Makaleler

Ekonomide durum söylendiği gibi mi? -2-

Tüm bu sorunlarla beraber hem Rus uçağının düşürülmesi (turizmde en büyük potansiyel) hem AB ile girilen tartışma hem de Suriye’deki savaş Türkiye’yi yurtdışından gelen turist açısından da zora soktu. Sahil kesimlerinin beş yıldızlı otellerle işgal edilmesine izin verilmiş ülke son bir yılda 9.5 milyon yabancı turist kaybetti. Bu turist kaybının olası gelir kaybı ise 9.5-10 milyar dolar. Bu turist kaybı nihayetinde bu otellerde çalışan emekçileri vurdu. 2016 yılı temmuz ayında otellerde sigortalı çalışan sayısı % 18.5 azaldı. Kaldı ki temmuz ayı turizmde “sezon” denilen sürecin en yoğun olanıdır. Sezonda böyle bir azalışın oluşması sezon sonunda olacakların habercisidir. Ayrıca otel sahipleri ve yöneticileri sigortalı çalışanları işten çıkartarak “sigortasız” ve “teminatsız” çalışmanın da yolunu açmakta, yolunu hazırlamaktadır.

Tarımda-hayvancılıkta, turizmde, inşaat ve gayri menkul sektöründe varolan durum bu iken imalat sektörünün de içinde olduğu genel olarak şirketlerin durumu da parlak değildir. Bu şirketlerin borç seviyesi 2012’den bugüne 87 milyar dolar artarak 312 milyar dolar seviyesine ulaşmış durumda. Bu borcun 172 milyar dolarlık kısmı yurt içi bankalara. (29 Ocak 2017, Cumhuriyet) Bu durum varolan süreci daha da riskli hale getiriyor. Çünkü yurt içi bankalar verdikleri kredilerin çok büyük bir kısmını yurt dışındaki bankalardan alıyorlar. Bu şirketler yurt içi bankalara ödeme yapamadıkları noktada bu bankalar da kendi aldıkları borçları ödeyemeyecek. Bu da bir bütün olarak ülkenin ekonomik çöküntüyü-yıkımı yaşamasına neden olacak. Türkiye üç büyük rating kuruluşunun (Fitch, Modys, SP) üçünde de yatırım yapılabilir statüsünün dışında. Bu durum Türkiye’deki şirketlerin ve bankaların kredi bulmasını zorlaştırıyor. Kredi bulsalar bile “yatırım yapamaz” kategorisinden kaynaklı riskli ülke kabul edildiği için kredi maliyetleri artırılmış bir şekilde kredi bulabiliyorlar. Buna bir de doların yükselişi eklenince maliyetler iyice artıyor. Türkiye Finans Bankası ancak 4 ülkeden 5 bankanın katılımıyla 1 yıl vadeli 180 milyon dolar tutarında kredi temin edebildi.

Bununla birlikte küçük esnaf ve işveren deline (küçük işveren-patron) kesim üstünde de karabulutlar dolaşıyor. Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin açıklamalarında 2016 yılının ilk 9 ayında 752 bir adet senedin protesto edildiği yer aldı. Bu senetlerin parasal tutarı 8.5 milyar TL. Protesto edilen senetlerin adedi bir önceki yılın aynı dönemine göre % 3, parasal tutarı ise % 22 oranında arttı. Hükümet yetkilileri sürekli olarak küçük ve orta ölçekli iş yerlerine yönelik ödenmemiş vergi ve prim borçlarının faizlerini affetme, ana parayı yapılandırma uygulamasına gitse de bu herhangi bir işe yaramıyor. Bugünlerde 70 milyar TL tutarındaki bu vergi ve prim borçlarının yapılandırılması ve karşılığında 4 milyar TL’lik bir gelir bekleniyor. TV’lerde röportaj yapılan esnaf “yapılandırılsa ne olur, iş yok ki ödeyemeyeceğiz” diyor. Zaten pek çoğu daha önceden borçlarını yapılandırmış ancak ödeyememiş durumda.

İstihdam denilen süslü kelimeyle ifade edilen çalışan emekçi kesimlerdir. Son açıklanan istihdam verilerinde Ocak ayında % 0.2’lik bir azalış görünüyor. Buna göre istihdam oranı % 44.8’e geriledi. TÜİK verilerine göre Aralık 2016’da % 12.7 olan işsizlik oranı Ocak 2017’de % 13’e tınmandı. Bu rakamların içinde artık iş bulma umudunu kaybettiği için İş ve İşçi Bulma Kurumu’na başvurmayanlar dahil değil. Ocak 2017’de herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadan çalışanlarda % 32.5’e çıktı. 15-24 yaş arasını içeren genç nüfustaki resmi işsizlikte 5.3 puanlık artışla % 24.5 oldu.

Büyüme doğallığında istikrarlı-kararlı büyüme iddiasında olan bir ülkede hem ekonomik faaliyetlerin ölçeğinde hem de ekonomik etkinliklerin toplam ölçeğindeki büyüme toplam nüfustaki büyümeden fazla olması gerektiği için kişi başına gelirin de büyümesi gerekir. Kişi başına gelirin artması zaten gayrı safi yurtiçi hasılanın büyümesi demektir. Türkiye gibi ülkelerin büyüme hedefleri içinde sanayi ve tarım-hayvancılığın büyümesinin ve GSYH’ya katkısının diğer sektörlerin önünde ve birbirlerine yakın (sanayi önceliklidir) seyretmesi gerekir. Ancak kapitalist emperyalist ülkelerde sanayi ve teknoloji üretimi tarım ve hayvancılıktan çok fazla katkı yapar. Bu tür ülkelerde tarım alanındaki kapitalistleşme, buna bağlı olarak nüfusun belli bir seviyeyi aşmaması vb. sebepler buna etkendir. Türkiye gibi ülkelerde hem nüfusun büyümesi hem de büyüyen bu nüfusun üretime katılamaması ekonomik üretim, tüketim ve kişi başına düşen gelirin azalması gibi sorunları yaratır. Her zaman bir ülkedeki patronlar nüfusun belli bir oranda üretime her an katılma potansiyeli taşına “artık nüfus”a sahip olmasını isterler. Ancak bu “artık nüfus” kontrol edilebilir, kabul edilebilir seviyede olmak zorundadır. Bu seviyelerin altında da üstünde de olduğu zaman sistemsel sorunlar yaratırlar.

 

Devam edecek

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu