Makaleler

Burjuva saldırılarla işçi sınıfının tarihsel misyonu karartılamaz!

Proleter devrimcilere göre, emperyalist-kapitalist tekellerin zenginliği arttıkça işçi sınıfı ve diğer emekçiler yoksullaşır ve işsizlik daha da artar. Bu görüş her tarihi dönemde geçerliliğini koruyor ve emperyalizm var olduğu sürece de korumaya devam edecektir. Yani, emperyalist tekeller zenginliklerini başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçilerin yoksullaşmalarına borçludur. İşçi sınıfının çalışma koşulları zorlaştıkça, ücretleri düştükçe, iş güvencesinden yoksun bir tarzda çalıştırıldıkça ve tüm bunların yanısıra işlerini kaybedip işsizler ordusuna katıldıkça, emperyalist-kapitalist tekeller kârlarına kâr katar. Kriz dönemlerinde dahi tekellerin kârının artması yeni dolar milyarderlerinin ortaya çıkmasının başka bir açıklaması olabilir mi?

“…Kapitalist birikimin genel yasası. Proletaryanın görece ve mutlaka yoksullaşması: Kapitalizmin gelişmesi, sermaye birikimiyle birlikte burjuva toplumunun bir kutbunda muazzam zenginliklerin yoğunlaşmasına ve sömürücü sınıfların lüks ve asalaklığının, israf ve aylaklığının artmasına yol açar. Toplumun diğer kutbunda proletaryanın sömürülmesi daha da keskinleşir ve emekleriyle tüm zenginlikleri yaratanların işsizliği ve sefaleti artar.” (Politik Ekonomi Ders Kitabı, Cilt 1, s. 200)

Toplumsal zenginlik, işlev gören sermaye, onun büyümesinin boyutu ve enerjisi, yani proletaryanın mutlak büyüklüğü ve emeğinin üretici gücü ne denli büyükse, yedek sanayi ordusu da o denli büyür.. Yedek sanayi ordusunun nispi büyüklüğü zenginliklerin kuvvetleriyle birlikte büyür. Ama bu yedek ordu aktif işçi ordusuna oranla ne kadar büyürse, yoksulluğu işinin eziyetiyle ters orantı içinde olan konsolide nüfus fazlası da o denli kitleseldir… Bu kapitalist birikimin mutlak, genel yasasıdır.” (Karl Marks, Kapital, cilt1, s. 697)

Yukarıdaki alıntılarda ifade edilen anlayışların önemi yalnız tarihi tecrübelerin ürünü olmalarından kaynaklanmıyor. Bilakis emperyalist kapitalizmin eşitliğine, modernliğine, sınıf savaşımının yok olduğuna,  proletaryanın tarihi misyonunun inkarcılığına dair bir dizi anti MLM burjuva teorilerinin cirit attığı bir dönemde, bu teorilerin hala günümüze de ışık tutmasında yatıyor. Kapitalizmin genel birikim yasası olan “artı-değer yasası” inkar edilerek-yok sayılarak günümüzdeki yoksullaşma ve zenginleşme arasındaki derin uçuruma hiç kimse inandırıcı ve ikna edici bir açıklama getiremez. Yaşanmakta olan kriz, krizin yol açtığı işsizlik, yoksulluk, emperyalist kapitalizmin eseridir. Kapitalizm kriz üretir. Kapitalizm, yoksulluk ve sefalet üretir. Kapitalizm, haksız savaşlar yaratır. Ve emperyalizm var oldukça emperyalist savaşlar da kaçınılmazdır. MLM bir tezdir bu. Bu tezi ilericilik adına inkar edenler, vahşi kapitalizme modernlik, uygarlık gömleğini giydirmeye çalışanlar elbetteki proletaryanın tarihsel misyonunu yok sayma çabası içine gireceklerdir.

Hiç şüphesiz bu anlayış sahiplerinin, kapitalizmin mezar kazıcısı olan proletaryayı modern kapitalizmin uysal kölesi olarak ilan etmeleri için öncelikle işçi sınıfının tarihsel misyonunu karartmaları gerekir. Yapılmaya çalışılan da budur. Öyle ya! Devrimci barutu tükenmiş, tarihsel misyonu silikleşmiş bir işçi sınıfının devrim diye bir derdi de olmaz. Ve yine “elveda proletarya”, “elveda devrim” tezlerinin geniş yığınlarla buluşmasını kolaylaştırmanın yolu, ezen ve ezilen çelişkisinin inkarından, sınıf mücadelesini yok sayma pratiğinden geçer. Yakın tarihimizde işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel rolüne bu denli saldırılması, devrim mi? reform mu? ikileminde sürekli reformların öğütlenmesinin altında yatan gerçekler doğru bir tarzda kavranılmazsa ideolojik, örgütsel ve siyasal mücadele temelindeki görev ve sorumluluklar da doğru bir temelde yerine getirilemez.

Felsefi açıdan baktığımızda her şey karşıtıyla birlikte vardır. Nitekim işçi sınıfı da kapitalizmin doğuşuyla birlikte tarih sahnesindeki yerini almıştır. Ve bugün emperyalist kapitalizm azami kâr için başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçileri sömürmede, yoksullaştırmada, işsizleştirmede hiçbir sınır tanımıyorsa, yani kendi sınıfsal çıkarları için her türlü karşı devrimci rolü oynuyorsa, buna karşı işçi sınıfının devrimci rolünü oynamaması için hiçbir neden yoktur. Sınıfın bugünkü örgütsel ve mücadele düzeyindeki geriliğine bakarak, onun tarihsel rolünün bittiğini ilan edenler elbetteki gerçekleri ters yüz ediyorlar. Ve bu sıradan bir yaklaşım değildir. Bu devrim ve sosyalizm düşmanlarının ve onların sol içindeki ideolojik uzantılarının planlı ve sistemli olarak yürüttükleri kapsamlı bir saldırıdır. Bu saldırılar ancak ideolojik donanımla başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerin örgütlenip harekete geçirilmesiyle boşa çıkarılabilir. Bunun için sınıf içindeki çalışma ve sınıfın örgütlenmesi bir zorunluluktur. “Bir partinin ciddiyeti işçi sınıfıyla olan bağlarıyla ölçülür” söylemi aynı zamanda işçi sınıfının tarihsel rolüne, sınıfı örgütlemeyen bir partinin ciddiyetinin tartışılır hale geleceği olgularına yapılan vurguları içermektedir.

Sorunun bir yanını bu oluştururken, diğer yanını ise örgüt ve örgütlülük oluşturmaktadır. Günümüzde sınıf sendikacılığı perspektifi ışığında örgütlenmeyen bir sınıf hareketinin gereken tarihsel misyonunu oynaması düşünülemez. Elbette ki burada söylemden ibaret bir sınıf sendikacılığı anlayışından söz etmiyoruz. Tam tersine ideolojik, siyasal ve örgütsel olarak siyasal iktidar mücadelesinin bir parçası olan, yani kitle örgütleriyle, sınıf partisi arasında doğru bir tarzda ilişki kuran, toplumun geniş kesimlerinin sorunlarını ortaklaştıran, çözüm noktasında sorumluluk alan bir sınıf hareketinin yaratılmasından söz ediyoruz. Salt ekonomik mücadeleyle sınırlı, siyasal talepler ve emekçilerin genel sorunlarına karşı duyarsız davranan bir işçi hareketinin mücadelesinin tarihsel misyonundan çok uzak bir noktada olacağı açıktır. Sorunun daha iyi kavranması açısından Lenin’den aktarmalar yapmakta yarar görüyoruz.

“… Sosyal demokrasiden kopuk işçi hareketi parçalanmak ve kaçınılmaz olarak burjuvalaşmak zorundadır; eğer işçi sınıf sadece ekonomik mücadele yürütürse, politik bağımsızlığını kaybeder, öteki partilerin bir uzantısı haline gelir. Ve şu büyük vasiyete ihanet eder: İşçi sınıfının kurtuluşu ancak işçi sınıfının kendi eseri olacaktır.” (Seçme Eserler, cilt 2, s. 23)

Lenin’in buradaki açıklamalarının özeti şu: sosyalizmle, sosyalizm mücadelesiyle bütünleşmeyen bir sınıf hareketi burjuvalaşır. Veya burjuva partilerinin iç iktidar mücadelesinin yedek lastiği haline gelir. Ülkemizdeki sendika ağalarının bugün oynadığı rol tam da yukarıdaki çözümlemeye uygun bir duruştur. Bu durum kırılmadan, sınıf hareketi devrimcileştirilmeden sınıf savaşımı adına hiçbir görev yerine getirilemez. O halde sınıf çalışması içinde etkin olmak, sınıfı demokrasi, bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesinin bileşeni haline getirmek, hem de sıradan bir bileşen değil, siyasal iktidar mücadelesinin kurmayı haline getirmek için devrimci müdahale diğer bir anlatımla sendika ağalarına karşı mücadelede tavizsiz ve ideolojik plandaki eğitimi önemsemek gerekir.

Söz gelimi; sendika ağalarının Taksim’de 1 Mayıs kutlama diye bir sorunları yoktur. Onların gündemine böyle bir sorunu sokan sınıfın duyarlı üyeleri ve devrimci güçlerdir. Diğer bir ifadeyle onların amacı Taksim’de bir direniş ateşi yakmak değil, bilakis yakılmaya çalışılan direniş ateşinin nasıl söndürüleceğidir.

Yine yaşanan ve yaşanacak olan işçi direnişlerinde veya işçi sınıfının ileriye dönük her devrimci eyleminde sendika ağalarının oynadığı veya oynayacağı rolü kimi kırıntılarla, gelişen hareketi kontrol altına almaktan ibarettir. Gelinen aşamada bu sendika ağaları, ekonomik talepler eksenli bir mücadelede dahi ısrarlı olmayacak kadar ihanet içindeler. Dolayısıyla politik bir bağımsızlıktan, sınıfın ekonomik, demokratik, siyasal taleplerini içeren tutarlı bir mücadeleden söz etmek mümkün değildir.

Tüm direnişlerin tüm eksikliklerine ve yetersizliklerine rağmen işçi sınıfına, devrimci ve sosyalist güçlere moral ve motivasyon kazandırdığı bir gerçektir. Bu aynı zamanda kaybedilen güvenin yeniden kazanılması, militanlaşma ve hakları uğruna bedel ödeme konusunda daha dirayetli bir duruş sergileme anlamına da gelir. Tüm sorun bu çizgiye bir sistemlilik kazandırılması, sınıfın pratik içinde eğitilmesi noktasında düğümleniyor. Özcesi ekonomik krizin sınıf mücadelesi için sunduğu olanaklardan doğru bir tarzda yararlanmak için, militan bir çizginin izlenmesi şarttır. Sınıf içindeki çalışmalar başta olmak üzere genel olarak kitle çalışmasından ürken veya kitlelere gitmektense, kitle çalışmasına dair nutuklar atan anlayışlarla yol alınamayacağı da bir başka gerçektir. Bu nedenle dışa dönük belirlenen görevlerin olumlu bir temelde sonuçlanması için uygulayıcıların bu görevlere uygun olarak şekillendirilmesi olmazsa olmazdır. Sınıf bilinçli devrimciler bu gerçeklik ışığında var olan zaaflı duruşları aşmada ne kadar başarılı olurlarsa yürütülen çalışmalarda ortaya o denli verimli sonuçlar çıkarırlar. Yetersizliklerin tespiti ve giderilmesi her halükarda somut pratikler üzerinde olmalıdır. Doğru olan ve olması gereken budur.

Direniş ve mitinglerde sürece katılan kitlelerin önemli bir çoğunluğu ya örgütsüz ya da gevşek-biçimsel olarak çeşitli kurumlara üye pozisyonundaydılar. Bu kesimlere ulaşmak, bunları örgütlü hale getirmek, ancak örgütle, örgütlülükle olur. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte bu sorun üzerinde daha bir yoğunlaşmak, örgütsüz kitlelere ulaşmak için örgütlenme araçlarını zenginleştirmek bir zorunluluktur.

(Bir Partizan)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu