Bu tabloya karşı çıkanlar arasında özellikle twittera ve youtube erişim engelinin ardından “Çin mi, İran mı, K. Kore mi oluyoruz?” söylemleriyle AKP’nin yasaklarına muhalefet eden geniş bir kitle var. Gerçekten özellikle K. Kore hariç ekonomik yapıları bakımından Türkiye’den ileri olan bu ülkelerdeki siyasal atmosfere vakıf olunduğundan değil, AKP’nin sistem içi rakiplerinin tamamı (yazarlardan miting meydanlarına kadar) bu söylemi tutturduğundan geniş bir kitle bu soruyu soruyor. “Demokrasi” algısını “batılı emperyalist devletlerin dümen suyunda kalmaktan” öteye götüremeyen bir bilincin bu soruları sorması ve politik düzeyin geriliğine paralel kitlelerin bu soruya aldanması elbette normal. Bu algıya göre AB’li emperyalistler, ABD emperyalizmi demokratiktir diğerleri “tu kaka.” Peki gerçekten öyle midir? Örneğin hem ABD’nin hem AB’nin desteklediği onların dümen suyundan çıkmayan S. Arabistan, Mısır gibi ülkelerde de demokrasi mi hakimdir?

Her Derdin Devası Demokrasi (!)

“Batıya” entegrasyonun -siz emperyalistlerin biçtiği rollerin eksiksiz oynanması diye de okuyabilirsiniz- demokrasi olarak algılanması ülkemizde yeni değil. Bu demokrasi kavramının aslında ne olduğunun kavranamamasıyla yakından alakalı bir durum. Demokrasi elbette sınıfsal bir kavram, öz olarak bir burjuva biçimi olduğu gibi proleter biçimi de var. Kuşkusuz AKP ile çatışan diğer egemen sınıf kliklerinin bahsettiği demokrasi burjuva demokrasisi. Burjuva demokrasisinin kapitalizmin gelişimine paralel uygulanan bir ilkeler bütünü olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Ülkemiz açısından -faşizmin hüküm sürdüğü gerçeğinden hareketle- burjuva demokrasisinin daha ileri ilkelerinin olduğu su götürmez. Buna rağmen adı üstünde burjuva demokrasisine karakterini kazandıran burjuvazidir. Sözgelimi Irak’a, Afganistan’a, Libya’ya götürülen “demokrasi” -milyonları katleden “demokrasi”- burjuva demokrasisine içkindir. Diğer bir söyleyişle eğer burjuvazinin çıkarları burjuva demokrasisini ortadan kaldırmayı en hafifinden “ilkelerini esnetmeyi” gerektirirse burjuvazi bunda hiç tereddüt etmemektedir. Bu yaşanan binlerce örnekle kanıtlanmıştır.

Egemenlerce ulaşılması gereken hedef olarak sunulan, AKP’nin karşı olmakla suçlandığı demokrasi, demokrasinin kirli bir türüdür. Elbette İran ya da Çin egemenlerinin politikalarını savunacak değiliz ancak bunları göstererek AB’yi ABD’yi “ulaşılması gereken yer” olarak sunmak da kitlelere burjuva ideolojisini model göstermektir.

Dikkat “Otoriterleşme” Var!

CHP, Cemaat ve “liberal” koalisyonunun dilinden düşürmediği, yine yukarıda andığımız gibi burjuva demokrasisini refere ederek ileri sürdüğü bir diğer görüş AKP’nin RTE şahsında baskıcı, totaliter yönelimler içinde olmasıdır. Haksız değiller elbette, AKP totaliter, baskıcı çünkü faşist! Fakat AKP’nin karşısındaki diğer egemen klikler ondan farklı mı? CHP, MHP ve devamı çok mu özgürlükçü? Hangisinin hükümet olduğu dönemde devrimciler, yurtseverler, gerçek demokratlar hapishanelere doldurulmadı, sokak ortasında vurulmadı? Dün emperyalistlerin ihtiyaçları doğrultusunda Kemalizm’in revizyonu görevini üstlenen AKP’de, bugün yeni rotaya uyum sağlamak konusunda sorun çıkarmayacağını her fırsatta ilan eden CHP’de, ellerindeki devrimci kanı kurumamış MHP de elbette hiç özgürlükçü, ilerici olmadı ve olamayacak.

Bu bir kehanet değil. Egemen sınıfların siyasal temsilcileri hiçbir zaman özgürlükçü, ilerici olamayacak çünkü: Türk egemen sınıflarının ekonomik olarak zayıflığı “ekonominin yoğunlaşmış biçimi olarak siyasetin” başka türlü biçimlenmesine izin vermiyor. Burjuva demokrasisi ilkeleri, kapitalist sistem, kitlelerin sistemden hoşnutsuzluğunu yine sistem içi araçlarla eritebildiği, sistem açısından kabul edilebilir seviyede tuttuğu ölçüde işler. Aksi takdirde rafa kaldırılır.

Bizim gibi, kapitalizmin gelişmesi, sürekli olarak emperyalizmin müdahalesiyle kösteklenen ülkelerdeyse özellikle kitlelerin örgütlü tepkilerini sistem içi araçlarla kabul edilebilir düzeylerde tutmak “imkansız görevdir.” Basit fakat temel bir örnekle açıklamaya çalışalım. Ülkemizde çalışabilir halde olup işgücüne katılanların oranı %50 civarlarında seyrediyor. Kapitalist AB ülkelerinde ise bu oran %70-80 düzeyinde. Sadece bu kitlenin örgütlü bir şekilde temel bir hak olan çalışma hakkını talep ettiğini varsayarsak sistemin örgütlü bir muhalefet karşısında kendini nasıl savunamaz hale geleceğini görmüş oluruz.

Bu vesileyle bizim gibi ülkelerde kitleleri sadece muhalif bir çizgide bir araya getirmeye çalışan niteliklere sahip demokratik kitle örgütleri dahi hedef tahtasından inmez. Örneğin bir öğrenci derneği, bir mahalle derneği muhalif bir çizgi izlemeye görsün. Devlet nazarında yöneticileri “terörist” üyeleri “militan” olur çıkar. Halk kitlelerinin örgütsüz kılındığı, belki de muhalif kesimlerin en güçsüz dönemlerini yaşadığı yeni “milenyum”un ilk 10 yılında “demokrasicilik” oynayan (aynı zamanda da halkın örgütlü kesimlerine karşı en pervasız yöntemlerle saldıran) AKP’nin halk muhalefetinin şöyle bir silkinmesi ile açıktan açığa ne hale geldiğini hep beraber izledik. Kürt ulusal demokratik muhalefetinde ise 12 yıl boyunca buna yaşadık. Bu tablonun sadece AKP’lilerin “kötü niyetleriyle” açıklanamayacağını dahası onlardan sonra gelecek olan diğer sistem partilerinin de “demokrasicilik” oynamaktan ileriye gidemeyeceğini anlamak gerekiyor.

AKP günden güne kan kaybediyor. Kitlelerin haklı öfkesi onların çala çırpa inşa ettikleri saraylarını temellerinden sarsıyor. Bu depremin şiddetini büyütelim ancak unutmayalım ki sistem partilerinden hiç biri bizlerin demokrasi talebine yanıt olmayacak. Üstelik ödediği bunca bedeller gösteriyor ki bu halka burjuva demokrasisi değil halk demokrasisi layıktır.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu