GüncelMakaleler

DÜNYA | Aleksy Navalni: Cılız Bir “Lider” Portresi!

"Benzer olarak bugün ne Putin Rus işçi sınıfının dostudur ne de Navalni. Ne Navalni Rus işçi sınıfına gerçek anlamda özgürlük vadetmektedir ne de Putin. Putin’e karşı Navalni’yi öne çıkaran Batılı emperyalist sermaye grupları açısından Navalni, kendilerine istediklerini verebilecek bir politik figürdür"

Rusya’da yaşanan kitle gösterilerine geçmeden önce kısa bir giriş yapmak gerekir. Bu türden bir hatırlatma şimdilerde özellikle Batılı emperyalistlerce şişirilip pohpohlan “muhalif lider” Aleksy Navalni’nin konumunu anlamamıza yardımcı olacaktır.

Takvimler 9 Ağustos 2020’yi gösterirken Belarus’ta (Beyaz Rusya) yapılan seçimlerde Lukashenko’nun tekrar başkan seçilmesi bir dizi eylemin de başlamasının miladını oluşturuyordu. Liberal muhalif liderler, Belarus’ta yaşanan süreci demokrasiye karşıtlık vb. terimlerle açıkladılar. AB üyesi emperyalist ülke liderleri de Lukhasenko’nun liderliğini sağlayan seçim sonuçlarını meşru bulmadıklarını ilan ederken, sokak eylemlerine de destek açıklıyorlardı.

Aynı günlerde iktidardaki Lukhasenko’nun Svetlana Tikhanovskaya karşısında %70’e varan oy farkı ile kazandığı seçim sonuçlarına destek vermek üzere Belarus Komünist Partisi ve gençlik örgütü açıklama yaparken, işçiler de genel olarak Lukhasenko’ya destek eylemlerine katılıyorlardı.

Lukhasenko’nun yeniden seçilmesinin AB’li ve diğer Batılı emperyalistleri rahatsız etmesinin altında yatan temel neden, Lukhasenko’nun halen ülkesinde Sovyetler’den kalma kimi devletçi uygulamaları devam ettirirken, Belarus’un tüm kaynaklarını Batılı emperyalistlerin yağmasına açmaması oluşturuyor. Öte yandan Lukhasenko’nun Rusya’yla ilişkisi de Batılı emperyalistlerin önünde bir engel olarak ortaya çıkıyordu.

Belarus’ta neler olduğunu anlamak önemli zira tam da Lukhasenko’nun ifade ettiği gibi “Belarus düşerse Rusya düşer” ve bugünlerde muhalif lider imajı edinen Navalni’nin önce zehirlendiğini açıklayıp bir süre kaldığı Avrupa’dan geri döndüğü Rusya’da sokak eylemlerini örgütleme çabası bu bütünlük içerisinde anlamlı hale geliyor.

2008 yılı itibariyle yolsuzlukla mücadele komisyonunda yayınladığı raporlarla gündeme gelen Navalni’nin deyim yerindeyse bu tarihten sonra ünü giderek artarken, özellikle 2011’de kısa süreli (15 gün) tutukluluğu sonrasında politik bir lidere dönüşüyordu. Nalvalni’nin 2013 Moskova Belediye Başkanlığı seçimlerinde aldığı % 27’lik oy, onu muhalif bir lider olarak konumlandırmak isteyenler açısından da önemli bir zafer olarak addediliyordu.

Nalvalni’nin 2017’deki kitlesel yolsuzluk protestolarına öncülük etmesi popülaritesini pekiştirirken 2019 yılında 15 gün kaldığı hapis sonrasında zehirlendiği iddia edildi. Tedavi gerekçesiyle Almanya’ya giden Navalni, yakın zamanda Rusya’ya dönene kadar da burada kalmaktaydı.

Navalni her ne kadar Batılı emperyalist ülkeler tarafından Rusya siyasetinde kullanabilecekleri bir figür olarak konumlandırılmaya çalışılsa da mevcut kitle desteği ile bunu gerçekleştirmesi çok olası görünmüyor. Zira bir dönem % 27 oy aldığı 10 milyondan fazla nüfusa sahip Moskova’da Navalni’nin çağrısı ile sokaklara çıkan kitle 40 bin kişi olarak açıklanıyordu. Batı destekli, Putin aleyhtarı bütün medya desteğine karşın yüz binlerle ifade edilecek kitle desteğine ulaşamamış olması bir noktadan sonra Batı’nın Navalni ile sonuç elde edebileceği düşüncesini değiştirecektir.

 

Navalni’nin sınıfsal ilişkileri bağlamında Putin’e muhalefeti

Putin’in 2000’de iktidara gelmesiyle bürokratik ilişkilerden palazlanan kimi sermaye gruplarının etkisini sınırlama çabası kısa sürede anılan sermaye grupları ile Putin arasında bir iktidar mücadelesine dönüşmüş, Putin kendisini iktidara getiren sermaye gruplarının da desteği ile oligark olarak adlandırılan kimi grupları saf dışı etmeyi başarmıştı.

İlerleyen yıllarda Putin’in çevresindeki politik figürler üzerinden yeniden örgütlenen bürokratik oligarşi ile sermayenin ilişkileri “yolsuzluk” söylemleri altında Putin iktidarının eleştirilmesini beraberinde getirdi. Navalni’nin bugün sahip olduğu ün de o günlerde bu yolsuzluk iddialarını gündeme getiren ilk kişilerden olmasından kaynaklanmakta. Tabi bu arada önemli bir nokta; Navalni’nin temsil ettiği sermaye gruplarının Putin ile husumet yaşayanlar olduğunu belirtmemiz gerekir.

Bu bağlamda Navalni ile Putin arasındaki iktidar mücadelesini Batılı emperyalist odakların iddia ettikleri gibi yolsuzluk mücadelesi ya da yoksullaşan halkın Putin hoşnutsuzluğunun bir yansıması olarak değerlendirmek son derece yanlış olacaktır. Tasfiye edilen, tasfiye edilmekte olan kimi sermaye grupları ile onların yerini alan diğerleri arasındaki klikler mücadelesi olarak değerlendirmek isabetli olacaktır.

 

Lukhasenko ve Putin neden Batı için istenmeyen lider durumunda?

Aslında bu sorunun yanıtını dünya siyasetini, emperyalist ülkeler arasındaki enerji kaynaklarına hakim olmak üzere verilen açık-örtük savaşları izleyen birileri açıklıkla verebilir. Emperyalist ülkelerin artan enerji kaynağı sorununa çözüm olarak başka ülkelerin kontrolündeki kaynakları ele geçirme hamlesi farklı emperyalist ülkeler ve emperyalist bloklar arasında çıkar çatışmalarını artırmaktadır.

AB emperyalist bloğu, İngiltere, ABD, Kanada, Avusturya gibi ülkelerin son yıllarda Çin ve Rusya aleyhine aldıkları ekonomik savaş kararlarının, Balkanlar’ın Rusya’ya karşı NATO’nun asker ve askeri malzeme yığdığı bir alana dönüşmesinin arkasında yatan gerçeklik budur. Dolayısıyla, komünistler açısından herhangi bir emperyalist ülke ya da ülke liderinin diğerine yeğ tutulması söz konusu olamaz. Sadece onların arasındaki savaşın yaratabileceği kimi fırsatları kullanmak kimi zaman stratejik önem arz edebilir.

Lukhasenko’nun hemen seçim sonrasında Avrupa’nın diktatörü ilan edilirken, AB’nin ortak yargı kurumu AİHM kararlarını dahi umursamayan, on binlerce üniversiteli gencin sadece R.T.Erdoğan’ı ve onun faşist iktidarını eleştirdiği için hapiste tutulduğu Türkiye’yi görmezden gelip, Erdoğan ve faşist uygulamaları karşısında “kaygı duymak”tan öteye geçmeyen söylem ve tutum arasında bir çelişki vardır.

Bu çelişkinin kendisi, Türkiye’nin tüm kaynaklarını emperyalist ülkelerin denetimine açan R.T.Erdoğan’ın Türkiye’nin başına Batılı emperyalistler tarafından atanmış bir sömürge valisi gibi davranmasından kaynaklanmaktadır. Elbette emperyalistler dizginsizce sömürdükleri Türkiye kaynaklarını kendilerine sağlayan R.T.Erdoğan’dan sadece kaygı duyarken, Lukashenko’nun aksi tutumu nedeniyle Lukashenko’yu diktatör ilan edeceklerdir.

Benzer olarak bugün ne Putin Rus işçi sınıfının dostudur ne de Navalni. Ne Navalni Rus işçi sınıfına gerçek anlamda özgürlük vadetmektedir ne de Putin. Putin’e karşı Navalni’yi öne çıkaran Batılı emperyalist sermaye grupları açısından Navalni, kendilerine istediklerini verebilecek bir politik figürdür.

Verilen desteğin nedeni de budur.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu