Yorum

Tasfiyeci rüzgara karşı yürümek zorunluluktur

15 Temmuz’un üzerinden 1,5 ay geçti. Darbe girişiminin nedenleri ve sonuçları üzerine sol/sosyalist basında epeyce analiz çıktı. Cunta darbesinin girişim boyutunda kalmasının, AKP darbesini getirdiği konusunda bütün muhalif kesimler hızlıca ortaklaştı. Biz bu yazımızda MLM’nin Türkiye’deki politik özgülleşmesinin adı olan Kaypakkaya yoldaştan hareketle geçen 1,5 aylık sürede kendini sol/sosyalist olarak tanımlayanların politika pratiğine bakmaya çalışacağız.

Darbe sonrasında sol cenahta oluşan duruma baktığımızda belli başlı üç politik çizginin oluştuğunu görebiliriz. Birincisi; CHP’nin kuyrukçuluğunu yapanlar, ikincisi; “faşizme darbelere ve OHAL’e karşı güçlerimizi birleştiriyoruz” sloganıyla sarı sendikaların önderliğinde “demokratik güç birliği” oluşturanlar, üçüncüsü ise devrimci tavrın gerekliliğini ortaya koysalar da gerekli düzeyde örgütsel hazırlıklar olmadığı için bunu yapamayanlar. Bu üç kategorinin arasındaki geçişkenlik de bize TDH’nin son yıllardaki durumunu vermektedir.

Birinci gruptakiler, CHP’nin Taksim mitingine katılanlardır. Emek ve Demokrasi Koordinasyonu, İstanbul Tabip Odası, Halkevleri, BHH, EMEP, AKA-DER, Kaldıraç, TÖP-G, EHP, Öğrenci Kolektifleri sayılabilir. Bu grup, faşist devletin ideolojik çekirdeğini oluşturan, kurulduğu günden bu yana komprador burjuvazinin has temsilcilerinden CHP’den ezilenler lehine kararlı bir demokratik tutum bekliyor. Bunların CHP ile ortaklaştıkları ve esas aldıkları nokta hangi sınıfın temsilci olduğu değil, modernist ve laik görünümüdür. Bununla bağlantılı olarak geliştirdiği AKP karşıtlığıdır. Ayrıca bu sol cenah, CHP’nin Kürt karşıtı şovenist politikalarını görmezlikten gelmekte, en iyi ihtimalle eleştirilerek düzeltilecek bir mesele olarak görmektedir. Tarihi ve güncel politikalarıyla, devlet partisi durumu ortadayken CHP’den “demokrasi gücü” diye bahsetmek veya eleştirilerle doğru yolu bulacağını sanmak en hafif deyimiyle aymazlıktır. Politik olarak da açık bir reformizm ve revizyonizmdir. CHP’den demokratiklik beklentisini daha “uyanık” tarzda onun kitle tabanını kazanma olarak açıklayanlar mevcuttur. Öncesinde gazetemizde çıkan çeşitli yazılarımızda değindiğimiz gibi maksat gerçekten buysa, bunun yolu faşist CHP ile işbirliğini geliştirmek değil, CHP’yi güçlü bir şekilde teşhir etmek ve mücadelemizin hedeflerinden biri haline getirmektir.

Kaypakkaya yoldaşın açıklamaları bu konuda iyi bir yol göstericidir. Kendisi TKP’nin önce CHP sonrasında da DP ve MP kliklerinin peşinde sürüklenmesini mahkum etmiş ve şu belirlemeleri yapmıştır: “Bir komünist hareket için elbette iki gerici klikten birini tercih etmek söz konusu olmaz. Komünist hareket ikisini de düşman olarak görür, ikisini de devirmek için mücadele eder; ama bunlar arasındaki mücadeleye de gözlerini yummaz; bu boğuşmadan kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için bunların birbirine göre durumunu iyi tespit eder, en gerici olanı tecrit eder, ilk ve en şiddetli saldırılarını ona yöneltir, bu arada diğer gerici kliğin mahiyetini teşhir etmekten, onunla kendi arasındaki düşmanlık çizgisini sıkı sıkıya muhafaza etmekten de geri kalmaz.” (İ. Kaypakkaya, Bütün Eserler, s. 369, Umut Yayımcılık) (abç)

Kaypakkaya’nın sunduğu bu perspektiften hareketle AKP’nin iktidar konumu ve tüm baskı aygıtlarına hakim olması, “en gerici” olmasını getirmektedir. AKP kliği, cemaatin mal ve mülküne el koyarak, devlette onlardan boşalan yerleri kendi kadrolarıyla doldurarak “hayırlı olay”dan sonuna kadar yararlanmaya çalışmaktadır. MHP, tamamen AKP’ye yedeklenmiş durumdadır. CHP’nin durumunuysa yukarıda açıkladık. Fakat CHP, iktidarı kaybettiği 1950’li yıllardan itibaren, tabanını korumak kadar kendisine manevra alanı kalmasını sağlayacak şekilde, reformist küçük-orta burjuvazisinin taleplerini de sahiplenir görünmektedir. Bu nedenledir ki, reformist küçük burjuva partilerinin, emek ve meslek örgütleri tarafından “ilerici”, “demokrat” sayılabilmektedir.

 

“Burjuvazinin demokrasi aşkına güvenmek…”

Bu süreçte öne çıkan ikinci grup, “faşizme, darbelere ve OHAL’e karşı güçlerimizi birleştiriyoruz” şiarıyla emek ve meslek örgütlerinin öncülüğünde birleşen çeşitli siyasi parti ve çevrelerin oluşturduğu “Emek ve Demokrasi için Güç Birliği” oluşumudur. DİSK, KESK, TMMOB, TTB, DBP, DP, EMEP, EHP, ESP, HDP, SEP, SYKP, YSGP, HDK, Haziran Hareketi, Halkevleri, İHD, PSAKD, Hacı Bektaş Veli Vakfı, Demokratik Alevi Dernekleri, Alevi Bektaşi Federasyonu bu güç birliğinin açıklanan bileşenleridir. Bu güç birliğinde göze çarpan ilk özellik, birinci grubun hemen hemen tamamının burada da yer almasıdır. İşin önemli yanı şudur ki, birinci grup CHP’den umudunu keserek buraya gelmiyor. “CHP’nin daha berrak bir tavır” alabilmesinin sağlanması için bu “sol hat” önemsenmektedir. Reformizmin alışık olduğumuz “ileri çekme” siyasetinin tezahürüdür bu! Ayrıca emek ve meslek örgütlerinin çağrısıyla oluşturulması, en baştan itibaren sınırlayıcı bir olgudur. Günümüzde ihtiyaç olan, ihtiyacı karşılayan bu tarz bir güç birliği değildir.

Emek ve meslek örgütlerinin sarı, bürokratik sendika gerçekliği orta yerde dururken yani ekonomik mücadeleyi dahi veremezken, faşizme karşı mücadelede hangi adımı atmaları beklenmektedir? Sendikaların bu gerçekliğine, CHP’yi demokratik cephede görenlerin buradaki varlığını eklersek ortaya en başından itibaren uzlaşmacı ve dolayısıyla mücadeleyi büyütmede işlevsiz bir “güç birliği” ortaya çıkar. Süreci karşılamaktan uzak bu birliğin içerisinde yer almak propaganda anlamında bir anlam taşısa ve sınırlı, çeşitli pratiklere imza atsa da darbe ve OHAL’e karşı direnişin bu birlikteliğe indirgenmesi son derece yanlış bir ideolojik-politik duruştur.

Elbette ki güç birliğinin bu niteliğiyle, en önemli seçeneklerden biri olarak gündeme gelmesi tesadüf bir şey değildir. “Bunlar bir sınıf içgüdüsünün, bir sınıf tavrının şartları elverişli görür görmez kendini ortaya koymasıdır… Legalizmin ve burjuvazinin demokrasi aşkına güvenmenin bir ifadesidir.” (age:189)

Politik kriz had safhadayken, faşizm en koyu haliyle uygulanırken, HDP’nin  yok sayılması devletin kendini en yalın haliyle ortaya koymasıyken; demokratik güç birliğinin tek ve esas adres olarak gösterilebilmesi yapılabilecek en büyük politik yanlışlardandır. Aslında bunun bir nedeni olarak, OHAL döneminin kısa süreceği, görece daha demokratik bir ortama geçişin yakın zamanda olacağı beklentisini de gösterebiliriz. Fakat Ortadoğu’daki gelişmeler, Kürt sorunu ve ekonomik darboğaz kısmi bir “rahatlamayı” bile mümkün kılmamaktadır.

 

Doğru politik hattı oluşturmak zorunludur!

Son olarak içinde Partizan’ın da yer aldığı devrimci kesimler vardır. Bu kesimler sürecin reformist/legalist yollarla karşılanamayacağını vurgulasalar da, sürece önderlik edecek ideolojik/politik/örgütsel pratiği gösteremeyenlerdir. Yıllardır etkisini sürdüren tasfiyeci/reformist rüzgardan ideolojik olarak korunmaya çalışırken; politik ve örgütsel ayakların ihmal edilmesiyle sürece zayıf bir şekilde girilmiştir. Ancak elbette ki bu durum ne elimizi kolumuzu bağlamamız için ne de bundan dolayı reformizme/legalizme kayılması için bir sebeptir. Bu sürecin alt edilebilmesinin yolu her zamanki gibi ilk adımda gerçeklerin devrimciliğini kabul etmektir.

İlk olarak; olmayan örgütlenmelere barikat başı çağrısı yapma, kitlelere silah başı çağrısı yapıp da kendisi tek bir kurşun bile sıkamayan devrimciler ya da kendi gerçeğinden kopuk ordusuz komutan olma tutumuna kesinlikle yaklaşmama, uzak durma ve bu durumun baş gösterdiği durumlarda bunu reddetme cesaretini ortaya serme zorunluluğumuz mevcuttur. Kolektifimizin tarihi bize birçok deneyim sunmaktadır, başta Kaypakkaya yoldaş! Bu deneyimleri sonuna kadar kullanmanın zamanıdır. İllegal çalışmanın esas olduğu ilkesi bu dönemde her zamankinden daha fazla geçerlidir. “Her türlü politikanın olmazsa olmazı silahlı kuvvettir.” (Althusser) Bu gerçeğin bilincinde olarak örgütlenmeler oluşturulmalıdır. Son yıllarda artan profesyonel devrimcilikten kaçınma olgusu; yürütülen faaliyetin içeriğiyle ilgilidir. Bunu aşmak, faaliyetin devrimcileşmesi oranında mümkün olacaktır.

Bu süreç demokratik birliklerin değil, önceki yıllarda görüldüğü gibi devrimci platformların öne çıkarılması gereken bir süreçtir. Ayrıca halkın kendini savunması ekseninde ele alışların zorunluluğu Antep’teki saldırıyla bir kez daha kendisini göstermiştir. Komünist devrimciler buna öncülük etmelidir, bulundukları her yerde güvenlik konusunda mahalle halkıyla birlikte önlem almalıdırlar. Sınıf mücadelesine ancak, net bir ideolojik duruşla, doğru politik perspektifle sağlam örgütlenmeyle müdahil olunabilir. O halde “sarıl güne, sarıl saate”…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu