GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Krize, Irkçılık ve Mülteci Düşmanlığı Şalı; Emekçilerin Birliği ve Direnişi Kazanacak!

Kriz, geniş kitleler açısından uzunca bir süredir başlıca gündem maddesi durumunda. Temel gıda harcamalarına gelen korkunç zamlar, emekçilerin belini giderek daha fazla bükerken AKP şahsında düzene yönelik öfkeyi de büyütüyor.

Türk egemen sınıfları uzunca bir süredir güçlü bir türbülansın içinde yol almaya çalışıyor. Onları yüksek irtifalarda, başka bir dünyada ağırlayan atmosferde çok yoğun bir şekilde hava boşlukları oluşuyor.

Malum ultra lüks uçakların gitmesi için hava olmazsa olmaz! Egemenler, her debelendiklerinde, içine biraz daha gömüldükleri büyük bir bataklıkta kıvranıyor. Politik arenada, gerek içerde gereksede dışarıda büyük bir tıkanma hali yaşanıyor.

TC devletinin amiral gemisinde, dümenin başında duranların her biri devasa bir buzdağını andıran engellerin içinde yol almaya çalışıyor.

Öte yandan mürettebatta eski formunda ve konsantrasyonunda değil. Herkesin birbiriyle bir husumeti ve çekişmesi var. Ne de olsa gemi büyük, uğruna kan dökülecek çok ganimet var!

S-400’ler, F-35’ler; Doğu Akdeniz’de yükselen tansiyon, Suriyeli mültecileri odağına alan göçmen düşmanlığı ve Rojava merkezli Kürt düşmanlığı, geminin rotası üzerinde tayin edici etkide bulunan fenomenler.

Ne var ki tüm bu aktörler haritada sorunları büyüten, besleyen ancak tersinden bu defa da onlardan doğrudan etkilenen bir bileşkede buluşuyor: Ekonomik ve siyasal kriz!

Birbiriyle simbiyotik ilişkileri olan söz konusu bu iki parametreden ekonomide yaşanan her aksiyom başta siyasal alanda olmak üzere diğer tüm faktörler üzerinde belirleyici etkide bulunuyor. Gelinen aşamada AKP iktidarı ekonomide yaşanan krizle birlikte toplumsal anlamda hızla eriyor.

Kriz, geniş kitleler açısından uzunca bir süredir başlıca gündem maddesi durumunda. Temel gıda harcamalarına gelen korkunç zamlar, emekçilerin belini giderek daha fazla bükerken AKP şahsında düzene yönelik öfkeyi de büyütüyor.

Cüzdanda yaşanan erime, AKP-MHP faşist ittifakının ideolojik, siyasi ve kültürel hegemonyasında da çözücü etkilerde bulunuyor. Hemde son derece çarpıcı ve yıkıcı bir şekilde.

TC ekonomisinin içinde bulunduğu kriz haline çözüm adına atılan adımlar da mevcut tıkanıklığı aşacak bir nitelikte olmadığı gibi hali hazırda süreğen krizin ne kadar derin ve ağır olduğunun kabulü anlamına geliyor.

AKP iktidarı, görünen o ki siyasal alanda yaşadığı çürüme ve çözülme haline bir neşter vurmayı veyahut en kötü haliyle bu gidişatı yavaşlatmayı öncelemiş görünüyor. Zira burjuva analistler, ekonomistler bile genel ekonomik tablonun ağırlığı konusunda hemfikir.

Merkez Bankasının aldığı faiz düşürme kararının ekonomiden çok siyasal alandaki gelişmelerin etkisiyle yaşama geçirildiği konusunda neredeyse tüm ekonomistler mutabık.

 Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, Krize Kürt Düşmanlığı Tamponu

R.T. Erdoğan’ın “faizleri indir dedik indirmedi” sözleriyle kamuoyuna duyurduğu, arka planda ise Ali Babacan ile teması olduğu iddia edilen MB Başkanı Çetinkaya’yı görevden almasına müteakip gelen faiz indirimi TC ekonomisinde büyük resesyonunda kabulü anlamına geliyor.

Bilindiği üzere Merkez Bankası (MB)’nın yeni Başkanı Murat Uysal’ın da üyesi olduğu MB Para Politikası Kurulu (PPK) 25 Temmuz’da, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını yüzde 24’ten yüzde 19,75’e indirdi. Böylece 4,25 puan birden indirim yapıldı.

Politika faizinin düşüşü ekonominin bütününü etkilediğinden, bu indirimin etkisi çoğunlukla döviz kurunun ve enflasyonun yükselişe geçmesi biçiminde olur. Başka bir deyişle, politika faizi yükseltildiğinde kur düşer, TL değer kazanırken; politika faizi düşürüldüğünde tersi olur, yani kur yükselir, TL değer kaybeder.

Nitekim kararın indirim yönünde olmasını bekleyen piyasalar bunu fiyatlamaya başladı ve ABD doları kararın ardından 5,76’yı gördü (müdahale ile 5,69’a geriledi).

Söz konusu karar, AKP iktidarının 17 yıllık sermaye-servet birikim rejimi olan inşaat ve emlak üzerinden büyümeye dayalı, popülist birikim modelinin tıkandığını bir kez daha gösteriyor. Merkez Bankası’nın 46 milyar liralık birikmiş ihtiyat akçesinin (kefen parasının) Hazine’ye aktarılması bile ekonominin dikiş tutmasını sağlamıyor.

Gelinen aşamada, yüksek düzeydeki kamu ve özel sektör borç stokları, TC ekonomisinde çarkların dönmesini önlerken, R.T.Erdoğan’ın Merkez Bankası’na dönük tasarrufu da bu alanda ‘Başkan’ın giderek daha fazla köşeye sıkıştığına işaret ediyor.

Nasıl ki özelleştirmeler yoluyla son 15 yılda ülkenin 50 milyar doların üzerindeki kamusal varlığı satılıp, tüketildiyse; İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken on milyarlarca lira açıkların kapatılması için kullanılarak tüketiliyorsa; Merkez Bankası’nın kaynaklarını kullanmak da (benzer bir biçimde) hazırdakinin tüketilmesiyle sonuçlanacak ve bir süre sonra kullanılabilecek bir kaynak kalmayacak.

Ekonomik verilerde temelde bu gerçeğin altını çizmekten başka bir anlam taşımıyor. 2001 yılının ilk çeyreğinde brüt kamu borç stoku 147,1 milyar lira iken, politik krizin olgunlaştığı 2016 yılının ilk çeyreğinde bu rakam 725,1 milyar liraya ve 2019 yılının ilk çeyreğinde 1,265 milyar liraya yükseldi.

Yani brüt kamu borç stoku son 18 yılda 9 kata yakın; 2016 yılından bu yana ise 2 kata yakın artmış bulunuyor.

Sermayenin fanatik örgütü Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) verilerine göre bile, Türkiye’de kriz nedeniyle 5,5 yılda yarım milyonun üstünde esnaf iflas bayrağını çekti. Bu yılın ilk yarısında da kepenk kapatan esnaf sayısı 53 bin 420’yi buldu.

Diğer yandan Bütçe Kanunu’nda Hazine’ye verilen yeni borçlanma yetkisinin üst sınırının 90 milyar liranın biraz üzerinde olduğu ve bunun şu ana kadar 78,2 milyar liralık kısmının kullanıldığı dikkate alındığında, AKP iktidarının yılın geri kalan kısmında yasal olarak yalnızca 12 milyar lira civarında yeni bir borçlanma imkânı kalıyor.

Öte yandan işçi ve emekçilerin payına ise daha fazla sefalet düşüyor. Türk-İş’in Temmuz 2019 açlık ve yoksulluk sınırı araştırmasına göre,dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması (açlık sınırı) bile tek başına asgari ücrete denk geliyor; 2,075.24 TL.

Araştırmaya göre, gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 6,760.73 TL’yi buluyor.

TC ekonomisinin bu tablosuna çözümü AKP/Saray rejimi; milliyetçi, ırkçı, şovenist ve mülteci düşmanı politikalara daha fazla yönelmekte arıyor. Bugün egemenler, işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınların içinde bulunduğu açlık, yoksulluk ve sefalet cenderesine yönelik biriken öfke ve sinerjiyi kontrol altına almanın ve bu gerilimi açığa çıkarmanın başkaca yolunu bulamıyor.

Türk hâkim sınıfları çareyi; ağır ve derin ekonomik krizin üzerine şovenist histeriye bulanmış göçmen düşmanlığı ve menzilinde Kürtlere savaşın olduğu ırkçılık şalını örtmekte arıyor.

Nitekim R.T.Erdoğan’ın 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde, Pençe 1 ve Pençe 2 adı verilen işgal operasyonlarına dair sarf ettiği ırkçı, şovenist sözlerde bunu anlatıyor: “Ekonomi battı, bitti diyorlar… Şu anda içeride dışarıda, terörle bu denli büyük bir mücadeleyi veren Türkiye’ye karşı acaba kimse, bu mücadele verilirken bu mermiler, kurşunlar, bu kalkan uçaklar, helikopterler ya bunlar fıstık, leblebi mi dağıtıyorlar ya? Bunların hepsi para değil mi? Bunların hepsi ekonomi değil mi?”

S-400’ler ve Doğu Akdeniz; Hedefteki Rojava ve Mülteci Kozu

TC devletinin ABD emperyalizminin tüm karşı çıkışlarına ve itirazlarına rağmen Rus emperyalizminden S-400 füze savunma sistemini alması, ekonomideki kriz ateşinin üzerine büyük bir bidon benzin dökülmesi anlamına geliyor.

Türk devleti, S-400’ler başlığında sürecin ABD’nin kısmi yaptırımlarıyla atlatılabileceğini düşünüyor olmalı. Zira Trump’ın TC’ye yaptırım uygulanması konusunda isteksizliği ve bu yöndeki açıklamalarıda bunu düşündürüyor.

Ne var ki sürecin çok sayıda belirleyeni ve aktörü olduğu dikkate alındığında durumun ne kadar karmaşık olduğuda görülecektir.

TC’nin ABD’yi, S-400’ler başlığında hangi pazarlıklar sonucunda ikna ettiği hala büyük bir soru işareti olarak duruyor. Diğer yandan Rusya’dan ABD’ye rağmen S-400’lerin alınması karşılığında Rusya’dan ne istediğide henüz bilinmiyor. TC devlet yetkililerinin açıklamaları ve son dönemde özellikle Irak ve Suriye sınırında yaşananlar ise bu konuda bir fikir veriyor.

TC devletinin Rojava sınırına yönelik yoğun askeri yığınağı ve savaş hazırlıkları dahası devlet yetkililerinin olası bir operasyona hazır olduklarına yönelik demeçleri, bununla eşgüdümlü bir şekilde yaşama sokulan Irak Kürdistanı’na yönelik işgal adımları bütünlüklü bir stratejinin yaşama geçirildiğine işaret ediyor.

Bugün için kamuoyuna yansıyan bilgiler, TC’nin, merkezinde Suriye/Rojava’nın olduğu bir düzlem üzerinden Rusya ve ABD emperyalizmi ile kirli pazarlıklar yaptığını gösteriyor.

Rusya ile ‘Güvenli Bölge’ veyahut olası bir işgal durumunda hava savunma sisteminin tıpkı Efrin’deki gibi kullanılmaması konusunda S-400’ler karşılığında garanti aldığı; ‘Güvenli Bölge’nin sınırları ve yine Rojava’daki hedefleri ekseninde kimi revizyonlar yaparak ABD’yi ikna etme ihtimalini yabana atmamak gerekiyor.

AKP-MHP ittifakının Rojava’da Kürt ulusunun her türlü kazanımını,‘devletin bekası’ adına bir tehlike olarak gördüğü ve bunu gündemin birinci sırasına yerleştirdiği herkesin bildiği bir gerçek.

Ne var ki yapılan pazarlıklara rağmen sürecin çok ciddi çatışma ve gerilimlerle yol alacağına şüphe yok. Trump’a rağmen ABD Kongresi’nde TC’ye karşı uygulanacak yaptırımların “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası” (CAATSA) kapsamına alınması; Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarının, CAATSA kararına bağlı olarak ambargonun çok yönlü olarak uygulanmasına yönelik ısrarları, TC devletini epeyce zorlayacak gibi görünüyor.

Öte yandan TC’nin, S-400 ısrarının önemli nedenlerinden birini de Doğu Akdeniz’deki gelişmeler oluşturuyor. Doğu Akdeniz’de enerji alanındaki hegemonya savaşının taraflarından olan Yunanistan’da Rus yapımı S-300 füze savunma sistemi bulunduğu dikkate alındığında, AB’ye rağmen TC, Rusya faktörüyle Doğu Akdeniz’de olası bir çatışmanın önüne geçmeyi ve AB’ye karşı Rusya’yı da denkleme sokarak elini güçlendirmeyi planlıyor.

AB’nin, Doğu Akdeniz’de çıkar dalaşı bağlamında, TC’ye uygulama kararı verdiği ambargoların daha çok uyarı niteliğinde olduğunu/olacağını söylemek mümkün. Ne var ki gerek ABD’nin gerekse de AB’nin yaptırımları birlikte düşünüldüğünde zaten büyük bir batağın içinde çırpınan TC ekonomisi için çanların daha güçlü çalacağı açık!

Son dönemlerde Suriyelilere yönelik ivme kazanan göçmen düşmanlığını da AB’ye karşı TC’nin hamleleri olarak okumak gerekir. Nitekim AB’nin yaptırım kararı kamuoyuna yansır yansımaz TC devleti ‘Geri Dönüş Anlaşması’nı askıya aldığını ilan etti.

Açık ki egemenlerin hegemonya alanları adına yürüttükleri restleşmeler ekonomik krizin derinleşmesini ve daha da ağırlaşmasını getirecektir.

Gerçek Düşman Bizi Sömürenlerdir

Türk hâkim sınıfları, geleneksel olarak yaptıkları gibi krizin yükünü işçi sınıfı ve emekçilere kesmek için harekete geçecek, bu alandaki girişimlerinde ivmeyi yükseltecektir.

Söz konusu gelişmelerin, toplumsal alandaki yaşanan çelişkileri daha fazla derinleştireceği ve büyüteceğine ise şüphe yok! 31 Mart ve ardından 23 Haziran seçimlerinde AKP-MHP gerici faşist ittifakının elde ettiği sonuçlar, bu faşist blokun çok ciddi bir çözülme ve yalnızlaşma hali yaşadığını gösteriyor.

Devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin bu gerçeğin bilincinde olması gerekiyor.

Türk hakim sınıfları bir yanda kendi içinde yaşadığı klik dalaşında yeni bir sürece girerken öte yandan söz konusu emekçiler, ezilenler olduğunda aynı çizgide buluşmaktan imtina etmeyeceklerdir!

Egemen sınıflar, S-400’ler, F-35’ler; Doğu Akdeniz ile Suriye/Rojava gündemlerinde siyasal alandaki tıkanma hali ve derinleşen ekonomik krizi başta Kürt halkı olmak üzere, işçi ve emekçilere yönelik saldırganlığın boyutunu, göçmen düşmanlığı ve şovenist histeriyi yükselterek aşma yoluna gidecektir. Zira krizin faturasını emekçilere ödetmenin başkaca yolu yok!

Süreç, Türk devletinin Irak sınırında Kürtlere yönelik savaşı büyüteceği, Rojava’ya yönelik düşmanlığın işgale dönüşebileceği; Suriyelilere yönelik mülteci düşmanlığının tavan yapacağı; yoksulluk ve alım gücünün çığ gibi büyüyeceği bir evreye hızla ilerliyor.

Hâkim sınıflar ekonomik alanda sıkıştıkça siyasal düzlemde daha ırkçı ve faşist politikalara yönelecek böylece ezilenler cephesinde biriken öfkeyi içerde tutmayı hedefleyecektir!

Bu tablo karşısında devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin Gezi ile önemli bir birikim yaratan, Kobanê ile bunu yeni bir aşamaya taşınan birleşik mücadelesini yükseltmekten başka çıkar yolu bulunmuyor.

Suruç’un 4. yıldönümünde gençliğin ortaya koyduğu dayanışma tutumu ve sergilediği direniş;faşizmin işçi sınıfı ve emekçilere; Kürt halkına, Alevilere, kadın ve LGBTİ+’lara yönelik sömürüden beslenen zulmüne karşı mücadele defterimize düşülen önemli notlar olmuştur!

AKP-MHP gerici-faşist ittifakının, ekonomik ve siyasal alanda yaşadığı tıkanma, çürüme ve yalnızlaşma halini; bu gerçeğin kitlelerde tetiklediği öfke ve tepkinin,  ırkçı, şovenist politikalarla, Kürt ve mülteci düşmanlığıyla onarılmasına izin verilmemelidir!

Türk-Kürt uluslarından ve çeşitli milliyet ve inançlardan emekçilerin birliği ve direnişini büyütmek anın devrimci görevidir!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu