Makaleler

DEMOKRATİK DEVRİMİN PROPAGANDASI EKSENİNDE YEREL SEÇİMLER

Türkiye, ilki Mart 2014 olmak üzere önümüzdeki 1.5 yıl içinde üç etaplı bir seçim maratonu yaşayacak. Bu seçim sürecine, kitlelerin örgütlü veya kendiliğinden mücadelesinin yükseldiği, bunun yanı sıra egemen sınıflar arasındaki çelişkinin bir hayli keskinleştiği koşullarda giriyoruz.

Seçim süreçleri ayrıca kitlelerdeki politik ilgi ve hakim sınıflar arasındaki çelişkilere etki edeceğinden devrimci hareket bu süreçlere müdahale amacında olur/olmak zorundadır.

Sürecin taşıyıp getirdiği kendiliğinden sonuçlara müdahale, kitlelerden kitlelere siyasetinin zeminidir. Devrimci hareket özel olarak komünistler, bilinçli ve dinamik güçler olarak sürecin içinde yer alırlar. Bu, politika belirlemek, politikayı açıklamak-yaymak ve politikanın pratik gereklerini en ileri seviyede gerçekleştirmekle mümkün olur. Böylece bir kelkele (rüzgarın sürüklediği, önüne katıp götürdüğü çalı çırpı yumağı) gibi savrulup durmanın önüne geçilir.

Ezilen sınıflar, ezilen milliyet, cins ve inanç kesimleri ayakta!

Gezi İsyanı devrimci durumun yükselişte olduğu gerçeğinin bir dışavurumu, onun ruhu olan kitlelerin çığlığıdır. Bundan anladığımız bir devrim anı değildir, sayısı giderek artan duyarlı bir kesimin taleplerini, tepkilerini eylem halinde göstermesi; örgütlü, ileri güçlerle temasa açık olmasıdır. Kitlelere ait bu siyasal yönelim, ekonomik ve siyasi açıdan krizin boyutunu, faşist baskı ve uygulamalara rağmen kitlelerin yönetilemezliğini yanıtlıyor.

Kitlelerdeki mevcut politik-psikolojik iklim bastırılabilir olduğu gibi geliştirilip büyütülebilir de. Haziran günlerinden bu yana artan faşist şiddet (hukuki ve fiziki), iktidarın isyanı bastırmaya dönük çabaları olarak okunmalıdır. Fakat başarılı olamıyorlar, kitlelerdeki öfkenin önüne geçemiyorlar. Faşizmin karşısında kaçışıp güvenli odalarına sığınan bir kitle yok. Faşizmin şiddetinin ve saldırganlığının sınırı olmadığını deneyimlemiş, ama yine de büyük kalabalıklar halinde meşru ve yasadışı eylemlere akan bir kitle var.

Bu büyük yığınları sokaklara, eylemlere çeken, barikatlar kurduran ve onları sayısız şafağı barikat başlarında karşılamaya götüren nedenler toplumsal yapının ağırlaştırdığı sorunlardı. İşçiler, kamu emekçileri, kent küçük burjuvazisi, hatta orta burjuvazi (özellikle sol kanadı) büyük bir yıkım içindedir. Başta eğitimli kesim olmak üzere genç nüfusun önemli bir bölümü işsizdir. Ezilen sınıf ve katmanların içinde bulundukları gerçeklik onları bir isyanın öznesi haline getirmiştir.

Bu sosyal gerçeklik, ezilen ulus ve milliyetler üzerindeki milli baskıyla, Kürt Ulusal Hareketinin  savaşı ve direnişiyle, Kürt halkının ayaklanmış bilinci ve ruhuyla, azınlık milliyetlerin gelişen demokratik talepleriyle, toplumsal cinsiyetçiliğin, ataerkinin ezen, un ufak eden şiddetine karşı her gün çoğalan sayıda kadının mücadele alanlarına yürüyüşüyle, LGBTİ bireylere dayatılan “imkansız” hayatla, Alevilerin yüzlerce yıllık katliam, zor ve baskı ile asimilasyon, Sünnileştirme tarihine karşı hiç bitmeyen öfkesi ve direnişiyle beslenerek büyümüş, isyanlar biriktirmeye, isyan gerçekleştirmeye götürmüştür.

Sınıfsal, ulusal, inançsal, cinsel baskı ya da ezilmişlik elbette mülkiyetin biçimi ile birlikte sınıflar arası ilişkiden, bu ilişkinin en işlevsel aracı olan devletten kaynaklı bir sorundur. İsyan eden, Haziran günlerini yaratan Türkiye halkı, hükümetteki AKP’ye yönelip kahredici öfkesini AKP üzerinden patlatırken hedefi ıskalamıyordu. Zira, ezen-ezilen ilişkisi ve bu ilişkiye göre nitelik kazanmış olan devlet AKP’de vücut bulmuştur. AKP bir sembol olarak ezen sınıflar ve onlarla özdeş sınıfsal, ulusal, cinsel, inançsal baskıyı temsil ediyordu.

Elbette egemen sınıflardan, devletten kopartarak yalnızca AKP’ye yönelmiş, hedefi AKP ile sınırlamış azımsanmayacak bir kesim mevcuttur. Bununla birlikte AKP merkezli bir çıkış bile –küçük bir kesimi dışta tutarsak- örtük biçimde ezilen sınıfların, ezilen cins ve inanç topluluklarının yakıcı taleplerinin bir yansıması olarak görülmelidir.

AKP “ezilenler” ya da yönetilenler üst başlığına topladığımız bütün kategoriler (sınıf, cins, ulus, inançsal kategoriler) için, verili durumlarının sorumlusu olan güçleri temsil etmektedir. Kitleler verili olana, onun sorumlusu güçlere isyan ediyor. İsyanın devletin burçlarına ulaşmadığını, gelip gelip AKP’ye çarparak dağıldığını kim iddia edebilir?

Uluslararası yeni iş bölümü ve meta üretim örgütlenmesi içindeki Türkiye ucuz iş gücü, enformel sanayinin, taşeronun, derin bir sömürünün, ağır iş koşullarının, işçi ölümlerinin, sendikasızlaştırmanın yoğunlaştırıldığı bir ülkedir ve tüm bu saldırılar milyonlarca işçi için AKP demektir. Ataerkinin en baskıcı, en ağır biçimi onun faşizme içerilmiş halidir. Yarı-feodal üretim ilişkileri üzerinden yükseliyor olduğu içindir ki Türkiye’de ataerki koyu bir şiddet, cins kırımı ve pervasız cinsiyetçi bir rol dağılımıdır. Türkiye’nin emekçi kadınları AKP’de ataerkinin o en ceberrut yüzünü görmektedir. Kürt ulusu ve diğer azınlık milliyetler açısından zulüm, Aleviler için yok sayılma, Sünnileştirilme, aşağılanma AKP’de vücut buluyor.

Gezi kıvılcımını bir büyük isyana dönüştüren AKP üzerinden milyonları devlete yönelten onların ekonomik ve siyasi sorunlarıydı. Bugün kitleleri mütemadiyen sokağa, eyleme çeken de bu sorunlardır. Maddi hareketin biçimi toplumsal eylemliliktir. Bir ruh hali, psiko-politik bir durum olan hareketin bu biçimi, en anlaşılır biçimi ile eylemi yaratan kitleler tarafından tanımlanmış, adına “Gezi ruhu” denilmiştir. Ezilenlere değin her gelişmede lokal ya da genel planda tavır almak, eyleme geçmektir Gezi ruhu. Söz gelimi ODTÜ direnişinin Antakya’daki barikatla beslenmesi ve Ahmet’in şehit düşmesi veya cami-cemevi projesine karşı ayaklanan Tuzluçayır halkının on binlerin katıldığı miting ve eylemlerle sahiplenilmesi, desteklenmesidir.

Punto Deri, Feniş, Hacettepe, BEDAŞ vd. iş yerlerinde çekilen direniş bayrağı, yerin derinliklerindeki yüzlerce Kozlu maden işçisinin yer altını saatlerce işgal etmesidir Gezi ruhu. Ahmetler köylülerinin Peri Suyu’nun, Ergene Vadisi ve diğerlerinin madencilere, HES’çilere isyanı, Erdoğan Bayraktar’ın “küçük derelere HES yapmayacağız” açıklaması, cemaat-AKP çatışması, CHP genel başkanının ABD’ye yüz sürmesi, kısacası devrimci durum; eş deyişle “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” çığlığı, haykırışıdır Gezi ruhu.

Yerel yönetimlerle başlayan seçim sürecine böylesi koşullar içinde giriyoruz. Seçim taktiğimiz bu siyasal durumla doğrudan ilişkili olmak zorundadır. Başka bir ifade ile belirleyeceğimiz seçim taktiği, devrimci durum üzerinde olumlu etki yapacak, onu daha da geliştirecek nitelikte olmalıdır.

Böyle bir politikanın başlıca üç parametresi olduğunu tespit etmeliyiz. Birincisi komünistlerin örgütlenmesi, onun nitel ve nicel gücünün yükseltilmesi; ikincisi devrimci, demokratik güçlerin mücadele birliğinin yakalanması, eğer böyle bir zemin mevcutsa onun daha geliştirilmesi; üçüncüsü ezilen sınıf ve katmanların ezilen ulus, cins ve inanç kesimlerinin örgütlenmesi, onların kendiliğinden bilinçlerini devrimci temelde etkileyerek dönüştürmesi, ekonomik ve siyasi taleplerinin sahiplenilmesi ve mücadele alanlarına çekilmesi, bu yönlü bir faaliyete imkan sunulmasıdır.

İşte seçimlere dönük politikamız, seçim taktiğimiz bu üç parametreyi lehimize en başarılı biçimde nasıl gerçekleştirebileceğimiz sorusuna yanıt olmak zorundadır.

CHP, devrimci yükselişin esaslı düşmanıdır

Bugün orta ve ileri kitlelerin önemli bir bölümü AKP’ye karşı mücadeleyi, onun geriletilmesini öncelikli görmektedir. Bu “öncelikli” soruna katkı sunacak eylemliliklere katılmaktan, güç aktarmaktan geri durmamakta, bu yönlü çağrılara kulak verip desteklemektedirler. Meydanlarda, caddelerde, sokaklarda ve forumlarda, dayanışma eylemlerinde gördüğümüz bu mücadele dolu kitleler, önemli ölçüde örgütsüzdürler. Yine bu kitle bütün eleştiri ve suçlamalarına rağmen CHP ile ilişkilidir ya da CHP’den kopmuş değildir.

Kitleler kendi sorunlarının çözümünü CHP’de bulduğu, CHP’yi çıkarlarının temsilcisi olarak gördüğü için CHP ile ilişkilenmiyor. CHP kadınların, CHP Kürtlerin, ezilen sınıf ve katmanların, her milliyet ve inançtan genç kadın ve erkeklerin partisi olabilir mi? Askeri vesayet, sözde de olsa özgürlükler ve haklar sorununda dindar kisvesine bürünmüş faşist AKP’ye bile “muhalefet etmekte” nal toplayan bir partidir. CHP’ye eğilim öncelikle AKP’nin kutuplaşma yönünde izlediği siyasetten beslenmektedir.

AKP seçmen desteğini elde tutmak, erimesinin önüne geçmek için bu tür bir siyaset izlemekte, böylece oy desteğini bloke etmeyi hedeflemektedir. Bu politikanın başarılı olduğu her durumda CHP de kazanmakta çünkü, kutuplaşmanın karşı tarafı CHP ile aidiyet ilişkisine girebilmektedir. Sadece kendisini tehdit altında gördüğü için değil, AKP’yi zayıflatmak, onu devirmek için mevziiye duyduğu gereksinim sonucu olarak da CHP’ye doğru bir eğilim doğuyor.

CHP’nin geleneksel diyeceğimiz, kentli-laik-Kemalist küçük burjuvalardan ama, özellikle Alevi halkımızdan bir seçmen kitlesi elbette bulunmaktadır. Fakat CHP’nin seçmen desteği asıl olarak konjonktürel durumdan çıkmakta veya yine konjonktüre bağlı olarak azalmaktadır.

Kemal Kılıçdaroğlu gibi vasatın altında, silik birinin başkanlığındaki CHP bir lider sorunu yaşamasına, kendi içinde yaşadığı büyük yarılmaya, temel meseleler hakkında çözüm anlamına gelecek hiçbir şey söylememesine rağmen anket sonuçlarından oylarını artıran bir CHP olarak çıkıyorsa, bunun tamamen şimdiki siyasi durumun bir yansıması olduğu akılda tutulmalıdır.

Gezi’de isyan içindeki kitlelerle yapılan yüz yüze görüşme ve anketlerde o güne kadar CHP’ye oy vermiş olanlar içinde azımsanmayacak oranda insan artık CHP’ye  oy vermeyeceğini söylüyordu. Bu, bize isyan ikliminin kitlelerin politik eğilimlerinde yol açtığı değişikliği; ikinci olarak da CHP’li seçmenin kopuşuna rağmen oylarını yine de artıran bir CHP olduğunu gösteriyor.

Kutuplaştırma kitleleri yedekleme ve yönetme yöntemidir

Türkiye’nin emperyalizme bağımlı, yarı-sömürge, yarı-feodal yapısı ezilen sınıfların yokluğa, yoksulluğa mahkum olmasının başlıca nedenidir. Neo-liberal ekonomi politikaları ile girilen süreç, emperyalist sermayeye yeni pazarlar, kâr alanları ve düşen kâr oranlarını yükseltme imkanı sunarken, Türkiye ve benzer ülke halklarına aşırı bir sömürü, yıkım, ince ve kaba biçimleriyle zenginleştirilmiş ve yoğunlaştırılmış bir faşist diktatörlük getirdi. Paradoks zamanlardaydık.

“Demokrasi”nin zaferi dünyaya ilan edilirken Türkiye ve benzer ülkelerin halkları için manzara bir cangılın ortasında silahsız, savunmasız, korunaksız kalakalmak, yaşamak zorunda bırakılmak gibiydi. Sınıfsallık dışındaki kimlik ve kültürler için özgürlükten dem vurulurken egemen ulus ve inanç dışında kalan ulus ve milliyetlerin, inanç gruplarının üzerinde asimilasyon ve inkar politikaları dizginsiz biçimde hayata geçiyordu. Kadın kırımı ve homofobi ise cinsiyetçi, heteroseksist ataerkinin ulaştığı düzeyi gösteriyordu.

Tıpkı diğerleri gibi AKP hükümeti de var olan sorunları yani çelişmeleri toplumun lehine çözme yönünde değil şiddet yoluyla bastırmak ve yönetilebilir durumda tutmak biçiminde bir politika izledi.

Kendinden öncekilerden farkı, hakim sınıfların devletle daha etkin olan değil devlet içi iktidar mücadelesinde önü kesilen, daraltılan kesimin temsilcisi olmasıydı. Emperyalist sermayeyle ilişkiler ve emperyalist çıkarların öncelenmesi açısından önceki faşist parti ve hükümetlerden geri kalır yanı bulunmamaktadır.

O güne kadar devletin imkanlarından egemen sınıf kliklerinden biri olarak yeterince yararlanmamış olması mağduriyet nesnesi haline getirilerek kitle desteği, iktidar organları içinde egemen kliği geriletmeye tahvil edilebilmiş, bu hedef önemli ölçüde gerçekleştirilmiştir. AKP bunu yaparken de desteğini aldığı kitlelerin zihinsel dünyalarını, toplumsal değer, kültürel ve gelenekçi şekillenişlerini gözetmiş, bunlarla ilişkili siyasal ve sosyal politikalar üretmiştir.

Devletin temel kurumları içinde denetimi, hakimiyetini yitiren klik, yaşam biçimleri ve dünyayı algılayışlarına göre AKP’yi tehdit gören, kitleleri bu kaygılarına seslenerek yedeklemeyi, AKP’yi devirmenin imkanı olarak kullanmayı hesaplıyor. Zaten CHP veya AKP olsun bütün hakim sınıf partileri başlıca sorunlara dönük anlayış ve çözüm biçimleriyle değil yaşam biçimleri ve dünyayı algılayışlarına uygun söylemlerle kitlelere sesleniyorlar. Buna göre muhafazakar ve laik-modern biçiminde iki ayrı kitle profili mevcuttur.

Kitlelerin kategorik olarak bu nitelikte bir ayrışmaya uğraması devrimin lehine değildir ama bunun suni bir ayrışma olduğu da söylenemez. Unutulmaması gereken, kitlelerin bu kategorilerle doğmadığı, söz konusu kategorilerin gerçek ihtiyaçların ürünü olmadığıdır. Bu ayrışma egemen sınıf ilişkilerinden ibaret konjonktürle ilişkili bir sorun olup niteliği gereği değişkenlik arz eder. Devrimci durumun gelişmesi veya gerilemesi kitlelerin duyarlılık gösterdiği, gerçek sorunlardan yana farklılıklar yaratır. Hakim sınıf partilerinin yaşam biçimleri hakkında çağrılarına sessiz kalmayıp bu faşist partiler arkasında saf tutan kitleler, yükselen devrimci durumla birlikte bu çağrılara kulak vermez olurlar.

Türkiye’nin bugünkü siyasi durumuna baktığımızda yaşam biçimlerine müdahaleye dönük çağrılara her ne kadar sessiz kalınmıyor, bunlara olumlu bir tepki veriliyorsa da kitleler nezdinde bunun aşındığı, tek başına yetmediği de bir gerçektir. Ezilenler içinde sürekli artan sayıda bir kitle kendini tanımlarken yaşam biçimi dışında ezilen sınıf, cins, milliyet, inanç kimliği, kendini gerçekleştirme üzerinden veya kimliğine karşı saldırılar üzerinden tanımlanmaya ve buna uygun bir konumlanmaya gitmektedir.

Gezi İsyanı ve Gezi’den bugüne yaşananlar muhafazakar, laik-modern biçimindeki ayrışmanın, geçerli olmakla beraber kitlelerin siyasal yöneliminde belirleyici olmaktan, esas parametre olmaktan çıktığını gösteriyor. Farklı yaşam biçimlerine sahip olsalar da daha üst değerler için yan yana gelme, hassasiyetlere özen gösterme olduğu görülmüştür. Hakim sınıfların iki büyük partisi olan AKP ve CHP, kitleleri kolayca yedekledikleri zamanları çok arayacaklar. Bugünkü durum kitlelerde bilinç düzeyinde değişimlere yol açmakta, faşist partilerin çekim gücü zayıflamaktadır.

Bu siyasal durum, politika oluştururken, pratiğimizi şekillendirirken önemli bir göstergedir. Kitleler üzerindeki hakim sınıf partilerinin hegemonyasını kırmak, kitleleri yedeklenen değil, bu partiler, temsil ettikleri sınıf ve devletten hesap soran bir güç haline taşımak için elverişli bir ortam içinde bulunduğumuzu biliyoruz. Bu süreç, kitleleri hakim sınıf partilerinden koparmak, kopuş sürelerini hızlandırmak biçimindeki politikayı daha da anlamlı ve güçlü kılıyor.

Tekçi faşist Kemalist ideolojinin çıkmazı büyüyor

Devrimci durumun gelişim seyriyle toplumsal bilinç arasındaki ilişkiyi dikkate aldığımızda, burjuva-feodal ideolojinin etki gücünün zayıfladığını, toplumsal bilinçteki aşınmanın büyüdüğünü söylemek gerekiyor. Kitleleri, hakim sınıf partilerinden kopmaya veya bu potansiyeli güçlendirmeye götüren de budur. Bir dizi faktörün yanında Kürt Ulusal Hareketi’nin girdiği ateşkes hali, TC ile “yürütülen” “çözüm” süreci de bu potansiyele etki yapmıştır.

Gezi İsyanı’nın gelişimini Ulusal Hareket’in başlattığı yeni duruma bağlayan, “barış” sürecinin yarattığı iklim olarak Gezi İsyanı’ndan söz eden anlayışlara, barış kavramı ve dolayısıyla süreci mutlak olumlayan yaklaşımlara katılmamız mümkün değil. Buna rağmen Kürt ulusu üzerindeki milli zulmü, egemen ulus boyunduruğunu ortadan kaldırmayı amaçlayan içeriğiyle, esas yönü olumsuz olan “barış” sürecinin kitlelerdeki şovenizmin gerilemesi, ırkçılığın zemininin zayıflaması, kitlelerin manipülasyonu için alanın daralması gibi olumlu sonuçlar ürettiği, bunun Gezi’ye pozitif olarak yansıdığı da bir gerçektir.

“Barış” sürecinin bütün ulus ve milliyetlerden Türkiye halkı arasındaki ilişkilere, mevcut siyasal sürece olan etkisini her iki yönüyle birlikte ele alarak görevler belirlemek tabiidir.

Seçimlere dönük politikamız bu durumu elbette görecektir.

Kürt ulusal hareketi, serhıldanlar da dahil fiili meşru mücadele zemininde kalarak ulusal demokratik hakların kazanılması için etkin bir mücadele yürütülmesini savunmaktadır. Hakları devletten beklemeyeceklerini, devlet vermese de kendilerinin evrensel düzeyde de meşru olan hakları/ulus olmaktan kaynaklanan demokratik hakları gerçekleştireceklerini belirten Ulusal Hareket, bu konudaki anlayışını her kademedeki yetkilisiyle seslendirmektedir.

Komünistlere gelince; yeni demokrasi mücadelemiz içinde Kürt ulusal demokratik haklarının kazanılması için mücadele etmekten geri durmayız. Bu haklar yeni demokratik devrim mücadelemizin konusudur. Bu haklar için mücadelede Kürt Ulusal Hareketi’nin yanında olmak, demokratik haklar mücadelesine destek sunmak görevimizdir. Kürt ulusunun kendi kaderini özgürce tayin etme hakkını, Kürt ulusu ve azınlık milliyetlerin haklarını geniş kitlelere mal etmek, her milliyetten emekçi halkımızın mücadele birliğini geliştirmek seçim politikamız ve pratiğimiz için de öncelikli olacaktır.

Tekçi faşist Kemalist ideoloji uzunca bir süredir, sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Başta Kürt ulusu olmak üzere Türk orijini dışında kalan Ermeni, Laz, Çerkez, Rum vd. azınlık toplulukların, yine zorla Sünnileştirilen Alevilerin karşılaştıkları onca büyük zulme, katliama rağmen ulusal ve inanç kimliklerindeki ısrarı ve mücadeleden asla vazgeçmemeleri faşist Kemalist tekçiliğin çöküşünün temel nedenidir.

Fakat dümeninde şimdi AKP’nin oturduğu TC devleti, başka türlü olamayacağı için belli başlı çelişkileri hakim yönü koruyarak sürdürmek zorundadır. Ezilen sınıfları, ezilen ulus ve milliyetleri, ezilen cins ve inanç kesimlerini birbirine yakınlaştıran ve bu kesimleri ırkçı, cinsiyetçi, mezhepçi söz ve eylemlere karşı ortak duyarlılık sergilemeye, karşı durmaya götüren, TC devletinin kendi içinde demokratik bir dönüşüm yaşama imkanı olmadığı, nitelikli içsel değişimler yaşayamayacağı gerçeği olmuştur. Kurulan iş konseyleri işçilerin sorunlarına, barış ve çözüm komisyonları Kürt ulusu ve azınlık milliyetler sorununa, Alevi çalıştayları inanç sorununa, bu sorunları yönetme dışında çözüm getirmemiştir. Ezilen halkımız bütün bu girişimlerin bir oyalama, eski durumu sürdürmeye yönelik hamleler olduğunu görüyor, kavrıyor. Seçimler yaklaştıkça atılmayan adımların atılıyor gibi yapıldığına, söylenmeyen sözlerin söylendiğine, vaatlerin “hayal” olarak pazarlandığına tanık oluyoruz. Seçimlerde izleyeceğimiz politika ile bu aldatmacaları teşhir edecek, halkımızın faşizmin demagojik, ırkçı, mezhepçi, cinsiyetçi politikalardan kopuşunu hızlandıracağız.

Faşizmin teşhiri, kitlelerin birliği, devrimci durumun yükselişi için seçim sürecine yüklenelim!

Kitlelerin siyasi yönden arayışlarını hızlandırdığı bir uğraktayız. Günümüz Türkiye’sinin bir özgünlüğü de budur. Kitleler önceki siyasi konumlarından hem bir kopuş hem de yeni bir yerde birikme hali içindedir. Seçimler süreci bir arayış ve yan yana gelişi hızlandıracak kitlelerin nerede biriktiklerini biçimsel olarak da gösterecektir. Laik-modern-muhafazakar yaşam biçimine dayalı ve hakim sınıfların iki büyük partisince temsil edilen kutuplaşma kitleleri gerçek sorunlardan uzaklaştıran, verili koşulları korumaya ve üretmeye hizmet eden bir gerçekliğe sahip olduğu için hakim sınıflar ve onların faşist partilerince bilhassa keskinleştiriliyor.

Ezenlerin bu politikasına karşı kitleleri uyaran, bilinçlendiren, örgütleyen bir yaklaşımla, yerel seçimlere kitlelerin gerçek ihtiyaçları, sorunları üzerinden bir kampanya ile katılacağız. Egemenlerin dayattığı sorunlardan kitleleri ayırmanın, kurtarmanın yeter koşulu, onların farkında olup da politikaya dönüştüremedikleri, örgütleyemedikleri bir mücadeleye taşıyamadıkları ihtiyaçlarını, istemlerini açığa çıkarmak, bir temel üzerinden devrimci-demokratik mücadeleyi geliştirmektir. Seçimler sürecine işçilerin, köylülerin, gençlerin, emekçi kadınların kendilerini ifade edebilecekleri, onlara ulaşabileceğimiz, özgün-özel bir süreç olarak bakarken, demokratik devrimin en geniş propagandasına ağırlık vermeli, buna yoğunlaşmalıyız.

AKP’den umarı olanları, CHP’den sol bir çıkış bekleyenleri ve reformların düzene kenetlenme çabasını reddeden, bununla beraber demokratik mücadeleyi mümkün en geniş alanda ve kitlelerle birleştirmeyi hedeflemeliyiz. Kitlelerin kopuşunu hızlandırmak ve netleştirmek, arayışlarını devrimci demokratik bir güçle buluşturmak, diğer zamanlarda olduğu gibi bugün de belirleyici bir sorundur. Seçimler sürecini bu önemli meselede yol almanın, kitleleri gerçek anlamda “ayrıştırma”nın aracı olarak değerlendirmek durumundayız.

Bu görevin gereklerine uygun bir pratik için, başından itibaren faaliyetlerinin bir parçası olduğumuz Halkların Demokratik Kongresi’ni (HDK) işlevsel görüyoruz. 26 Ekim 2013 günü gerçekleşen HDK 3. Genel Kurulu’nda “kentimizi de kendimizi de biz yöneteceğiz, yeniden ve yerelden yönetim, demokratik özerklik” başlığı ile belirlenen yerel seçim hedefleri şöyledir:

“- Yerinden ve yerelden yönetimi, demokratik bir yerel yönetim modelini geliştirmek, böylece yerel demokrasiyi güçlendirmek ve özerk meclisler idari yapısının tüm toplumda benimsenmesi için mücadele etmek.

– Doğrudan demokrasi ilkelerine uygun olarak katılımcı yerel yönetim modelini yerleştirmek.

– Bütçesini halkın belirlediği, rantı ve hırsızlığı taşeronlaştırmayı önleyen belediyeciliği geliştirmek.

– Yerel yönetimlerde toplumsal cinsiyet eşitliğini ve ekolojik toplum yaklaşımını hakim kılmak.

– Halkı mağdur eden kentsel dönüşüm politikaların durdurmak.

– Çocukların ve engellilerin kent yaşamında daha rahat katılabilecekleri önlemleri üretmek.

– Kamusal alanda anadil kullanımı, çok dilli belediyeciliği yaygınlaştırmak.

– Neo liberal yerel ekonomi politikaları yerine sosyal politikaları hayata geçirmek.”

Kuşku yok ki, yerel yönetimlerin demokratik hakların anlaşılır olmasında ve kavranmasında reddedilemez bir önemi-yeri vardır ve bu sebeple yerel yönetimlerde söz sahibi olmak çeşitli derecelerde olsa dahi devrim mücadelesine avantaj sağlayabilir. Ne var ki, bu önemi, olası-olanaklı avantajları, bizleri yerel yönetimlerin devlet düzeninden bağımsız bir niteliğe sahip olabileceği fikrine hiçbir şekilde götürmemelidir. Bu fikrin birçok biçimi, versiyonu bulunmaktadır.

Dolayısıyla ayırt edilebilir olması bazen zor olabilmektedir. Halihazırdaki politikamızın, kampanyamızın, seçim sürecine katılım perspektifimizin bu fikirle arasında kalın bir çizgi olmalıdır. Şehir ilçe ya da beldelerde yerel yönetimler kazanmak, buralarda söz sahibi olmak iktidar mücadelesinden uzaklaştırıcı sonuçlar vereceği gibi, esas mücadele biçimlerini küçümseyen üsluplara da neden olabilir. O halde politikamızın niyeti ve amacı net olmalıdır: Demokratik devrimin propagandası!

Gerçek yerel yönetimlerin vücut bulması iktidar sorununun halkımız lehine çözümlenmesi ile mümkün olacaktır. Nihayetinde devlet sınıf mücadelesinin belirleyici unsurudur. Zor aygıtı mevcut düzenler bağlamında her türden “demokrasi”nin koruyucusu-tayin edicisidir. Asla bu gerçeği unutmamalıyız.

HDK’nin yerel yönetimler için belirlediği hedeflerin sözünü ettiğimiz iktidar sorunu nezdinde pratik bir hükmü/değeri “sonuç olarak” yoktur. Biz bu hedefleri seçim kampanyamızın temel düsturu olan devrim propagandasının unsurları olarak sahipleniyoruz. Ama gerçekleşebilirliğini “demokrasi”nin halk lehine sonuçlandığı bir iktidar değişikliğinde/devrimde mümkün görüyoruz. HDK’nin yerel yönetim ilkelerini benimseyen, bunlara uygun bir yerel yönetimler politikası izleyecek olan adayları destekleyecek, etkin bir kitle çalışması yürüteceğiz.

Seçim ilkeleri belirleyici olmakla birlikte adayın desteklenir olması için de niteliği önemlidir. Adaylar devrimci, demokrat, ilerici bir nitelikte değilse böylesi adayları desteklemeyeceğiz. Keza demokratik, ilerici bir niteliğe sahip olmakla birlikte faşist bir partide örneğin CHP’de seçime katılan bir adayı da desteklemeyiz. HDK’nin (bu bağlamda BDP ve HDP) demokratik bir işleyişle ve faaliyet yürüttüğümüz alanlarda bizim de aktif katılımımızla belirlediği adaylar öncelikli olacaktır, fakat yukarıdaki gibi bir aykırılık olması halinde destek tavrımız olmayacaktır.

HDK’nin HDP’yi içerdiği bilinmektedir. Her ne kadar aksini söyleyenler varsa da HDP bir seçim partisidir. HDK, genel olarak Türkiye Kürdistanı’nda BDP, dışındaki coğrafyada ise seçimlere HDP ile katılacaktır. HDK adaylarını destekleme kararımız böylelikle BDP ve HDP adaylarını destekleme biçiminde somut bir kimlik kazanmış olacaktır. Seçim çalışmamızı bu doğrultuda biçimlendireceğiz.

HDK-HDP Kürt Ulusal Hareketi’nin siyasal hedef ve yönelimleriyle örtüşen bir programa sahiptir. Bundan hareket edilerek HDK’yi Kürt Ulusal Hareketi’nin Kürdistan dışındaki coğrafyadaki seksiyonu olarak değerlendiren görüş doğru değildir. Bu yanlış görüş, farklı versiyonlarıyla karşımıza çıksa da özünde şovenizmden malul, devrimci ve demokrat saflardaki şovenist izdüşümden ibarettir. Politik saflaşma Kürt ulusal sorunu ve Kürt Ulusal Hareketi’ne alınan tavırdan başlarken, kitlelerdeki geri yönleri istismar ederek, kitlelerle bu yoldan kolay bir bağ kurma adına Kürt ulusal sorunu ve Kürt Ulusal Hareketi’ne mesafe koymak kabul edilemezdir.  Seçim süreci Gezi İsyanı’nın güçlendirdiği anti-şovenist dalgayı büyütmek için de fırsat sunmaktadır. Kitleleri hakim sınıf partileri olan CHP, AKP gibi faşist partilerden koparıp devrimci ve demokrat güçlerle buluşturmak, faşizme karşı birleşik, somut bir güç haline getirmek için tüm gücümüzü seferber edelim!

PARTİZAN

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu