GüncelManşet

MAKALE |“Denizden nehre Filistin”; Kudüs Filistin’dir!

ABD Başkanı Donald Trump’un, tüm tepkilere karşın 6 Aralık’ta Kudüs’ü “İsrail’in resmi başkenti” olarak tanıması ve Tel Aviv’deki ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınacağını açıklamasıyla tansiyonun zaten her daim yüksek olduğu Filistin’de gerilim iyice yükseldi.

Donald Trump’un özellikle de Suriye’de çatışmaların başladığı günden bu yana, emperyalist hesaplaşma ve çıkar dalaşlarının adeta merkezi haline gelen Ortadoğu’da aldığı bu karar ateşin üzerine benzin dökmekten farksız. Zira bilinir ki, Filistin sorunu ve mücadelesi başta Ortadoğu olmak üzere dünya halklarının büyük bir sempatisi ve sahiplenmesine mazhar olmaktadır.

Bu kararla, İsrail’in 1967’de Doğu Kudüs’ü işgaliyle başlayan, 1980’de Kudüs’ü “birleşik başkent” ilan etmesiyle devam eden askeri işgal ve ilhak süreci, ABD tarafından da resmen kabul edilmiş oldu.

Bugüne kadar ABD tarafından şımarık çocuk muamelesi gösterilerek el altından desteklenen Siyonist İsrail’e yönelik tüm tasarruflara bir resmiyet kazandırıldı böylece!

Bu hamle, Filistin’i Siyonist harekete peşkeş çeken 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu gibi tarihsel önemdedir ve Kudüs’ü tamamen İsrail’e teslim etmenin önünü açmaktadır. Tarihsel olarak bölgedeki birçok inanç açısından kutsal sayılan Kudüs’e yönelik kararın sonuçları, Filistin ulusu için son derece ağır bedeller gerektiren yeni bir süreci başlatacak gibi görünüyor.

Filistinli direniş örgütlerinin, Siyonist işgale karşı “ulusal birlik ve kapsamlı mücadele” çağrısı da buna işaret ediyor.

 Öte yandan Trump, bu adımıyla önümüzdeki süreçte,  ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik planları hakkında da bazı ipuçları vermektedir.

 

Siyonist İsrail’in Arapsız Kudüs Hayali!

İlk olarak, Trump başkent ilanı kararıyla Ortadoğu’da özellikle de Filistin karşısında Siyonist İsrail’in işgal ve ilhakında yeni bir sürecin fitilini ateşledi.

Böylece Kudüs’ün İsrail’e “bölünmez ebedi başkent” yapıldığı, Batı Şeria’daki işgalin kalıcı hale geldiği, Filistinli mültecilerin dönüş haklarının yok sayıldığı/sayılacağı bir tablo hedefe konuluyor.

Siyonist İsrail’in 1948’den bugüne değin süregelen planlı işgalinden biliyoruz ki İsrail asla Filistin’le bir barış istemiyor. Zira İsrail bir bütün vaadedilmiş toprakları ele geçirinceye ve son Filistinliyi de öldürünceye kadar durmayacaktır.

Bu kapsamda denilenebilir ki, Kudüs’ten daha önemlisi Kudüs’te hala varlığını sürdüren Filistinlilerdir. Bugün Doğu Kudüs’te İsrail vatandaşı olmayan yaklaşık 300 bin Filistinli yaşıyor. İsrail vatandaşı olan Filistinli Arapların sayısı ise nüfusun yüzde 20’sine tekabül ediyor.

Filistinlilerin nüfusundaki artış oranı İsrail’in gelecek tahayyülündeki en büyük kâbustur. İsrail devleti tarafından bu durum ‘saatli nüfus bombası’ olarak tanımlanmaktadır. ABD’nin elçiliği taşıması kuşkusuz İsrail’in Doğu Kudüs’ün Filistinlilerden temizlenmesi, Filistin’e, Araplara ait mirasın yok edilmesi planının daha fazla ivme kazanması ve bundan sonra işlenecek suçlara daha fazla dokunulmazlık sağlanması anlamına gelecektir.

Hatırlanacağı üzere, 1995 yılında imzalanan Oslo Anlaşması, Batı Şeria’yı A, B ve C diye bölgelere ayırmıştı. Batı Şeria’nın yüzde 18’ini oluşturan A Bölgesi Filistin’in kontrolünde. Batı Şeria’nın yüzde 21’ini oluşturan B Bölgesi’nde sivil idare Filistin’de, güvenlik Siyonist İsrail’le “ortak”.

Açık ki İsrail askerinin olduğu yerde Filistin polisi pek de bir anlam taşımıyor. Batı Şeria’nın yüzde 61’ini oluşturan C Bölgesi’nde ise hem sivil idare hem güvenlik Siyonist İsrail’de. İsrail’in işgalci yerleşimleri de büyük oranda burada.

İkinci olarak, Trump’ın bu kararını duyurmadan önce Ortadoğu’da Suudi Arabistan’da yaşananları hatırlamak söz konusu adımın daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Geçen Mayıs ayında Riyad’da 110 milyar dolarlık silah anlaşmasıyla Trump’ın kılıç dansına kalktığı Suudi krallığı, İran’a karşı ortak cephenin ödülü olarak Filistin’i satışa koymuştur.

Trump’ın ziyaretini Suudilerin Filistin trafiği izledi. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ABD emperyalizminin açık desteğini arkasına alarak Kızıldeniz’de İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile biraraya geldi.

Gizli tutulan bu buluşmayı, Trump’ın icazetiyle Ortadoğu’nun ‘yeni yetme’ oyun kurucuları rolüne giren Muhammed bin Selman ile Trumpun damadı Jared Kushner’in temasları izledi. Kushner’e Trump’ın Ortadoğu Özel Elçisi Jason Greenblatt ve Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Dina Powell da eşlik etti.

Bu isimlerin kraldan çok kralcı, yeminli Filistin düşmanları olduğunu söylemeye bile gerek yok.

Bu görüşmelerin hemen sonrasında Ebu Mazen (Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas) 6 Kasım’da Riyad’da Muhammed bin Selman ile görüştü. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre ve iddialara göre, Ebu Mazen’in önüne iki devletli çözümün yeni koşullar konuldu: 1) Filistinliler Doğu Kudüs’ü unutacak.

Bunun yerine Ebu Dîs, Filistin devletinin başkenti olacak. Ki Ebu Dîs utanç duvarı tarafından çevrilmiş, Kudüs’ün dışında bir kasabadır. 2) Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkından vazgeçilecek. 3) Batı Şeria’daki yasadışı Yahudi yerleşimleri kalacak.

Plan kabul edilmezse Suudiler Filistin’e yönelik yardımların kesileceği tehditi de savurdu. Uzunca bir süredir Filistin’in kurtuluşunu emperyalist koridorlarda arayan ve ancak bu şekilde devlet başkanı sıfatını kazanabilen Ebu Mazen’in bu durum karşısında ne söyleyebileceği büyük bir sır olmasa gerek!

Anlaşılan o ki, bugün Filistin, Suudi Arabistan ve BAE’in Trump’la Ortadoğu’ya yönelik hesapları içinde gözden çıkarılmış durumda.

28128 1 intifada filistinli cocuklarin bas kal

Filistin Zalimlerin Ağlama Duvarıdır!

Filistin öteden beri özellikle Ortadoğu’da işbirlikçi, uşaklar tarafından suiistimal edilmiş ve kendi iç politikaları doğrultusunda işlevselleştirilmiştir.

TC devletinin İstanbul’da acil koduyla topladığı ve Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti ilan ettiği toplantıda (13 Aralık, İslam İşbirliği Teşkilatı-İTT- toplantısı, İstanbul) bunun son kanıtı olmuştur. R.T. Erdoğan tam da Reza Zarrab davası ve Man Adası belgeleriyle ortaya saçılan yolsuzluk ve rüşvet sarmalı içine daha fazla çekilirken bundan kurtulacak bir cam simidi bulmuştu. İTT’nin toplantısında İsrail’e karşı en sert çıkışlar yapanın R.T. Erdoğan olması boşuna değildi!

Ne var ki, kurulduğu günden bu yana Filistin sorununda hiçbir etkisi olmayan bu örgütün tiyatrosunda çizilen “güçlü”, İsrail’e fırça atan lider pozu, açık ki türbinleredir. Zira; ‘One Minute’ten sonra İsrail’e ticareti beş kat artırmış, Mavi Marmara Davası’nda tüm taleplerini ve sözlerini,  iddialarını 20 milyon dolara unutmuş, dahası Siyonistlerle yapılan bir anlaşmada Kudüs resmen İsrail’in başkenti olarak kabul edilmiş, (28 Haziran 2016) Trump’a öfke gününde güdümündeki şirketler aracılığıyla İsrail’le 18.6 milyon dolarlık ortaklık anlaşması imzalamış bir iktidardan söz ediyoruz.

Bugün Filistin ulusunun yaşadığı vahşete gözyaşı dökenler, Gazze ve Batı Şeria’dan gelecek Filistinlilere vize muafiyeti tanımamış, İstanbul’daki Filistinlileri ‘Uslu uslu oturun yoksa kovarız’ diyerek tehdit etmiştir.

Açık ki Kudüs, tıpkı Ortadoğu’daki diğer tüm işbirlikçi, uşak rejimlerin yaptığı gibi, kirli ellerini yıkadıkları bir suiistimal makamı olmuştur. Kudüs, bugün sınırları içinde her türlü söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğüne azgınca saldıran, yasaklayan, varlığını azgın bir devlet terörü ve katliamla sürdüren zalimler için bir ağlama duvarıdır.

recep tayyip erdogan

Erdoğan/AKP’nin Timsah Gözyaşları!

Hatırlayalım, 2009 yılında yapılan Davos Zirvesinde Erdoğan’ın “one minute” çıkışıyla başlayan İsrail-TC gerilimi, 2010’da Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine yönelik saldırıyla iyice büyümüştü.

“Filistin halkının savunucusu”, “İsrail’e haddini bildiren güçlü lider” profili Ortadoğu halklarının R.T. Erdoğan’a sempatisini artırmış, AKP iktidarı bu sempatiyi Ortadoğu’daki emperyal heveslerini hayata geçirecek adımları atmak için kullanmıştı.

Sözgelimi, son Gazze (18 Temmuz 2014) saldırısının ardından R.T. Erdoğan yine İsrail’e esmiş, gürlemiş, “anaların gözyaşlarında boğulursunuz” demeçlerini vermişti. Oysa Gazze saldırısının ilk günlerinde basına düşen bir haberle, Savunma Bakanlığı’nın İsrail’den 167 milyon dolarlık silah alım anlaşması imzaladığı ortaya çıktı.

Bu anlaşmayla TC ile Siyonist İsrail arasındaki askeri işbirliğinin hacmi bir önceki yıla oranla 1.8 milyar dolara ulaşmıştır. Bu ticarette AKP döneminde yapılan tank modernizasyonu anlaşması ve Heron casus uçaklarının alımı gibi yüksek bütçeli ihaleler öne çıkmıştır.

Nitekim söz konusu çelişkinin hatırlatıldığı AKP hükümetinin sözcüsü Cemil Çiçek, silah anlaşmalarının TC’nin çıkarına olduğunu ve iptal edilmesinin gündemde olmadığını söyleyecekti. Sahtekârlık ve ikiyüzlülüğün AKP’nin siyaset yapma tarzı olduğu Cemil Çiçek tarafından bir kez daha teyit edilecekti! 

İsrail sermayesinin AKP iktidarı döneminde büyük bir sıçrama kaydetmesi bu siyasetin bir başka yansıması olmuştur.

Örneğin, Carlyle MG Limited (Ofer) Grubu, Mentafil, Tahal, Bank Hapoalim, Carmel Carpets AKP döneminde Türkiye’de yatırım yapan, özelleştirme ihalesi alan, şirket satın alan İsrail gruplarının en bilinenlerindendir.

Carlyle MG Limited grubunun genel müdürü Eyal Ofer, Kasım 2005’te kendilerini yatırıma bizzat Tayyip Erdoğan’ın ikna ettiğini, 2002’de AKP’lilerle tanıştıklarını ve Türkiye’de yatırım yapmaya bu tanışma sayesinde karar verdiklerini belirtmiştir. Bir başka ikiyüzlülük hikâyesi de TÜPRAŞ özelleştirmesi sırasında ortaya çıkmıştır. TÜPRAŞ’ın yüzde 14.76 hissesi 446 milyon dolara Oferlere satılmıştır.

Oferlerin bu ihaleler öncesi AKP’li Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’la gizlice buluştukları basına yansımıştır.

fhkc

Kudüs Filistin Toprağıdır!

AKP iktidarı bölgedeki diğer hempaları gibi Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak ilan edilmesini dini bir eksende yorumlamış ve söylemini bunun üzerine inşa etmiştir. Özellikle de bölgede devrimci, ilerici hareketlerin etkinliğinin azalmasıyla, siyasi İslamcı güçler geride bıraktığımız zaman dilimi içinde öne çıkmıştır.

Hamas ve Hizbullah’ın İsrail’e karşı yürüttüğü etkin silahlı karşı koyuş ve direnişin bunda etkili olduğu bir gerçektir. Siyasal İslamcı hareketlerin direnişi, Siyonist İsrail’in zulmü altında can veren Filistin halkı için bir çekim merkezi olmuştur. Söz konusu İslami hareketler özellikle de bölgedeki gerici devletlerle mezhepçilik ekseninde geliştirdikleri ilişkilerle daha yaygın bir propaganda yürütme, askeri, ekonomik vb. alanlarda ihtiyaçlarını karşılama olanağı bulmuştur.

Kuşkusuz bu durum bahsini ettiğimiz hareketlerin son tahlilde ilişkide oldukları devletlerin siyasi yörüngesine girmesine de vesile olmuştur. İslami hareketlerin etkinliğinin artmasıyla Filistin meselesi, Siyonist İsrail tarafından Filistin ulusunun topraklarının işgal edilerek, ilhak edilmesi ve Filistinlilerin ulusal varlığına yönelik bir kapsamdan öte dini temelde, “Müslüman Filistin’e yönelik Yahudi saldırıları, katliamı” şeklinde özetlenebilecek bir ele alışı da beraberinde getirmiştir.

Bu durum yaşanan işgalin, dini, dili ne olursa olsun bir bütün Filistin ulusuna yönelik olduğu ve buradan hareketle bir karşı koyuşun gerçekleşmesi gerektiğinin üzerine kalın bir örtü çekmiştir.

Bugün yaşanan da bu olmaktadır. Filistin ulusunun bağımsız bir devlet kurma hakkının, ulusal varlığının, Siyonist İsrail’in işgalci ve ilhakçı saldırılarının merkezinde olduğunu ortaya koymak aynı zamanda mücadelenin başta Filistin’de olmak üzere bölgede daha geniş kesimleri birleştirmesini ve kucaklamasını da sağlayacaktır.

FHKC kurucusu George Habaş’ın dile getirdiği gibi “Denizden Nehre Filistin (Akdeniz’den Ürdün Nehri’ne)”dir!!

Filistin ulusu, halkı bu talepten ve şiardan asla geri adım atmayacaktır; Kudüs Filistin’dir, Filistinlerindir!

Er ya da geç kazanan Filistin olacaktır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu