Makaleler

Dış politikada çark eden TC ve devrim için mükemmelleşen koşullar

Önce İsrail, sonra Rusya… TC devletinin dış politikadaki keskin tavırlarında çark edişi, “Normalleşme Hamlesi” çerçevesinde kendini ortaya koymaya devam ediyor. 2009 yılında Davos’taki “One Minute” çıkışı ve 2010’da Mavi Marmara olayı ile birlikte İsrail ile gerilen ilişkileri düzeltme derdine düşen TC ve onun nezdinde AKP’nin bu çark edişinin, Ortadoğu üzerindeki planlarında beklediğini elde edememesi ile ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Arap Baharı ve bununla birlikte Suriye’deki gelişmelerde, bölgedeki hakimiyetini sağlayamayan TC, söylemde de olsa “komşularla sıfır sorun”  iddiasından giderek uzaklaşması ve dış politikada da yalnızlaşmaya başlaması ile birlikte keskin bir dönüş yapmak zorunda kaldı.

Bu keskin dönüş ile birlikte söylemler de birbiri ile çatışmaya başladı. Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan, Mavi Marmara’ya dair 16 Temmuz 2016’da İstanbul’da Dostluk Derneği’nin iftarında “İzni biz verdik” açıklamalarını bugün  “Siz kalkıp da Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz?” ifadelerine dönüştürdü. Benzer şekilde 24 Kasım 2015’te Türkiye sınırını 17 saniyelik ihlal ettiği gerekçesiyle Rus jetini düşürülmesinin ardından “Aynı ihlal bugün yapılsa Türkiye yine bu karşılığı vermek durumundadır” diyerek net ifadeler kullanan Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den özür diledi.

Tüm bu keskin dönüşler, Suriye’deki gelişmelerle doğrudan bağlantılıdır. Rojava Devrimi ile birlikte, yeni ve istemediği bir komşu ile yüzyüze kalan TC, DAİŞ ile işbirliği içerisinde bölgedeki savaş politikalarını sürdürürken açıktır ki beklemediği boyutta bir direnişle karşılaştı. Verdiği tüm desteğe karşı DAİŞ tarafından işgal edilen bölgelerin bir bir temizlenmesi, T. Kürdistanı’ndaki gelişmelerin de bu direnişle paralel bir şekilde ilerlemesi TC devletini çıkmaza itti-itmeye devam ediyor.

Eger hûn nebin yek, hûn ê herin yek bi yek!

Bu çıkmazla beraber DAİŞ ile işbirliğiyle bölgeye saldırıların birebir parçası olan TC, Kürtleri kendi içerisinde bölmeye de çalışıyor. KDP ile kurduğu ortaklık ile Kürt Ulusal Hareketi’ni tasfiye etmeye çalışan devlet, Kürt halkının kanalize olduğu alanı değiştirerek gücü bölmeyi amaçlamaktadır.  KDP-TC/Parastin-MİT ortaklığında, Kuştepe’de geçtiğimiz haftalarda bir eğitim alanı kurulurken burada Parastin ve MİT ortaklığında kurulan kontr-gerilla eğitim merkezinde özel harp elemanları yetiştiriliyor. MİT elemanları tarafından verilen eğitimlerde yoğunluklu olarak PKK hedeflenecek. IKBY(Irak Kürt Bölgesel Yönetimi)’nin Rojava Devrimi’nden duyduğu rahatsızlık ve TC’nin Kürt Ulusal Hareketi’ne yönelik tasfiye politikaları her ikisini ortaklığa iterken Kürt ulusunun bu ortaklığa karşı oldukça deneyimli olduğu ve boşa çıkaracağı açıktır. “Eger hûn nebin yek, hûn ê herin yek bi yek (Eğer bir olmazsanız, bir bir gidersiniz)” atasözüne sahip olan bir ulusun tarihsel deneyimleri kuşkusuz bu politikaya karşı gidilecek olan yolu açıkça göstermektedir.

Suriyeli mültecilere “vatandaşlık” müjdesi!

TC’nin DAİŞ ile birlikte dahil olduğu Suriye’deki savaştan kaynaklı başka ülkelere göç etmek zorunda kalanlar ise TC’nin ikiyüzlü politikaları ile karşılaşmaya devam ediyorlar. Suriyeli mültecilerin büyük bir kısmı “daha iyi yaşam şartları” için değil, yaşayabilmek için Türkiye’ye göç ederlerken burada da ucuz iş gücü olarak kullanılıyorlar, kadınlara yönelik cinsel şiddet sistematik olarak karşılarına çıkıyor ve ırkçı politikalarla yüz yüze kalıyorlar.

TC’nin kapitalist-emperyalist ülkelerle yaptığı “rüşvet antlaşmaları” ile kapılarını araladığı mültecilere ilişkin R. T. Erdoğan Kilis’teki iftar programında “müjde” verdi. Erdoğan, “Kardeşlerimizin içinde inanıyorum ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak isteyenler var, konuyla ilgili olarak İçişleri Bakanlığı’mızın attığı adımlar var. Ellerinden geleni bakanlığımız oluşturduğu bir ofisle takip etmek suretiyle bu kardeşlerimize vatandaşlık imkanını vereceğiz” diyerek Suriyeli mültecilere vatandaşlık verileceğini açıklarken bu açıklamalar çoğu çevre tarafından ırkçı yaklaşımlarla karşılandı. -Ki bunun en somut hali Sözcü gazetesinin 7 Temmuz 2016 tarihinde attığı “Suriyelileri vatandaş olarak istemiyoruz” manşeti oldu.- TC/AKP’nin “vatandaşlık” adı altında ucuz iş gücünü garantileme planı ise çok geçmeden AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın “Üretecek varsa gelsin Türkiye’ye hizmet etsin. Türkiye’ye katma değer katacak varsa gelsin, baş tacımızdır” sözleri ile kendini ortaya koydu.

Ülke ekonomisini Suriyeli mülteciler üzerinden iki-üç katına çıkan kira ücretlerine karşılık aynı oranda inen maaşlarla kurtarmaya(!) çalışan AKP’nin bir diğer amacı da işçi ve emekçileri karşı karşıya getirmek.

Siyasette olduğu gibi ekonomide de RTE/AKP’nin istediği tablo mevcut değil. 2008 ekonomik krizi devam ederken TC ekonomisi siyasi kriz nedeniyle uluslararası kredi kuruluşlarından uyarı alıyor. Başkanlık, T. Kürdistanı’nda savaş, basına sansür, mülteci sorunu, Rusya ile uçak krizi, Suriye iç savaşı, yazar-akademisyon-sanatçılara baskı ve tutuklama gibi öne çıkan gündemler arasında ekonomi alanından da sesler yükselmeye başladı. Bu, siyasi krizin ekonomiye de fazlasıyla yansıdığının bir göstergesidir. AKP hükümeti ise kayyum atamaktan başını kaldırıp ekonomiye dönük “politika” açıkladı. Bu politikanın özeti yabancı sermayenin ülkeye çekilmesi, komprador sermayenin daha fazla birikim sağlamasıdır. Belirlenen “politika” ile doğa talan edilecek, işçi sınıfı daha fazla sömürülecek. Ekonomi de egemen sınıfların bundan başka “politika”ları yoktur, olamaz da.

“Turkuaz Kart” adı verilen uygulama yabancı sermayedarlara ve yabancı işçilere seçme-seçilme ve askerlik hakları dışında, vatandaşlığa varana dek bir dizi kolaylık sağlıyor. Düzenlemenin esasını, RTE/ AKP’nin başkanlık hayaliyle tırmandırdığı savaşın, kapitalist sermaye açısından azami kârı riske sokmasıdır. RTE/TC’ye kapılarını açtıran yabancı sermayenin ülkeden çıkış seyrinin oluşmasıdır. Bu anlamıyla Turkuaz Kart hem emperyalist tekellerin çıkışını önlemeyi hem de yeni yatırımcıların ülkeye girişini sağlamayı hedeflemektedir. Kâr oranına yönelen bu cazip teklife rağmen devam eden siyasi krizin, belirsiz-güvensiz bir ortam yaratması nedeniyle ölü doğan bir politikadır.

Diğer yandan T. Kürdistanı’nda demografik yapıyı değiştirmek için mültecileri bir araç olarak kullanacağı aşikar olan AKP’nin, bu politikalarını boşa çıkarmak, ırkçı yaklaşımlardan uzaklaşarak ezilenlerin ortak mücadele hattını örmekle mümkündür.

“Gök kubbenin altında kaos var, koşullar mükemmel”

TC devletinin gerek iç gerekse de dış politikadaki bu kaos hali, Mao Zedung’un “Gök kubbenin altında kaos var, koşullar mükemmel” sözünü akıllara getirmektedir. Devrim için koşulların bu kadar “mükemmel” olduğu günlerde, halkın çelişkilerini doğru okuyarak uygun politikalar üretmek, bu politikaların halka buluşmasını sağlamak gök kubbenin altındaki kaosun doğru yere evrilmesini sağlayacaktır.

Bu yüzdendir ki T. Kürdistanı’nda ayları bulan direnişin ardından devletin yakıp yıktığı yerleri yeniden inşa için bölgede olmak önemlidir. TC için, iç ve dış politikasında bu kadar belirleyici noktada duran Kürt sorununa temas etmek, bugün devrimciler için kaçınılmaz olandır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu