Kadın

DOSYA: “Aile çıkmazı”nda kadın (2)

AKP hükümetinin seçim öncesi kadın örgütleri ile bir araya gelerek oluşturma sözü verdiği “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı”, tam da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” şeklinde tahrif edilerek, Meclis’te kabul edildi.

Biz de bu kanunu maddelerine ayırarak incelemeye karar verdik. Geçtiğimiz sayıda, kanunun “Amaç, Kapsam, Temel İlkeler ve Tanımlar” adlı 1. bölümünün 1. maddesini incelemiştik. Bu sayımızda da yine aynı bölümde kanunda geçen tanımların açıklamasının yapıldığı 2. maddeye değineceğiz.

Daha önce de vurgulamıştık. Dil sınıfsaldır. Kelimeler önemlidir. Kavramlar için yapılan tanımlama, hayata hangi pencereden baktığımızı gösterir. Mesela, “demokrasi” bizim açımızdan ciddi bedeller ödenerek kazanılabilecek bir kavramken; AKP hükümeti açısından “demokrasi”nin anlamı; gazetecileri, insan hakları savunucularını, öğrencileri, bilim insanlarını, devrimcileri, demokratları, yurtseverleri mümkün mertebe tutuklayıp; muhalefetten arınmış bir toplum yaratmaktır. İnceleyeceğimiz maddeler açısından da aynı durum geçerli. Söz konusu maddede, kadın kurumlarıyla birlikte oluşturulan taslakta yer alan birçok tanımlama çıkarılarak daraltılmış ve muğlak kavramlara yer verilmiştir.

Devletin kaygısı kadına şiddeti önlemek değil!

İlk olarak çıkarılan birkaç bölüme bir göz atalım: 2. Maddede yer alan “b) Bakanlık il ve ilçe müdürlükleri: Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri kuruluncaya kadar bu Kanun kapsamındaki destek ve izleme hizmetlerinin verileceği ve gerekli bildirimlerin yapılacağı mercii” ve “g) Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri: Şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verildiği, çalışmalarını yedi gün yirmidört saat esası ile yürüten merkezleri” tanımlamaları çıkarılmıştır.

Şiddete maruz kalan kadının korunabilmesi için; koruyucu ve önleyici tedbirlerin alınması ile destek ve izleme hizmetinin verilmesi önemli ve ilk adımlardandır. Söz konusu tanımların kanun taslağından çıkarılarak, yolunmuş bu şekliyle Meclis’te kabul edilmesinin, kanunda yer alan sözcük sayısının azalmasının dışında daha önemli bir anlamı vardır: Devlet, kadını şiddetten korumak istemiyor! Bu çok açık! Çünkü madde içerisinden bu tanımları çıkarmak; bu kurumların olmayacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla kadına şiddeti önleyecek ve kadınların başvuru yapabileceği kurumların oluşturulmaması ve oluşturulmaması için özel olarak kanundan bu bölümlerin çıkarılması; devletin bilinçli bir şekilde kadını korumak istemediğini gösteriyor.

Devletin, kadına şiddeti önleme gibi bir derdinin olmadığını aslında “Aile” ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından kadın örgütleriyle birlikte hazırlanan taslağın değiştirilen isminden de görebiliriz. Kanunun ismini “Kadının şiddetten korunması” yerine “Ailenin korunması” olarak değiştirilmesi, devletin esas kaygısının “aile”yi korumak olduğunu bir kez daha göstermiştir. Dolayısıyla kadına şiddeti önlemek yerine, kadının “aile” içinde kalmasını sağlayacak derecede şiddetin azaltılması amaçlanmıştır. Eee, bunun için de “Şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verildiği, çalışmalarını yedi gün yirmidört saat esası ile yürüten merkezler”e ihtiyaç yoktur!

Tedbir kararı kadının “istemine” kalmış!

Ayrıca yine maddede yer alan “h) Tedbir kararı: Bu Kanun kapsamında, şiddet mağdurları ve şiddet uygulayanlar hakkında aile mahkemesi hâkimi, kolluk görevlileri ve mülki amirler tarafından, istem üzerine veya resen verilecek tedbir kararları” tanımlamasının çıkarılması kadın örgütleri tarafından kabul edildiği takdirde “önemli kazanım” olarak değerlendirilebilecek bir tanımdır.

Çünkü şiddet ile ilgili alınacak tedbir kararının “istem üzerine veya resen verilecek tedbir kararları” olarak tanımlaması; şiddete uğrayan kadının “rızası” olmadan da şiddet uygulayan kişi hakkında dava açılabilmesinin ve tedbir kararı alınabilmesinin önünü açan bir durumdu. Şimdi ise bu tanımın çıkarılması, şiddet ile ilgili kararların yine şiddete uğrayan kişinin istemine bırakıldığı anlamına geliyor.

Herkes bilir ki; Türkiye toplumunun sosyo-ekonomik yapısından kaynaklı evlerin büyük bir çoğunluğunda şiddet vardır ve kadınların % 99’u uğradığı şiddeti “sineye çeker”. Çünkü böyle öğretilmiştir. “Kol kırılır, yen içinde kalır” ya da “Kan kussan da kızılcık şerbeti içtim de” denir kadına. “Kocadır/babadır/erkektir; döver de sever de” diyerek kodlanır bilincimize, yanımızdaki/sevdiğimiz erkekler. Kadının, erkeği böyle kabul etmesi istenir. Dolayısıyla şiddete uğrayan bir kadın, erkek egemen toplumun bilincimize kodladığı toplumsal cinsiyet rolüne uygun hareket etmek ve “hanım hanımcık”, “şefkatli”, “uysal” kadın olmak zorunda kalır.

Diğer taraftan kadın şiddete karşı çıksa, kime başvuracak? Karakola mı? Bu ülkede neredeyse tüm karakolların, kadına şiddet konulu şikayete karşı ilk söylemi “aile içinde olur böyle şeyler. Benim babam da annemi döverdi” oluyor. Ve kadını, kendine şiddet uygulayan erkeğin koluna takarak geri gönderiyor. Kadın şikayetinde ısrarlıysa Wan’da Yosma Altunbay’ın başına geldiği gibi bu kez karakoldakilerin kendisi kadına şiddet uygulayabiliyor. Şikayet dilekçeleri kadının arkasından çöpe atılıyor. Şiddet ile ilgili acil ihbar telefonları geldiğinde duymazlıktan geliniyor.

Ya da Savcılığa mı? Mahkemeye mi başvuracak? Sudan gerekçelere onlarca yıl ceza isteyen mahkemeler, kadına şiddet davalarında katile/şiddet uygulayan kişiye durmadan “tahrik indirimleri” ile çok az ya da hiç ceza veriyor. Koruma kararı için kadınları oradan oraya koşturduktan sonra zorla koruma kararı çıkarırken ve kadınların çoğu bu süreçte erkekler tarafından katlediliyor.

Sonuç olarak tedbir kararı gibi bir kararın yalnızca şiddete uğrayan kişinin “istemine” bırakmak, kadına şiddet uygulayan örgütlü erkek egemen sistemin devamına yol açacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu