GüncelManşet

DERSİM DOSYASI -4- | Dersim’in sosyo-kültürel yapısı üzerine

Dersim’in sosyo-kültürel yapısı, bölgenin tarihsel, ekonomik ve politik yapısında bağımsız irdelenemez. Bunun nedeni, toplumsal özelliklerin ve kültürel yapının bölge tarihi boyunca yaratılan tüm maddi ve manevi değerlerin toplamını ifade etmesindendir. Başka bir deyişle, bölgenin kültürel yapısı, onun toplumsal ekonomik yapısının ve onun uzantısı olarak var olan siyasetin ideolojik yansımasıdır.

Buradan hareketle Dersim’in toplumsal özellikleri, tüm yönleriyle tarihsel gelişimi içerisinde açığa çıkarılabilir. Bundandır ki konumuzu ele alırken, her ne kadar ne tarih, ne ekonomik yapısı ne de politik durumu olsa da, kaçınılmaz olarak bu alanlara da atıfta bulunacağız.

 

Dersim’in genel özellikleri

Çok kültürlülük, çok dinlik…

Dersim’in coğrafi sınırları tarih boyunca genişleme ve daralma olmak üzere değişime uğramış. En geniş hali olarak günümüzdeki Tunceli, Erzincan, Bingöl, Elazığ illerinin toplamıyla birlikte Sivas, Erzurum, Malatya ve Muş illerinin bir bölümünden oluşan Dersim coğrafyası en daralmış haliyle günümüzdeki Tunceli bölgesinin sınırlarını kapsamaktadır.

Bugün bile, son yirmi yıl içinde Tunceli’nin il olmaktan çıkarılması gerektiğini düşünen devlet bürokratlarının “nüfus sayısı” gibi sahte gerekçelerle gizlemeye çalıştıkları ve bölgenin insansızlaşması, geride kanların ise kimliksizleştirilmesi ve yozlaştırılmasını, yani asimilasyonu içeren gerçek emelleri düşünüldüğünde, tarih boyunca göze çarpan sınır değişikliklerinin nedenlerini açığa çıkarmak da zor olmasa gerek.

Burada önemli olan, Dersim denilen coğrafi sınırları içinde yaşayanların tek bir milliyetten ve dinden oluşan insan topluluğu olmadığını görmektir. Bu veri, sosyo-kültürel yapıyı tanımlamak için önemlidir.  Kimi tarihsel dönemlerde birinin daha ağır basması, diğerlerinin yok olmasını beraberinde getirmemiş. Başka bir ifadeyle, nicelik olarak ağır basan din ya da milliyet, azınlıkta olanları zorla asimile edip kendi dinine veya milliyetine dahil etmeye çalışmamış. Zira bütün milliyet ve dinler, Dersim soykırımı öncesinde kendilerini esasta ifade edip tanımlayabilmişler. (1)

Demek ki dün de, bugün de; Dersim’in çok kültürlü ve çok dinli olduğunu görebilir ve bu anlamıyla poly-etnik bir yapıya sahip olduğunu söylemeliyiz. Bunun anlamı şudur: Dersim sadece Zazaların değil aynı zamanda Kurmanckilerin, sadece Kürtlerin değil aynı zamanda Ermenilerin, sadece Ermenilerin değil aynı zamanda Türklerin, sadece Alevilerin değil aynı zamda Sünnilerin, Sadece İslam dininden değil aynı zamanda Hıristiyan dinine mensup olanların yaşadıkları bir bölgedir.

Etnik kökeni ve dini inancı ne olursa olsun, bu topraklarda yaşayanlar birbirine düşmanlık tasarlamadan uzak durmuş ve birbirine etnik kökeni veya dini inancından dolayı saldırmamışlar. Tam aksine, karşılıklı güven, saygı ve hoşgörü içinde yaşamışlar.

Aynı topraklarda yaşayan çeşitli etnik kökene ve dini inanca sahip toplulukların bir arada ve kardeşçe yaşamasını koşullayan, başka bir deyişle, bunları ortaklaştıran temel olgu, bunların Osmanlı’nın egemen din ve etnik yapısından olmadıklarıdır. Öyle ki, hangi etnik kökenden ve inançtan olursa olsun, Dersim toplumunun esas olarak devletle hem ulusal, hem dini, hem de sınıfsal çelişkisi tarih boyunca hep olmuştur. Zira Dersim’in bugüne kadar iktidardakilerle olan kan uyuşmazlığı bu son yüzyıla ait değildir.

İşte bu gerçeklik, hem ulusal, hem dini ve hem de sınıfsal açıdan ezilen pozisyonunda bulunanların ulus ve din ayrımını gözetmeksizin birlikteliğini pekiştirmiş, güçlendirmiştir. Bu durum bölgeye dair kimi sorunlar karşısında birlikte hareket edebilmelerini koşullamıştır. (2)

Okuyabildiklerimiz arasında az sayıda inceleme yazıları, bölgede yıkıntı halinde duran kiliseler, dini motifli mezar taşları ve en büyük kaynak değerini taşıyan halkımızın kimi anıları ile klamlarından tespit edebiliriz ki, mesela Ermenilerin, bölgede pek de geçici ya da kısa süreli bir yaşamları olmamış. Aksine, Kürtlerin ve inanç olarak Alevilerin yaşam özelliklerine belli düzeyde rengini verecek kadar köklü bir tarihe sahipler.

Aynı şekilde, Ermenilerin ve inanç olarak da Hıristiyanların yaşam ve ibadet yöntemlerinde de Kürtlerin ve Alevilerin rengi mevcut olduğunu bir kaçınılmazlık olarak ifade edebiliriz. Yine de bu da özel bir inceleme ve araştırma konusu olarak önümüzde durduğunu söylemekle yetinelim. Konumuz bağlamında altını çizeceğimiz husus, bölgenin birden fazla etnik yapının rengini taşıdığıdır ve bunların birbiriyle etkileşimindendir ki ne Dersim Alevileri tam olarak Türkiye’nin diğer Alevilerine tamamen benziyor ne de diğer inanç ve ulus ile azınlık milliyetler diğer bölgelerdekilerine benziyor.

 

Aşiret ve toplumdaki yeri…

Bugün aşiret reisliği olarak karşımıza çıkan bir “ağa” ya da “ağalar birliği” yoktur. Zira aşiret ağaları (ya da reisleri) olarak tarif edilenler toprak ve aşiret mensubu insanlar üzerinde hükme sahip olan bildiğimiz toprak ağalarıydı. Bunlar esas olarak son Dersim soykırımında katledildiler. Ancak yine de vurgulamalıyız ki, feodal düzenin bir kalıntısı olarak aşiretçilik bölgede önemli bir yerde durmaktadır.

Bilinir ki tarihte ulusal veya dini çatışmaların Dersimliler arasında fazla vuku bulmamasına karşılık aşiretler arası anlaşmazlıklar hiç dinmemiş. Kimi çatışmalara vesile olan bu anlaşmazlıkların temelinde toprak, töre ve “iç vergilendime” gibi sorunlar var. Kan davaları, birbirine zarar vermeyi ve hatta kimi zamanlar birbirini imha etmeyi hedefleyen silahlı çatışmalar bu sorunların uzantısı olarak yaşanmış.

Bu veri iki sebepten ötürü önemlidir. Birincisi; önemlidir çünkü tarihte çoğu kez tanık olduğumuz bir vaka olarak herhangi bir aşiretin devletle kurduğu bağın temelinde bu tür anlaşmazlıklar vardır. İkincisi; önemlidir çünkü tarihte kalmış anlaşmazlıklar değil ama bunların doğurduğu sonuçlar (mesela devletten yana tavır almak; ya da düşman gözüyle bakılan aşiretin devletle olan çatışmasında “tarafsız kalmak” gibi sonuçlar) bugün hala iki aşiret mensupları arasında bir güvensizliğin ve sözlü çatışmanın nedeni olarak karşımıza çıkabiliyor.

Her aşiretten bireyler, kendini, tarihinin olumlu yönlerinden tanımlıyor. Bu olumluluğun kıstası olarak ileri sürdükleri husus devletle girişilen silahlı direniş hareketidir. Bu kıstas, bölge halkının devletle olan kan uyuşmazlığının bir başka boyuttaki yansımasını gözler önüne sermektedir. Tersi yönde, bir başka aşirete getirilen eleştirinin içeriğini devletle kurulan işbirliği veya “tarafsızlık” ve çatışmama hali oluşturur. Bu kıstas da aynı özelliğin, yani devletle olan kan uyuşmazlığının sonucu olarak karşımıza çıkıyor.

Ne var ki;  tarihte iki yönden sadece birine (yani devlete hizmet eden ile ona hizmet etmeyen yönlerden bine) tekabül eden bir davranışa sahip tek bir aşiret yoktur. Bir yerde “ihanetçi” damgasını taşıyan aşiretin tarihin bir başka yerinde düşmana karşı amansızca savaştığı biliniyor. Aynı şekilde, kimi yerde örnek bir duruş sergileyerek dillere destan yazdıran bir aşiretin tarihin bir başka yerinde ya devlet ordusuyla hareket etmiş, ya da “tarafsız” kalma adına devlet saldırısını onaylar bir pozisyonda durduğu da biliniyor. Yani hiçbir aşiret ne HEP direndi, ne de HEP ihanet etti (ya da “tarafsız” kaldı).

 

Birleşmeye açıklık ile ayrışmaya meyillilik…

Yukarıda değindiğimiz iki husus, yani bir yandan çok kültürlülüğün yarattığı kaynaşma ile aşiretçiliğin koşulladığı zıtlaşma, Dersim halkında birleşmeye açık olmakla ayrışmaya meyilli olmanın diyalektik birliğini düşünce yönteminde diri durmasını koşullamaktadır.

Aşirtler arası geniş çapta ittifaklara tanıklık eden Dersim tarihi aynı şekilde bu ittifakların uzun süreli git(e)mediğini/sürdürül(e)mediğini de anlatır. Buradan hareketle ve aşiretler arası çatışmaların nedenlerine eğildiğimizde görüyoruz ki otorite (güç) olma ve bunu koruma hırsı, kurulan ilişkilerin odağında vardır. Hiç şüphe yok ki bunda da sahip olunan küçük ya da büyük özel çitlerin payı, yani iktisadi menfaate dayanan payı vardır.

Denilebilir ki toplumların en önemli değeri, onların kültür ve değer yargılarının toplamının tablosu olan tarihidir. Köklü ve yazılı tarihe esas olarak sahip olmayan Dersimlilerin bu değerleri, dilden dile aktarılan anı ve ezgiler üzerinden bugüne yansımıştır. Ne var ki kendi gerçekliğiyle yüzleşme, doğru sonuçlar çıkarma ve buradan yola çıkarak daha iyisini yapma durumu doğru bir dünya görüşüne sahip olmayı gerektirir. Tarih boyunca gerek devletten yana tavır alıp almamada, gerek devletle aşiretler arasındaki çatışmalarda tarafsız kalıp kalmamada, gerekse de aşiretler arası ilişkilerde birlikte hareket edip etmemede gitgeller yaşanması esasta doğru bir bakış açısına sahip olunmadığı, salt kendi aşiretinin menfaatini öne çıkarma durumunun esasa oturtulduğunu gösteriyor.

Günümüzde birçok yaşlının dilinde  dolaşan, sanatçının çalışmalarında yer alan ve araştırmacı-yazarın kitaplarında da okunabilecek halk ezgilerinde, aşiret mensuplarının gerek kendilerine ilişkin gerekse de başka bir aşirete yönelik devletin tuzağına düşülmemesi, para karşılığında halkını satmaması vb. öğütlerin bol olmasına rağmen (3) ve hatta bu tür yanlışlara düşmüş olanların da özeleştirel yaklaşımlarının yansımasına rağmen (4) güçlü bir birlikteliğin yaratılamamış olması nesnel gerçekliği değiştirecek bir ideolojiye sahip olunmadığını başka bir açıdan gösteriyor. Bunun sonucunu Dersimliler hep katliam, sürgün, işkence ve en iyimser haliyle talan olarak görmüşler. Bölgede son kırk yıllık kesintisiz süren silahlı mücadelenin başarısızlığı karşısında halktan kimi insanların taşıdığı güvensizlik duygusu içinde bu algı vardır.

Bundandır ki Dersim’de birlikte hareket etmeye dair olan vurgu ve istek, salt “bir olalım, şen olalım (!!!)” misali bir bakış açının ürünü değil, devletin saldırıları karşısında birlikteliğin yaratılamadığı koşullarda başlarına neyin gelebileceğini tarihlerinden bilmelerine dayanmaktadır. “Birleşme” vurgusunu güçlü kılan budur.

Ne var ki bu vurguya karşılık ayrışma zeminini de bir o kadar güçlü kılan aşiret çelişkileri vardır. Bunun sonucudur ki tarihte ittifaklar her an dağılmaya, hiç olmazsa da verdiği sözün arkasında durmamaya müsait bir zemin üzerinde kurulmuş. Bu gerçek, ister devlete karşı kurulan ittifaklarda olsun, isterse de devlet güdümlü kurulan ittifaklar için olsun (5) geçerlidir. Aşiretler arası çelişkiler, birleşmenin zorunlu olduğu koşullarda bunun sağlanmamasını beraberinde getirmiş. ’37-’38 döneminde güçlü bir birlikteliğin yaratılmamış olmasının temelinde eskiden kalan husumetler vardır.

Bugün de, barajların yapımına, maden aranmasına, yozlaşmaya dair ne varsa bunlara karşı bölge halkının duyarlılığına rağmen bunun bir güce dönüştürülememesinin içinde, soruna duyarlı örgüt ve partilerin politik önderlik eksikliklerinin yanında, tali düzeyde de olsa bu neden vardır.

Bilinir ki hedefi doğru saptamış, yolu doğru belirlemiş, doğru ideolojik formasyona sahip ve halkla güçlü bağı olan bir örgüt önderliğinde ancak bu birlik sağlanır ve hedefine ulaşır. Bu gerçeği göz ardı eden her görüş, tıpkı bugüne kadar olduğu gibi, yenilgiye varmaya mahkûmdur. En başta, devrim iddiası, bu öğretinin pratikteki hakkının verilmesini gerektirir. Halkın “bir olun” vurgusu her şeyden önce bu minvalde okunmalıdır.

 

Asimilasyon politikasının bir ürünü: kimlik bunalımı…

’37-’38 soykırımı sonrası Şark Islahat Planı’na uygun olarak yürürlüğe giren asimilasyon politikaları bölgede bir bir uygulanmaya başlandı. Sürgün dönemine paralel olarak Dersim’de alt yapısı hazırlanıp tamamlanan Türkleştirme aşısı, ilk olarak açılan (yatılı olsun olmasın) okullarla vurulmuş oldu. Buna göre Dersim’in çocukları resmi dil ve görüşü öğrenecek ya da başka bir değişle, resmi dil ve görüşü benimsemek zorunda bırakılacak. Bu görüşün temel içeriğini, Dersimlilerin Türk oldukları, dilleri Türkçe olduğu, kültürleri Türk kültürü olduğu ve dinlerinin Sünni-İslam olduğu oluşturmaktadır.

Bu politikanın bir başka parçasını o zamana kadar değiştirilmemiş köy isimlerinin Türkçeleştirilmesi ve resmi olarak köylülere isim ve soy isim vermek suretiyle kimlik çıkarmaktır. Verilen soy isimler rastgele ve kimi zaman da alay etme temelinde verilmiş isimlerdir. Bu politikaların o anda değil ama uzun sürede, yenilgiye uğramış bir halkın geleceği üzerinde etkide bulunmayacağı kuşkusuz düşünülemez.

Asimilasyonun etki gücü, gerçeğe en yakın bilgiye sahip olanların imha edilmesine oranla yükselir. Soykırımlarda imha edilen topluluğun en bilgili/ileri gelenlerinin ilk olarak hedef alınmaları boşuna değildir. Dersim’in özünü en çok bilen ve kültürünün yaşatılması için en önde duran toplumun bireyleri (aşiretlerin ileri gelenleri, pir veya dedeler vs.) soykırımla birlikte esasta katledildiler, geride kalanlar ise çoğunlukla sürgüne gönderildiler. (6)

Gelinen aşamada, günümüzde en yaygın ve bir o kadar da karmaşık olan konulardan birini bölgedeki dilin adlandırılması ve bununla birlikte bölge halkının ulusal kimliğine ilişkin tartışmalardır.

Bilinir ki Dersim, tarihteki varlığını, çok kültürlü, çok uluslu bir bölge olarak bugüne kadar taşıdı. Burada nüfus yoğunluğunu teşkil eden milliyetin dil de olmak üzere kültürel özelliklerinin daha baskın gelmesinden hareketle tek yanlı bir düşünüşten yola çıkarak sonuca varma yanlışına düşmekten kaçınmalıyız. Bunun için, önyargısız ve kapsamlı bir inceleme konusu olarak karşımızda duran bu sorunu çözmek kuşkusuz önemlidir.

Ne var ki, tarihsel ve toplumsal verilerden hareketle şimdiden söyleyebileceğimiz o ki; Dersim bölgesinde kendilerini Kırmanc olarak tanımlayan ve inanç olarak Alevi felsefesini benimseyen topluluk daha yoğunlukludur. Bu vurgu, kuşkusuz bugüne dairdir. Tam da burada şu iki soru karşımızda durmaktadır; birincisi: bunlar Kürtlerden bağımsız bir ulusu mu teşkil ediyor yoksa Kürt ulusunun dil lehçelerinden birini kullanan ve Alevi inancına mensup bir topluluk mudur? İkinci soru: bu topluluk bölgede hep egemen miydi?

Birinci soruya ilişkin öncelikle vurgulamalıyız ki esas olarak bölge halkı kendini Kürt ulusuna mensup olarak görmemektedir. Kendine Kırmanc diyen topluluğun bu şekilde ifade etmesi elbette ki tek başına doğruluğun kıstası olarak değerlendirilemez. Önyargısız bir incelemeyi hak eden ve şu an için konumuzun sınırlarını aşan bu konu daha özel olarak irdelenmesi gerekir. Burada sadece şunu ifade etmekle yetinelim ki bu yüzeysel bir ele alışı hak eden bir konu değildir. Zira bölge halkının tarihte maruz kaldığı fiziki imhayı içeren saldırıların yanında yaşadıklarının ve hissettiklerinin sosyolojik ve psikolojik etkilerinin açığa çıkarılması gerekir. Hiç şüphe yok ki bununla birlikte özelde 37-38 sonrası devletin uygulamaya koyduğu asimilasyoncu politikaların içeriği ve etki gücünü de merceğe alarak soruna eğilmek gerekir.

İkinci soruya gelince; 1915 Ermeni Soykırımı’nın ardından imha olmaktan kurtulmayı başarmış olanların kendilerini korumak için hem ulusal kimlikleri ve özelliklerini ve hem de dini inançlarını gizledikleri bilinir. Bölge açısından bu veri önemlidir. Öyle ki; günümüzde hala birçok köy isimleri Ermenicedir. Yine kilise ve manastır yıkıntılarının olduğu köy sayısı az değildir. Ve yine, kimi aşiret isimleri de Ermenilerden kalma olup, bunların eski Ermeni topluluklarıyla bağı olduğu söylenmektedir. (7) Nedir ki kültürel özelliklerinin bu kadar etkin olduğu Dersim’de egemen olanların HEP Ermeni ve Hıristiyanların dışında kalanlar olduğu iddiası, Ermenilerin bölgede ilk izleri olduğu günden bugüne kesintisiz bir kanıtlamayı gerektirir ki bu mümkün değildir.

Bununla birlikte, Dersim’deki bu verilerden hareketle en azından Ermeni soykırımı öncesine kadar Ermenilerin HEP egemen olduğunu iddia etmek de aynı çalışmayı gerektirir. Bu konuda değerlendirilmeyi hak eden bir veri olarak 1860’larda Ermeni ve Kürtlerin kurduğu ortak örgütün resmi dilidir. (8)

Biz bu sosyolojik analizi başka bir konu başlığına bırakalım ancak şunu ifade etmekle yetinelim; Burjuva-feodal Cumhuriyet tarihinde bölgede yoğunlukta yaşayanlar kendilerini Kırmanc olarak tanımlayan Kürt ve Alevi topluluğu olmuştur.

Bu yoğunluk, kimlik, dil ve tarih konusunda bir ortaklığın yakalanabildiği anlamına gelmez. Öyle ki, bölgede yaşayan Ermeni, Türk ve Kurmancki dilini konuşanların kapsamı dışında kalanlar arasında, yani Kırmanclar arasında kimi köylüler kendilerini Kırmanc tanımlarken “aslında Kürt demenin Dersim’de aldığı biçim” olarak tarif etmekteler. Başkaları ise değil Kürt, bundan “Zaza olduklarının anlaşılması gerektiğini” savunuyorlar. Yine başka bir kesim, Kürt olmadıklarını ileri sürerek kendilerine Zaza denmesinden hiç mi hiç hoşlanmadıklarını özel olarak vurguluyorlar. Bunların hepsinin buluştuğu ortak nokta, kendileri açısından “Kırmanc” kavramının kullanılır ya da kullanılabilir olmasıdır: elbette, bunların hiçbirini kabul etmeyip kendi ulusal ve inanç kimliğini tek bir kavram olarak, yani “Alevi” olarak tanımlayanların dışında…

Yine mesela dil konusunda, değil tek başına ilçeler arasında görülen telaffuz farklılığı, aynı çelişki aynı ilçede bir köyle bir diğeri arasında da olabiliyor. Buradan hareketle gerçek (kimilerine göre) “Kırmancça”, ya da “Zazaca”, ya da “Dersimcenin” ne olduğu konusunda bir ortaklık bulunmamaktadır. İstisnalar hariç, herkes kendi konuştuğu dilin esasa tekabül ettiğini ileri sürmektedir.

 

Ulusal bilincin düzeyi…

Ülkemizdeki siyasal gidişatı önemli oranda etkileyen Kürt Ulusal Sorunu salt ezilen ulusu değil, diğer bütün azınlık milliyetlerin ve inançların kendilerini sorgulamasını, tanımlamasını ve hak talebinde bulunma mücadelesinde yerini almasını koşulladı. Dersim, Türkiye Kürdistanı illerinden biri olarak hem poly-etnik karakteri hem de değişik azınlık milliyet ve inançların odağı olarak bundan etkilendi.

Ne var ki, Dersim’in etkileşimi, T. Kürdistanı’nın diğer birçok ili gibi esasta Kürt Ulusal Hareketin siyasetini izleyen bir etkileşim olarak değerlendirilemez. Ulusal uyanışın Dersim’deki adı, kendi özgünlüğü üzerine kuruludur. Bu özgünlük onun çok kültürlülüğünün ürünü olmasının yanında henüz kendini tanımlama konusunda bir ortaklığa sahip olmaması ve buna ek olarak Ulusal Hareketin siyasetince ikna olmayışındandır.

Ulusal Hareketin ve birçok araştırmacının tanımlamasından hareketle Kürtçe’nin bir lehçesi olarak konuşulan Zazaca’nın, halk arasında kullanıldığı şeklinde değil ama Ulusal Hareketin etkisi altındaki televizyon ve radyolarda bölge dili adına konuşulduğu haliyle birçok yönüyle Dersim halkı tarafından anlaşılmamaktadır.

Bu konudaki yabancılık, Ulusal Hareketin uzun süreye yayılan kesintisiz ve etkili gerilla mücadelesine rağmen onun siyasetinin yanında uyuşma göstermediği bir diğer noktayı ifade ediyor. Bu konu kuşkusuz Ulusal Hareketin bölgedeki etkisini irdeleyen bir çalışma kapsamına girdiği ve konumuzu aştığı için geçelim.

Ulusal sorunun bölge özgünlüğü üzerinde gündemleşmesi, halkın kendi kimliğini sorgulaması, kültürüne, toprağına ve tarihine sahip çıkması, Ermenilerin bölgedeki izlerinin araştırılması, yani özet olarak, kendi gerçekliğiyle her yönüyle inceleme, tanıma ve yaşatma mücadelesini büyütme temelinde gerçekleşmektedir.

Bölge insanının yeniye açık olması ve kendini başka türlü tanımlamaya hazır olması bunu göstermektedir. Öyle ki, mesela Kürt ya da Türk değil ama kendi kökenini Ermenilere dayandıran bireylerin sayısı çoğalmaktadır. Kuşkusuz bu ifadeler tekil verilerden hareketle ileri sürülmesi köklü bir araştırma sonucunda varılan bir tespit olmadığı anlamını doğurabilir. O açıdan, ifade edilenin doğruluğu ya da yanlışlığı bir yana bırakacak olursak, kendi kimliğini tanımlama isteğinin güçlendiğini bir yanıyla yansıtan bu tablo ulusal bilincin bölgedeki gelişim düzeyinin ürünüdür.

 

İnsan ilişkilerine dair kısaca…

Mevcut haliyle Dersim’de egemen olan inancın Alevi inancı olduğunu belirtmiştik. Belirgin olarak kendini gösteren olgu, insan ilişkileri içerisinde bu inanca dayalı “kivralığın” ve “musahipliğin” ya da “ikrarlığın” güçlü oranda etkisini sürdürmesidir.

Günümüzde, devrimci silahlı savaşımın doğru bir önderlikten uzaklaşması ile kimlik bilincine yönelik arayışın kaçınılmaz etkisinin birleşimi sonucu, bölgede insan ilişkilerinde hiç eksilmeyen bu biçim (kivralık, musahiplik veya ikrarlık) özü etkileyecek nitelikte gelişme göstermiştir. Düşmanı kavrayışındaki erozyona paralel olarak, öz olarak düşmanlaşmamayı içeren bu kavramlar biçimsel olarak değerlendirilip yanlışa düşülebilecek denli kullanılmaktadır. Mesela düşmanla bağı olan ve bunu sürdürmekte kararlı bir unsur, sadece “kivra” ya da “ikrar” olduğu için, halka zulmetmesine es geçilip affı istenebiliniyor.

Kuşkusuz bu örnekte konumuz bağlamında bizim için görülmesi gereken yan, insan ilişkilerinde bunun etki düzeyidir. Ne var ki aynı örnek, arada kivralık veya ikrarlığın olduğu koşullarda esasta geçerlidir. Nasıl ki farklı aşiretlerden bireyler birbirini devletle kurulan bağ üzerinde değerlendirip bunu ya bir övgü ya da bir eleştiri kaynağına dönüşüyor ve güvensizlik nedeni olarak ileri sürüyorlarsa, gerek farklı aşiretten olsun, gerekse de aynı aşirete mensup bireyler arasındaki ilişkide olsun, devletin ordusu ve polisiyle bağ kurmak bir güvensizlik nedeni olarak görülebiliyor.

Yine, nispeten daha düşük bir etkiyle aynı kapsamda değerlendirilebilecek olan talip, rayver, pir ya da dede ve mürşit ilişkisidir. Bilinir ki bu ilişkilenme aşiretler arası ilişkileri de inanç bazında düzenlemektedir. Geçmişte, pir veya onun olmadığı koşulda rayver köy halkını bir araya getirerek aileler arası ya da kişiler arası sorunu ya da sorunları tartışıp ve çözüme uğratma misyonunu çokça yerine getirdiği anlatılır. Zira pir veya rayverin görevi, tek başına bununla sınırlı sayılmazdı. Pir veya rayver, aynı zamanda politik ve güncel gelişmelere dair değerlendirme yapıyor, fikir alıyor ve meselenin nasıl ele alınması gerektiği konusunda perspektif de sunuyordu. Köy halkının bulunduğu bu “meclis”e eski adlandırmayla “kom” denmekteydi. (9)

Günümüzde, birçok soruna pirin veya rayverin el attığı biliniyor ancak görünen o ki sorunların esası çözüme uğrayamıyor. Her ne kadar bu ilişkilenme tarzı halk nezdinde manevi bir değer olarak korunsa da, halkın bu insanları eskisi kadar çözüm gücü olarak görmediğini yansıtır bu durum.

Tam da inanç olgusunda bahsetmişken değinilecek husus, ziyaretlerin bölge halkı üzerindeki etkisidir. Üretim ilişkilerinin de etkisiyle toprağa bağlılığını koruyan köylülerin, bu topraklar üzerindeki manevi değerleri olan ziyaretlere sahip çıkma bilinci yaygındır. Barajlar ve madenler gibi çalışmalara karşı koyuşların nedenleri arasında bunun yeri de şüphesiz vardır. 

Dersim’de kadınların toplumsal konumu elbette ki burjuva-feodal sistemden bir kopuş sergileyen nitelikte değildir. Nedir ki Dersim’deki adının Türkiye’nin diğer illerindeki kadınların durumuna kıyasla daha inisiyatifli olduğu söylenebilir. Bunda ezilenin ezileni olarak Dersimli kadının devletle çelişkileri her yönüyle keskin olan bir toplumun içinde yer almasının doğurduğu asilik özelliğinin payı vardır. Nispeten Alevi kültürünün etkisi olmakla birlikte, Dersim’deki kadının durumunu salt bu yanla açıklamak eksik olacak. Zira bu vurgular, kadının, tüm bunlara rağmen Dersim de, kimi kaba haliyle açığa çıkan gericiliği hissetmediği koşullarda (ki bunlara da Dersim’de tanık olmak mümkün) yardımcı, tamamlayıcı, en nihayetinde “ötekileştirilmiş” bir kategoride değerlendirildiğini yadsımaz. Dersim’de kadının durumunu ayrıca işlediğimiz için kültüre tekabül eden bu önemli noktalara değinmekle yetinelim.

 

Politik bölge: Dersim

Devletin ulusal, dini ve sınıfsal baskısına en açık ve en şiddetli biçiminde maruz kalan Dersim halkı, tarih boyunca bunu kabul etmemiş ve karşısında durmuştur. Karşısında durma durumu her zaman şiddete başvurma ile vücut bulmamış, en nihayetinde düzenle barışık olmama özü üzerinde şekillenen bir yaşamı benimsemiş. Sürgün yılları ve zorunlu göçler, devletin asimilasyonu içeren tüm saldırı politikalarına rağmen bu uğurda başarılı olmamış ve her şeye rağmen nerede Dersimli varsa, orada devlet karşıtlığını içeren güçlü bir potansiyel vardır demektir.

Kuşkusuz diasporanın yanısıra, bizzat bölgede yaşayan halkın devletle olan kan uyuşmazlığı salt nesnel bir gerçeklik olarak değil, halkın düşünce ve duygu dünyasını da kasıp kavuran bir gerçektir.

Bu gerçeklik, halkın kendine baskı kuranı merceğe almasını koşullamaktadır ki; bölge halkının iktidarı elinde tutanların ne yaptıklarına, ne yapmaya çalıştıklarına ilgili olması bundandır. Politik düzeyini de etkileyen bu faktör, halkın siyasete yabancı olmamasını da beraberinde getirmektedir. Zira sorunu sadece 70’lerde devrimci hareketin bölgede yürüttüğü faaliyetlerle, silahlı mücadeleyle vs. açıklama yanılgısına düşmemeliyiz. Bu son veri, nesnel ve öznel olarak var olanı daha bir üst düzeyde işlemeyi anlatmaktadır. Öyle ki; gerek Dersim’in devletin gündeminden düşmemesi, gerekse de devletin halkın gündeminden düşmemesi 70’li yıllarla başlamadığı gibi, 37-38’de de başlamadı. Bunun yüzyıllara varan tarihsel ve toplumsal serüveni vardır.

Nedir ki bu ilginin varlığı ile soruna doğru tavır takınmak bir ve aynı şey değildir. Ne böyle bir ilginin varlığı halkın her sorun karşısında doğru tavır takınıyor anlamına gelir, ne de doğru olmayan tavırların böyle bir gerçekliğin olmadığını tanımlar. Başka bir ifadeyle ne Dersimlilerin devletle olan kan uyuşmazlığı bölge halkının düzen partileri tarafından aldanmayacağı anlamına gelir, ne de bölgede örneğin CHP’ye ya da herhangi bir düzen partisine ilginin varlığından hareketle halkın devletle barışık olduğunu ya da siyasete ilgisiz olduğunu ileri sürmek doğrudur…

 

Sonuç olarak;

Yukarıda aktarılanlar elbette bölgedeki sosyo-kültürel yapıyı tüm yönleriyle açıklamaya yeterli değildir. Bunun geliştirilmesi ve derinleştirilmesine olan ihtiyacın yanında analizlerin sonucunda gerekli görüldüğü taktirde düzeltilmesi de gerekebilir. Yani bu bir başlangıç olarak da nitelendirilebilir.

Bu alanın irdelenmesindeki önem, bölge halkını kendi dünyasında tanımak, tanımlamak ve sınıf mücadelesine kanalize olmasını sağlayacak temel halkaları doğru algılamakta yatmaktadır.

Komprador patron-ağa devletiyle çok yönlü ve köklü, bir o kadar da keskin çelişkilerini barındıran bölgede, öne çıkan ve kaçınılmaz olarak ritüellerine, klamlarına ve edebiyatına yansıyan özellikleri şu şekilde özetleyebiliriz:

Dersim çok uluslu, çok dinli ve bu anlamıyla çok kültürlü bir bölgedir.

Dersim’de eski tipte toprak ağaları yok ancak bölgede bunların reisliğini yaptıkları aşiretlerin etkisi bölge halkının düşünce dünyasında ve yaşamlarında önemli oranda yer edinmektedir; özetle aşiret ağaları yok ama aşiretçilik hükmünü sürdürmektedir.

Bu her iki noktanın sentezidir ki halk içinde birlikte hareket etme ile her an dağılma koşulu yaygındır.

Devletin gündeminde düşmemeye koşut olarak devlet şahsında siyaset, halkın sıradan bir gündemi olma halini korumaktadır. Kendini ezene ilgi göstermeyi yansıtan bu durum, halkın politikayla bağının ifadesidir.

Bugün için bölgede egemen olan topluluk kendini esas olarak Kırmanc olarak tanımlayan ve Alevi inancını benimseyen Kürt – Alevi topluluğudur.

Yine de bu çoğunluk içinde kendi kimliğini tanımlama konusunda net olmayan bir tutum egemendir.

Aynı toplulukta dil konusunda bir ortaklık yakalanamadığı için bölgede bir dil birliğinden bahsedilemeyeceği gibi, hangi ilçede konuşulan hangi varyantın temel olarak referans alınacağı konusunda da net olmayan bir tutum egemendir.

Ulusal bilinçteki uyanış, bir kimlik sorgulama, kültürüne ve toprağına sahip çıkma şeklinde yani kendi toplumsal yapısına özgü gelişmektedir. 

İnanç olgusu da kendine has özellikleriyle varlığını korumaktadır.

Bunun sonucu olarak talip-rayver-pir/dede-mürşit hiyerarşisi, kivralık ve musaiplik/ikrarlık güçlü oranda etkilidir.

Ziyaretler, her ne kadar son yüzyıl içerisinde toplumsal bilinçte etki gücünü yitirse de, halkın yaşamında bir şekilde yer edinmeye devam etmekte ve kültürün hassas noktalarından biri olma özelliğini korumaktadır.

Kendi topraklarının çok kültürlülüğünün ve bunun koşulladığı ulus, din ve nihayetinde kültürler arası tarihsel paylaşımın yansıması olarak Dersim halkına mensup olanlar, hangi milliyetten ve hangi dinden olursa olsun bir başka birey/toplulukla iletişime geçmekte zorluk yaşamaz.

Düşmanı kavrayışta yaşadığı silikleşmeye karşılık insan ilişkilerinde düşmanla bağı olana ya da olma ihtimali olana güven duymama hali bölge halkının bilincinde güçlüdür.

Kadının diğer birçok ildeki kadınlara kıyasla sahip olduğu daha fazla inisiyatif onun maruz kaldığı gerici baskıyı gölgelemez. Kadının toplumdaki konumu bu yüzden sistemden kopan bir niteliğe sahip değildir.

Bunlar elbette çoğaltılabilir. Şüphe yok ki bu konuyu incelemenin görevi bitmez bir edayla önümüzde durmaktadır.

 

Dersim’den bir Partizan

 

Dipnot:

(1) Antranik’in “Dersim seyahatname”si bu konuda çokça veri sunmaktadır. (Antranik; Dersim: Seyahatname; Aras Yayıncılık)

(2) Mesela 1860’lı yıllarda Osmanlı zorbalığına ve işgaline karşı Xol adıyla silahlı müfrezelere sahip “Milli Kurtuluş İçin Ermeni ve Kürt Komitesi” kurulduğu biliniyor. (ayrıntı için: Karlene Çaçani’nin “Milli Kurtuluş İçin Ermeni ve Kürt Komitesi” adlı eserinin Kürtçe çevrisinden aktaran Mehmet Bayrak’ın “Dersim-Koçgiri” adlı kitabına bakılabilir; s. 63; Öz-Ge yayınları)

(3) 1968’de yaşamını yitiren Kureyşanlı ozan Weliye Uşene İmami (İmam Hüseyin oğlu Veli) 1938’de Laç Deresi direnişini konu alan ezgisinde söylediği şu sözler bu konuda dikkat çekicidir:

Çe aşirone xayinu bırıjiyo

Qır kerdena ma da rısvet u pere

Sıma ke teseliya xo ma ra gurete

Mestebiro hale sıma je hale Hermeniyano

Ma do pero

Hefe xo hot bedeli gureto

Merdena koyi persene

Ma re saltanet o

Türkçe anlamı şudur:

Hain aşiretlerin evi yıkılsın

Ölümümüzü para ve rüşvete dökmüşler

Ama biz ortan kalkınca

Yarın öbürgün sizin haliniz Ermenilerin halidir

Döğüştük

Aldık yedi kuşağımızın öcünü

Dağda ölümü sorarsan

Saltanattır bizim için

(4) Özeleştiri içerikli ezgilerden biri, devletin 1937 saldırısında “tarafsızlığını” koruyan Haydaran aşiretinden Hıdır Ağa (Xıde Ale İsme) diliyle söylenen ezgidir. Ezgiye, savaşa girmemekle birlikte devletin talebi sonucu silahlarını teslim ettikten sonra duyulan pişmanlık yansıtılmış. Bu ezgide konumuzla ilgili bölüm şu şekildedir:

De wayi, wayi…

Bıra keko wayi

Bıra!

Xıdır vano: “Kora ke ma re ame

Ma çeke xo kerdi topi

Berdi Nazmiya de teslim kerde dayi”

Türkçe anlamı şöyle:

Vah, vah…

Kardeşim vah

Kardeş!

Hıdır diyor ki: “Körlüğümüze bakın ki

Topladık silahlarımızı götürdük

Teslim ettik Nazımiye’de”

(5) Mesela 1926’da Koçan aşiretine karşı devlet güdümlü kurulan ittifakın esas olarak olmasa da, etki gücünü aşiretler arası yapılan görüşmenin akabinde gitgide azalarak sürdürmesi gibi. Zira Nuri Dersimi’nin başında olduğu ve Seyit Rıza’nın aşiretinin de aralarında bulunduğu devlet güdümlü Ovacık aşiretlerarası ittifak, Koçan’lıların Seyit Rıza’ya gönderdikleri mesajın ardından kararsızlık belirginleşmiş, devlete verdikleri sözü ters orantılı etkileyen bir duruş benimsenmiş ve devlet cephesi zayıflık göstermiş. (Bunun için bakınız; Cafer Demir; Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde Dersim; “Koçan aşiretine yönelik olarak düzenlenen askeri harekât” bölümü; s.75’ten 87’ye; Umut Yayımcılık)

(6) “Örneğin, 1938 katliamı sırasında, Mazgerd yöresindeki Sey Sabun ve Bamasuranlardan olup da dini görevleri yerine getirebilecek kişiler katledilip sürülünce, yerlerini kadınlar aldı.” (Munzur Çem; Dersim’de Alevilik; s. 15; Peri Yayınları)

Konumuz bağlamında burada önemli olan vurgu, katledilenlerin veya sürgüne gönderilenlerin cinsiyeti değil, “dini görevleri yerine getirebilecek kişiler” olmalarıdır.

(7) Bu konuda da Antranik’in seyahatnamesi veriler sunmaktadır.

(8) Milli Kurtuluş İçin Ermeni ve Kürt Komitesi’nin amaçları ve çalışma tarzına ilişkin sıralanan maddeler arasında örgütün resmi dili şu şekilde aktarılmış:

“(…) 6- Xol’un resmi dili Zazaca olacak ve ancak Kürtçe bilen Ermeniler Xol üyeliğine seçilebileceklerdir.” (Mehmet Bayrak; Dersim-Koçgiri; s. 64; Öz-Ge yayınları)

“Resmi dil” konusunda Ermeniler ile Kürtlerin anlaşmaları, karşılıklı bir dayatmanın olmadığı koşullarda çoğunluğu dikkate almaları üzerinden gerçekleştiği anlamına gelebilir. Zira döneme özgü (1860’larda) Kürtlerin Ermenilere karşı bir baskı oluşturduğuna dair hiç bir tarihsel veri ile karşılaşmadık. Buradan hareketle denilebilir ki  o zamanlar, en azından Xol örgütünün faaliyet alanını kapsayan topraklarda Zazaca konuşan Kürtler yoğunluktaydılar.

(9) “(…) Bu toplantılara kom derler. Komların görevi, ile eski Romalıların gine aynı görevde olan komunat adlı kabile meclisleri arasındaki benzerlik şayanı dikkattır.” (Nuri Dersimi; Kürdistan Tarihinde Dersim; s. 33; Doz yayınları)

 

{gallery}dersimin sosyo-politik yapisi{/gallery}

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu