GüncelManşet

Tutsaklara Tecride, Basına Sansüre Son!

H. Merkezi: Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün 10 Kasım 2014 tarihli 172740 sayı numaralı emriyle hapishanelerde süreli yayınların posta yoluyla ya da ziyaretçilerden alımına “yasAK” getirildi. Bu yasağın ardından, öncelikle Bakırköy Kadın Hapishanesi’ne sonra ise Sincan Kadın ve ardından çorap söküğü gibi Kandıra F Tipi, Tekirdağ F Tipi, Bafra T Tipi ve Kalkandere Hapishanelerine gönderilen siyasi yayınlar geri gönderilmeye başlandı. Ardından İstanbul ve Amed’de, aynı şehirden geldiği gerekçesiyle kargolar alınmamaya başlandı.

Osmanlı’da oyun çoktur” geleneğini sürdüren TC’de de her şeyin hazır bir kılıfı vardı. Yayın yasağının gerekçesi de 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 62. Maddesinde geçen “Hükümlü mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir” hükmüne dayandırılmaktadır.

Ancak 10 Kasım tarihiyle yayımlanan ve tutsaklara da verilen söz konusu emirde geçen şu cümleler, Adalet Bakanlığı’nın ve dolayısıyla devletin amacını açık etmektedir:

Bilindiği üzere;

Terör ve çıkar amaçlı suç örgütleri mensuplarının bir bölümü, örgütsel bağlarını devam ettirme ve güçlendirme, örgüt talimatları doğrultusunda ceza infaz kurumlarında ortak eylem yapma amaçlı çalışmalar yapmaktadır.

Bu çalışmaları yapma konusunda, örgütsel haberleşme ve örgütsel talimatlar, ziyaretçiler aracılığı ile iletildiği gibi bazen de bülten, gazete, dergi gibi basın organları aracılığıyla iletilmektedir.

Dört duvar engel değil, isyanı yaşamaya!

Açıktır ki bu yasakla hedeflenen tecrit-tretman uygulamalarını yoğunlaştırmaktır. Ancak bu saldırıyı sadece bununla sınırlandırmamak gerekir. Ülkemizde son 1,5 yıldır yaşanan gelişmelerle ki bunlar ülke tarihinde ilklerdir, yaşanan toplumsal muhalefetteki hareketliliğe karşı alınan ilk somut tedbirin hapishanelerden başlaması anlamına gelmektedir bu yasaklamalar.

Gezi İsyanı’yla başlayıp, yolsuzluk protestoları, Berkin’imizin yaşamını yitirmesi, Soma katliamı, Kobane Serhildanı derken yükselen toplumsal muhalefete set olmak için kapsamlı bir “iç güvenlik paketi” hazırlayan devletin “güvenliği” sağlamak için ilk olarak hapishanelerden başlaması ilk kez yaşanan bir durum değildir. Hapishaneleri hem devrimci, demokrat, ilerici tüm kesimleri teslim ve denetim altına almak hem buradan kendi sömürücü ve zalim sistemleriyle “uyumlu” bir toplum modeli yaratmak hem de toplumsal bir cezalandırma sistemi kurmak için kullanan egemenlerin ilk adımı buradaki yasaklamalarla atıyor olması şaşırtıcı değildir.

Ancak buradan şunu da görmek gerekir ki, 19 Aralık gibi bir katliamla F tiplerini hayata geçiren ve böylelikle tecrit-tretman ile siyasi tutsakların yaşamını cehenneme döndürmek isteyen egemenler hala bunu başaramadılar.

Dört duvarı ne kadar daraltırlarsa daraltsınlar, tutsakların dış dünyayla, toplumla, devrim ve demokrasi mücadelesi ile bağlarını koparabilmiş değiller. F Tiplerinin duvarlarını ne kadar yükseltirlerse yükseltsinler, Gezi İsyanı’nda “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” diyen milyonların coşkusunun tutsakların hücrelerine girmesine engel olabilmiş değiller. Soma’nın acısını, Ortadoğu’nun umudu haline gelen YPG ve YPJ’nin Kobanê’de verdiği savaşın sıcaklığını hissetmelerine ve Kobane için ayaklanan yüz binlerin serhildan zılgıtlarını duymalarına engel olabilmiş değiller.

Vazgeçmiyoruz, yalnız bırakmıyoruz!

İşte, egemenleri çıldırtan tam da bu durum. Çünkü gerçekleri gizlemeye, gizleyemiyorsa çarpıtmaya çalışan egemenler buna engel olamamaktadırlar. Bu yüzden de gerçeği yazmayı görev edinen, sermayeden palazlanmayan, kalemini satmayan özgür basının hapishanelere girmesine engel olarak, “devrimci basın bizim suyumuz, ekmeğimiz, havamız oldu” diyen tutsakları, “havasız, susuz, ekmeksiz” bırakmak istemektedir. Bunu da yine aynı emirde açıkça şöyle ifade ediyor: “…bazı basın yayın araçlarının ceza infaz kurumlarına girişi, örgüt suçundan mahkum olanların yeniden topluma kazandırılmasını, yasalara saygılı ve toplumla uyumlu bireyler olmalarını geciktirmekte ve/veya engellemektedir.

Onların istedikleri, hayalini kurdukları “toplum” ve “birey”; açıktır ki, hiçbir hırsızlığı, katilliği, zalimliği görmeyendir. Onların hayalini kurduğu, Somalar yaşanırken “fıtrat” deyip yaşamına devam eden bir toplumdur, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine “kadın erkek eşit değildir. Bu fıtrata ters” diyen bir toplumdur. IŞİD’e verilen her türlü desteği görmezden gelen bir toplumdur.

Ancak istediklerini elde edemeyecekler…

Ne toplum böyle bir toplum olacak ne de biz bu gerçekleri yazmaktan vazgeçeceğiz! Ne tutsaklar “suyundan, ekmeğinden, havasından” vazgeçecek ne de biz onları yalnız bırakacağız! “Tutsaklara tecride, basına sansüre son” diyerek mücadeleyi yükselteceğiz!

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu