GüncelMakaleler

Dağlık Karabağ Anlaşması Üzerine

Trajedilerle dolu Ermeni halkının tarihine soykırım faciasından sonra bu sefer Artsakh’ın işgal edilmesi olayı da eklenmiş durumdadır. Toprak kaybı ile kan kaybetmeye devam edilmiştir.

27 Eylül’de Azerbaycan-Türk ve Suriye-Libya’dan getirilen DAİŞ artığı cihatçı çetelerin saldırıları ile başlayan Artsakh’ın işgal edilmesi, savaşın 44. gününde sona erdirildi.

Türkiye’nin dışında bırakıldığı, Azeri-Ermeni ve Rus taraflarının imzaladığı anlaşma Ermenistan halkının var olma ile yok olma mücadele tarihine Nicol Paşinyan’nın kendi deyimiyle “Felaket Anlaşması” olarak geçecektir.

Bu anlaşma gerek Ermenistan’da gerek yurtdışında yaşayan 10 milyon Ermeni arasında infial ile karşılanırken sonuçları ise şimdiden uzun yıllar silinmeyecek travmalar yaratmış, Ermeni halkını derinden yaralamıştır.

Artsakh’ın işgal edilmesi, uluslararası siyasal gelişmelerden, emperyalist haydutların bölgesel ve karşılıklı çıkar ilişkilerinden ayrı düşünülemeyeceği gerçekliği bugün ortaya çıkmıştır.

Türk ve Azerbaycan devletlerinin 5-10 Ağustos tarihleri arasında ortaklaşa yürüttükleri tatbikattan hemen sonra (ki bu tatbikatın işgalin ön hazırlığı olduğu, tatbikat sorasında, bir kısım kurmay subayın ve askeri mühimmatın, araç ve gerecin Azerbaycan’da bırakıldığı bilinmektedir) Artsakh topraklarına karşı girişilen işgal-talan harekatı ile “iki devlet bir millet” hayalini gerçekleştirmek hedeflenmiştir.

İşgal harekatının Ermenileri ikinci kez soykırıma uğratmak ve ırkçı şoven Turan ülküsünün hayata geçirilmesi olduğu anlaşılmaktadır.

Ermenistan halkının bu savaş sayesinde dostları ile düşmanlarını tanıma ve sorgulama fırsatı ortaya çıkmışken, yüzyıllardır Rus hakimiyeti altında yaşayan Ermeni halkının geleceği, kaderi ve var olma mücadelesi Rus emperyalist çıkarlarının bölgesel çıkarlarına feda edildiği bu savaşta ortaya çıkmıştır.

Her şeyin bir plan çerçevesinde, kontrollü yürütülen bu savaşın Azerbaycan’ın “Bayrak Bayramı” 9 Kasım’a getirilmesi, 3 kere denenen ve bir türlü hayat bulmayan ateşkes antlaşmalarına rağmen bıçak gibi kesilmesi insanları elbette “neden?” sorusunu sormaya teşvik etmiştir. 1. Karabağ Savaşı’nda Ermenistan’ın neredeyse Bakü’yü ele geçirilmesine ramak kala, Rusya’nın izin vermemesine benzer bir taktik izlenmiş bu kez de Azerbaycan ordusunun Artsakh Cumhuriyeti’nin başkenti Stepanagerd’in işgal edilmesine izin verilmemiştir.

Ermeni halkının kendisinden 10 kat askeri olarak güçlü bir düşmana, NATO’nun 2. büyük ordusu kurmaylarının yürüttüğü, DAİŞ artığı çeteleri ile destek verdiği işgal saldırısında nasıl bir barbar düşman ile savaştığını bütün dünya gördü. Bu savaşta TC ordusu doğrudan yer almıştır. Rus haber/analiz sitesi Vzglyad’da çıkan yazıda Türkiye’den 3 generalin Artsakh işgalini komuta ettiğini yazmaktadır.

Bu kişiler Korgeneral Şeref Öngay, Tümgeneral Bahtiyar Ersay, Tümgeneral Göksel Kahya’dır.

Daha ilk günden savaşın gidişatının karara bağlandığı, Ermeni halkının “Karabağ’ın özerkliğinin tanınması ve güvenliğinin sağlanması” karşılığında, Azerbaycan diğer topraklarından çekileceği beyanına rağmen Ermeni halkı cezalandırılmıştır.

Rus emperyalizmi son ana kadar Azerbaycan’ın ilerlemesine yeşil ışık yakmış, “Şuşi’nin düşmesinden” sonra, savaşa dur diyerek bitirmiştir.

Rus emperyalizmi N. Paşinyan’ın yardım talebini geri çevirerek, Azerbaycan-Türk ilişkilerini iyi tutmak, onları kaybetmemek, zengin gaz ve petrol yataklarında söz sahibi olmak için, müttefiki olduğu Ermenistan’ı hiç umulmadık bir anda arkadan hançerlemiştir.

Böylelikle zaten kendisine bağlı Ermenistan’ın yanında Azerbaycan’ı da hegemonyası altına almış, bir taşla iki kuş vurmuştur.

Rus-Ermeni ilişkileri ve Çarlık…

3000 yıldır kadim topraklar üzerinde varlığını sürdüren Ermeni halkı Osmanlı-İran ve Rus imparatorluklarının ağır baskı ve saldırıları ile karşı karşıya kalmışlardır. 1828 yılına varana dek İran egemenliği altında baskılara maruz kalan Ermenilerin kaderi Rusların Kafkaslar’a gelmesiyle değişmiştir. İran egemenliği altında en kötü günlerini geçiren Ermeniler, 1826-28 Rus-İran savaşından sonra Kafkaslar’a yönelmişlerdir.

İran’a karşı kazanılan zaferde önemli katkılarda bulunmuşlardır. Rus Çar’ı Nikola’nın özerklik vereceği umuduyla mücadele etmişlerdir. Kazanılan zaferden sonra Ruslar, Yerevan ile Nahçevan hanlıklarını ele geçirmişlerdir.

1828 yılında Ruslar ile İran arasında imzalanan Türkmençay Antlaşması ile İran’ın kuzeyinden yaşayan Ermeniler artık Doğu Ermenistan’a gidip yaşayabilme imkanına kavuşmuşlardır.

Ermeniler kışın soğuğuna aldırmadan “Rusların otunu yemek, İran’ın ekmeğini yemekten daha iyidir” diyerek Aras Nehri’ni geçerek Ararat platosuna yerleştiler. Her şeylerini terk ederek, tarlalar ve ekinlerini toplamadan tek kelimeyle kaçtılar. Ama Hıristiyan inancından gördükleri Ruslardan umduklarını bulamadılar. Hayal kırıklığına uğradılar.

Özerklik kazanacaklarına kendi toprakları Çar’ların merkez üssü haline geldi. Çarlık, Ermenileri sadece başarılarından dolayı ödüllendirmekten öteye gitmedi.

Türkmençay Antlaşması’nda 50 bin olan Ermeni nüfusu, 20. yüzyılın başında Kafkaslar’da 500 bin oldu. O gün bu gündür Kafkaslar’da varlıklarını sürdüren Ruslar geri çekilmemişlerdir. Ermeni halkı Sultan’ın hakimiyeti altında olmaktansa can, mal ve namus güvenliği için Rusları tercih eder duruma geldiler.

İran’dan Rus egemenliği altına geçen Doğu Ermenistan’ın yüzyıllardır özlenen rüyası gerçek olmuş oldu. Dünyanın dört bir yanına dağılan Ermeniler bu duruma sevindiler. “Gözümüz aydın”, “artık acı ve çilelerden kurtulduk”, “bundan sonra eziyet çekmeyeceğiz”, “özgür vatandaşlar olarak yaşayacağız” deniliyordu.

Aydınlardan bazıları Rus kuvvetlerini kutsadılar. “Rus kılıcına dağlar bile dayanmaz” dediler.

Rus hakimiyeti altına girmiş olan Doğu Ermenistan’a karşın Batı Ermenistan Osmanlı istibdatı altında en kötü günlerini yaşıyordu. 1877-78 yıllarına gelene dek Osmanlı-Rusya arasında süren hakimiyet savaşında Osmanlıların yenilmesiyle Ermeni toprakları Kars, Ardahan, Batum’a kadar Rusların hakimiyeti altına geçti.

Doğu ile Batı Ermenistan arasında süregelen ekonominin dengesiz gelişimi, Batı’yı çok geri ve halkını ise yoksul bırakırken, Kafkaslar’da kendini gösteren Fransız Devrimi’nin yankıları, ekonomik ve sosyal-kültürel gelişmeler Rusya’daki gelişmelerin yansıması olarak çeşitli partilerin doğmasına, uyanış hareketlerinin gelişmesine sebep olmuştur.

1917 Ekim Devrimi ile Sovyetler’de iktidarı ele geçiren işçi sınıfı emperyalist-kapitalist sistemin başını çeken Almanların işgal ve saldırıları ile karşı karşıya kaldı. Saldırı altında kalan Sovyet iktidarı, 2-15 Aralık 1917 tarihleri arasında Brest-Litovsk Antlaşması imzalamak zorunda kaldı. Sovyetler savaşı devam ettirme güçleri olmadığı, sınırlarını savunamayacağı bir dönemde bu antlaşmayı imzalamak zorunda kalmıştır.

Topraklarının bir kısmını Almanlara kaptırmış, Osmanlılara ise Osmanlı-Rus savaşında kazandığı Kars, Ardahan, Artvin’i vermek zorunda kalmıştır. Soykırımdan sonra Rusya Ermenistan’ı elinde bulunan topraklar da kaybedilmeye devam etmiştir.

1915 yılında yaşanan Büyük Felaket ile Anayurtlarının dörtte üçünü kaybeden Ermenilerin toprak kayıpları bununla kalmamış Doğu Ermenistan’da Ermenistan’ın Sovyetleşmesi ile devam etmiştir. Bu sefer Naheçevan Azerbaycan’a bağlı Özerk Cumhuriyet, Artsakh’ın ise yine Azerbaycan’a bağlı Özerk Cumhuriyet’in bir alt kademesi Oblast olması ile devam etti.

Tarihi, sosyal, kültürel dokusu dikkate alınmayarak alınan bu kararların sonuçları günümüze kadar devam etmiş, onarılması güç yaralar açmıştır. Ermenistan’ın Sovyetleşmesinden sonra, ilkin Azerbaycan tarafından da Ermenistan toprağı olduğu teyit edilen Artsakh kararı itirazlar sonucu Sovyet Prezyidumu’nda değiştirilerek, 1700 km2’lik topraklar Azerbaycan’a bağlı özerk yapıya sahip bir Oblast olduğu karara bağlanmıştır.

Türk-Rus ilişkilerinin geleceği düşünülerek, büyük nüfus çoğunluğu Azeri olan 2100 km2’lik Naheçevan 9 Şubat 1924 yılında Azerbaycan’a bağlanmıştır.

Ne var ki aynı hassasiyet büyük çoğunluğu Ermeni olan Artsakh’a gösterilmemiştir. Dün olduğu gibi bugün de yapılan bütün görüşmelerde zengin petrol-gaz yataklarına sahip Azerbaycan ile iyi ilişkiler kurmak ve zengin yataklardan faydalanmak daha baskın çıkmıştır.

“Felaket Anlaşması” mı, “İhanet Anlaşması” mı?

Ermeni ulusal tarihinde hiçbir zaman bir anlaşma ile Ermeni toprağının verildiği duyulmamış veya görülmemiştir. Şehitler verilerek, kan dökülerek topraklar ve anavatan parçası korunmuştur veyahut kaybedilmiştir.

Nicol Paşinyan’ın ifadeleriyle “Felaket Anlaşması”, Ermeni halkının deyimiyle “İhanet Anlaşması” olarak adlandırılan anlaşmayla toprak vermek ancak N. Paşinyan’ın iktidarında yaşanmıştır. İlk kez böyle bir vakaya rastlanılmıştır.

Paşinyan “Ulusa Sesleniş” konuşmasında “halkı bilgilendirdiğini”, “bu bizim için büyük bir felaket”, “bu kararda tamamen ve şahsen sorumluyum”, “çok acı” “hatalarım var”, “rezil belge” vb. demiş, ama halka gerçekleri açıklamaktan kaçınmış, yalan söylemiştir. Ulusal güvenliği ilgilendiren bir anlaşmada, bir iktidarın bu kadar hata yapmasını hiçbir toplum kabul etmez.

N. Paşinyan tüm bunlar yetmiyormuş gibi iktidarını devam ettirmiş, gelen tepkilere aldırış etmeden istifa etmemiştir.

Muhalefette iken “bütün anlaşmalardan, sözleşmelerden sizleri haberdar edeceğim sözü veren” N. Paşinyan pembe vaatlerde bulunarak halkın güvenini almıştı. Yolsuzluğun ve yoksulluğun üzerine giderek, “adil ve demokratik düzen” sözü veren N. Paşinyan, ulusal güvenlik sorunu olan ve direk Hay toplumunu ilgilendiren bir konuda, kimseye danışmadan, sorunu halka getirmeden, meclise getirip tartışılmadan, kendi başına karara bağlamış ve imzalamıştır.

Halka yalan söylemiştir. Veyahut istifasını vermemiştir. Siyasal baskılara dayanamayarak ağır şartlar içeren, ulusal güvenlik meselesi olan bu anlaşmayı kabullenmek zorunda kalmıştır.

9 Kasım’da imzalanan Ateşkes Anlaşması ile Şuşi’de direnen Fedai’lere saygısızlık etmiş “Şuşi düştü” diyerek kamuoyunu yanıltmıştır. Şuşi düşmemiş, teslim edilmiştir.

Savaşın kaybedilmesinin gerekçesini ise Koçaryan ile Sarkisyan dönemlerinde yaşanan yolsuzluklar, haksız kazanç elde ederek zenginleşen kesimlerin orduyu teknolojik ve askeri olarak geliştirememekten kaynaklandığını ileri sürmüştür.

N. Paşinyan’ın 2.5 yıllık iktidar döneminde bütün devlet olanakları elinde iken, kendini mağdur olarak göstermesi, inandırıcı olamamış, Ermeni halkını ikna edememiştir. Bugün ortaya çıkan gerçekler durumun hiç de öyle olmadığını göstermiştir. Rusya’dan alınan ve hava saldırılarına karşı geliştirilen savunma silahlarının satıldığı ortaya çıkmıştır.

Rus ve Ermenistan televizyonlarında yayınlanan ve belgeleri ile ifşa edilen skandal gün yüzüne çıkmıştır. Yurt dışından gelen gönüllüler, savaşın gidişatı belli olduğu için Vartenis’den öteye savaşmaya götürülmemiştir. Bekletilmeye terk edilmişlerdir.

1.Karabağ Savaşı’nda kendi kaderini tayin eden, Ermenistan’a bağlanmada karar kılan, Meclis başta olmak üzere kendi kurumlarını oluşturan, Cumhurbaşkanını seçen siyasi iradenin geleceği bugün karanlıkta bırakılmıştır. Belirsizdir. 5000 kişiye yakın kaybın ve yaşanan yıkımın sorumluları, muhalefette iken verdikleri söze sadık olmamışlardır.

Bu siyasetin sorunluları istifa edeceklerine, kendilerini iktidara getiren halka karşı polis gücünü kullanarak şiddet uygulamaktan geri kalmamışlardır. Yaşanan çok kısa süreçte Paşinyan iktidarının yüzü ortaya çıkmış halkı temsil etmediği anlaşılmıştır.

İstifa etmekten başka bir yolu bulunmayan Paşinyan’ın iktidarını sürdürebilmek için kirli senaryolarına, bir yalan daha eklenmiş, kendisine “suikast düzenleneceği”, “darbe yapılacağı” iddiaları ortaya atılmıştır.

N. Paşinyan mağduriyet rollerine tenezzül eder duruma gelmiştir.

Artsakh Yalnız Değildir: Vardık, Varız ve Var Olacağız!

ABD seçimlerini fırsat bilerek, Türkiye’nin özellikle savaşı kışkırtması, adı olan ama varlığından bihaber MİNSK grubunun sorunu Rusya’ya havale etmesi, AB’nin Ermenistan’ı yalnız bırakarak üç maymunu oynaması Azeri-Türk ve DAİŞ artığı çeteleri cesaretlendirmiş, dünyanın gözünün içine bakarak bu vahşet ve felakete sebep olmuşlardır.

44 gün boyunca süren bu savaşta, Ermenistan ve Rusya, KGAÖ (Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü) üyesi olmaları ve Rusya ile Ermenistan arasında imzalanan iş birliği ve güvenlik antlaşmasına rağmen Rusya Ermenistan’ın yardım talebine “çatışmalar Ermenistan’da olmadığı için müdahale edemeyiz” diye yanıt vermiştir.

Bu durumda elbette Rusya ile Ermenistan arasında askeri müttefiklikten şüphe duymak gerekir. Ortada bir müttefiklik ilişkisinden çok Rusya’nın Ermenistan’ı kendine bağımlı kılması, “Batı yanlısı” olarak tanımlanan N. Paşinyan’ı kendine tabi kılma çabası vardır. Diğer bir deyimle Rus emperyalistleri Batı emperyalistlerine göz kırpan N. Paşinyan’ı cezalandırmıştır. Bunu da göstere göstere yapmıştır.

Öyle ki Rus emperyalistleri kendi ulusal çıkarlarını korumak için Suriye’ye, başka ülkelere askeri çıkarma yaparken, burnunun dibini, NATO’nun üyesi ve cihatçı çete artıklarını kullanan bir güç tarafından işgal edilmesine izin vermiştir.

Rus emperyalizmi Kafkaslar’da tehlikeli bir taktik izlemiştir. DAİŞ artığı çetelelerin Kafkaslar’a transfer edilmesine göz yummuş, sadece göstermelik açıklmalarla yetinmiştir. Bu çetelerin bundan sonra Kafkaslar’da nasıl tehlike oluşturacağını hep birlikte göreceğiz. İdlib’de sorun olan ve kalacak yer aranan çeteler Zaharova’nın deyimiyle “buharlaşmadılar.”

Çetelerin Artsakh’a yerleştirilmesi durumunda hiç şaşırmamak gerekir.

Yeni “Rus Çar”ı, eline geçen bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmiştir. Savaşın kazananı Rus emperyalizmi olmuştur. Ermenistan ağır bir yenilgi almış, Azerbaycan ise kendi “toprak bütünlüğü”nü Rusya’nın eline vermiştir. Rusya Ermenistan’da bulunan Gümrü Askeri Üssü’nden sonra Artsakh’a stratejik nokta olan Laçin koridoruna yerleşerek Azerbaycan’ı da kendisine mahkum etmiş oldu.

Gürcistan, Ukrayna’dan sonra Azerbaycan’ın da NATO-AB’ye iltihak etmesinin yolu kapanmış oldu. Askeri hakimiyetini pekiştirdi. Savaş boyunca Türkiye ile yürütülen telefon diplomasisinde, maharetli olduğunu gösterdi.

Rus emperyalizmi daha önceden Rojava’da Efrin’in Türkiye tarafından işgal edilmesine göz yumarken, karşılığında Suriye’nin Halep başta olmak üzere birçok şehirlerinin kurtarılmasına ön ayak olmuştu. Rusların Artsakh’ın işgal edilmesinde de benzer bir taktik politikanın izlemiş olmaları mümkündür.

Nitekim Artsakh işgali sırasında Türk gözlem noktalarının bir kısmının İdlib’den taşınması ve yapılan kimi açıklamalar kirli pazarlıklarla Ermeni halkının çıkarlara kurban edildiğini göstermektedir. Artsakh işgali sırasında Rusya’nın tavrı, bir kez daha Rusya’nın Ermeniler için güvenilir müttefik olmadığını ortaya çıkarmış durumdadır.

Trajedilerle dolu Ermeni halkının tarihine soykırım faciasından sonra bu sefer Artsakh’ın işgal edilmesi olayı da eklenmiş durumdadır. Toprak kaybı ile kan kaybetmeye devam edilmiştir. 15 Kasım’da teslim edilmesi planlanan topraklardan göç etmek zorunda kalan Ermeni halkı evlerini yakmış, yakınlarının mezarlarının saldırıya uğramaması için cenazelerini dahi çıkarıp yanlarına almıştır.

Bu anlaşılabilir bir tavırdır. Soykırıma maruz bırakılan Ermeni halkının Anadolu’da mezarlıklarından, kiliselerine kadar yağmalanıp, talan edildiği bilinmektedir.

Maalesef dünya bu dramı seyrederek, sesini çıkarmayarak bakmaktadır. Ermeni halkı bir kez daha evini sırtlayarak, belirsiz ama nereye varacağı, sonunun ne olacağını bilmediği yollara mahkum edilmiştir. Şimdiden Artsakh’ın tarihi ve kültürel dokusunun akıbeti tehlikeye düşmüştür.

Başta 800 yıllık Dadivank Manastırı ile sayısı yüzlere varan tarihi eser ve kilise DAİŞ artığı çeteler ile Türk-Azeri çetelerinin yıkım ve tahribatı ile karşı karşıyadır. Dadivank için Azerbaycan Kültür Bakanlığı şimdiden “Kafkas Alban uygarlığının en iyi kanıtıdır” gibi son derece akıl, tarih ve bilim dışı bir açıklama yapmış durumdadır.

Tıpkı Ayasofya’nın Kariye’nin cami olduğunun iddia edilmesi gibi…Tıpkı Anadolu’da Ermenilerden kalan kiliselerin yıkılması, tahrip edilmesi ve hatta tuvalet olarak kullanılması gibi…

Artsakh büyük bir işgal saldırısına maruz kalmıştır. Ermeni halkına bir kez daha soykırım pratiğine yönelinmiştir. Türk-Azeri ve DAİŞ artığı çetelerin bu soykırım saldırısını durduran Artsakh Ermeni halkının direnişi olmuştur. Başta İ. Aliyev gibi halk düşmanı, kumarbaz şarlatan diktatörler, R. T. Erdoğan gibi DAİŞ hamisi, eli kanlı ve hırsız diktatörler bir kez daha ezilen halkların nezdinde teşhir olmuşlardır.

Sonuç olarak; Hayastan, bugün hiçbir zaman olmadığı kadar Türk-Azeri ve DAİŞ artığı çetelerinin saldırıları ile karşı karşıyadır. Hayastan bugün TC faşizminin Turan hedefleri arasında, bir varlık yokluk ve güvenlik sorunu ile karşı karşıyadır.

Bu saldırganlık bununla kalmayıp daha ileri noktalara taşınacaktır. Hayastan’da halk zor bir sınav ile karşı karşıyadır. Bir yandan kendi egemenleriyle mücadele ederken diğer yandan dış güçlerle, başta emperyalistler olmak üzere, bölge gerici devletlerinin yayılmacı, işgalci ve soykırımcı tehdit ve saldırılarıyla yüz yüzedir.

İhanet çemberinin tersine çevrilebilmesi mümkündür. Sonuçta Hayastan halkı mutlaka kazanacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu