Kadın

Erkek ve Aile

Özgür Gelecek Sayı: 21

 

 Kadının aile için, ailenin de cinsiyetçi erkek egemen sömürücü sistem için ne kadar merkezde yer aldığına dair iki sayıdır belli söylemlerde bulunduk, kadının kurtuluşunun önündeki engellerden birinin de sistemi yeniden ve yeniden üretmede temel unsur olarak işlev gören aile olduğuna dikkat çektik.

Elbette bunun bir de diğer kısmı, klasik tabirle madalyonun bir de öteki yüzü var. Madalyonu çevirdiğimizde gördüğümüz yüz, baba-koca-erkek kardeş-erkek evlat olarak ailenin diğer bireylerini görüyoruz. Aile kadın için bir cendere, kutsal bir hapishane-tapınak iken erkek için de gerçekte çok farklı bir durum söz konusu değil. Klasik anlamda kadının köleliği erkeğin de gerçek insanlaşması ve özgürlüğünün önündeki en büyük engelse (ki öyledir), erkek için de aile, bu insanlaşmanın önündeki engellerden biri olarak yer alıyor. Ama önemli bir farkla. Bu aile içinde patron erkek iken kadın ise işçi konumunda olduğu için, bu köle düzeninden “pay alan” olarak terazinin ağır kefesinde yer alıyor ve bu durumdan “doğal olarak” rahatsız değil.

Öyle ya neden rahatsız olsun ki, akşam eve geldiğinde yemeği hazır, terlikleri rahatça giyebileceği şekilde çevrilmiş, çocuklar susturulmuş, sakin bir limandan “insanlaşmak” için (en azından kendi rızasıyla) vazgeçmesi için ileri düzeyde bir bilinç gerekir. Evdeki tüm düzen, (kadın tarafından düzenlense de) erkeğin rahat etmesi, yorgun argın eve geldiğinde dinlenebilmesi için organize edilmiş durumdadır.

Yaşadıkları dört duvar arasında öyle bir hakimiyet kurmuşlardır ki, kimse ses çıkartamaz, çıkartsa da “hak ettiği” yanıt derhal (tüm yorgunluğuna rağmen) verilir. O duvarlar arasında yaşayanların “namusları”, “şerefleri” onlardan sorulur. 50’li yaşlardaki erkeklerin hemen tümünden aynı nakarat duyulur: Ben bugüne kadar namusum ve şerefim için yaşadım!!! Halbuki o güne gelene kadar o “namus” kimbilir kaç kez evin dışında yaşadığı ilişkilerle, parayı harcadığı yerlerle delik deşik olmuştur da, kimsenin haberi yoktur. Ya da o kimsenin haberi olmadığını zannetmektedir. Oysa “toplumsal mutabakat”la, aileyi kurtarmak için kimse yüzüne bir şey dememektedir, yoksa herkes o namusun ne menem bir şey olduğunu elbette bilmektedir.

Ailenin sağladığı bu avantajlardan kurtulup, insanlığına yabancılaşmadan kurtulmak için ileri düzeyde bir bilinç gerekir dedik. Buradaki ileri kavramı çok önemli. Zira yamalı bohça misali bir bilinçle bu rahatlıktan, bu sakin limandan kurtulmak mümkün değildir. Çokça görmüşüzdür, görmekteyizdir ki birçok “ilerici” “aydın” iddiasındaki erkek, bu sıfatları kapının önündeki paspasa silip öyle girmektedir sakin limanına. Kapının diğer tarafında tüm kadın-erkek eşitliği lafları yerini “bütün gün ne yapıyorsun ki” haykırmalarına bırakır. Tıpkı “sıradan” tabir edilen erkekler gibi!

Haksızlık etmeyelim tabii. Evdeki kadının(ın) da bir şeyler öğrenmesini, arkadaşlarıyla tanışıp kaynaşmasını isterler. Ama öyle çok değil. Ayarında! Hani eve “ilerici” arkadaşları geldiğinde “saçma sapan konuşmasın”, dışarıda bir yere gittiklerinde yanına yakışsın (“firs lady” misali) tadında. Daha ileri giderse bu tat bozulur, kılıçlar çekilir, “sıradanlaşılır”, hatta çirkinleşilir.

Kadınların bir kısmı bu durumdan memnun hale getirilmişlerdir. Zira başka ailelerdeki büyük çaplı şiddet olayları bu ailelerde çok fazla görülmez. Hatta “ilerici” eş bazen salatayı bile yapıp ev işlerine yardımcı olmaktadır. Daha ne istensindir ki?! Bir kısmı da eşini “paylaştığı” dostlarına kin duyar. O arkadaşlarına gayet “demokrat” olan eşinin, evde neden öyle olmadığını sorgularken oklarının ucunu yanlış yere çevirir, yanlış tarafla hesaplaşır.

Ama bu örneklerde en önemli nokta, meselenin sadece evdeki rahat-patronluk ortamını kaybetmemek değildir. Mesele ne yazık ki o kadar basit ve kaba değildir. Evdeki kadın(ı) örgütlendiğinde, düzenle olan en önemli, en sağlam bağını kaybedecektir. Bir ayağında ailesini sürüklediği prangası (ki bu pranganın nimetlerinden tamamen kendisi faydalanmaktadır) diğer ayağıyla düzen karşıtlığını devam ettirmeye çalışır. Buradan normal şartlarda bir süre sonra “tıkanma” beklenir ama öyle olmayabilir/olmuyor. Ömrünün sonuna kadar hem “ilerici” sıfatıyla yaşayıp hem de aile reisliği yapan örnekleri herkes bilir. Bu “tıkanmama” durumunun en büyük nedeni de kurumsallaşmış bir kadın örgütlenmesinin olmayışıdır. Oysa böyle bir hareket sayesinde başta bir tıkanma yaşanacak ama bu, tamamen ilerici güçlerin lehine aşılacaktır.

Bu noktalara yaptığımız her hamle, gerçekte direkt düzene-sisteme yapılmış hamlelerdir. Dolayısıyla boş bırakmak mümkün değil.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu