GüncelMakaleler

YORUM | TKP’nin Hakiki Şovenizmi!

Uzun bir süredir, Vatan Partisi’nin “Kızıl Elma” topluluğu içinde yer almasından sonra TKP’nin Vatan Partisi’nden boşalan bu alana yerleştirildiğine tanıklık ediyoruz.

“Kürt milli hareketi, ezilen bir ulusun, hakim bir ulusun hakim sınıflarına karşı mücadelesi olarak ilericidir ve demokratik bir muhteva taşır. Biz bu demokratik muhtevayı kesinlikle ve kayıtsız şartsız destekleriz. Türk burjuvazisi ve toprak ağaları lehine her türlü imtiyazlara ve eşitsizliğe karşı (devlet kurma hakkı imtiyazı da dahil) kararlı ve amansız olarak mücadele ederiz. Kürt milli hareketinin bu yoldaki taleplerini de kayıtsız şartsız destekleriz.” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Eserler)

HPG ve YJA Star gerillalarının Irak Kürdistanı’nın Zap alanında TC ordusuna yönelik olarak gerçekleştirdiği iki eylem sonrasında paralı askerlerden onlarca kayıp vermesi; olağan olduğu üzere devlet ve hakim ana akım medya tarafından önce gizlenmeye çalışıldı sonra ise rakamlar yavaş yavaş artırılarak paylaşıldı. Yine olağan olduğu üzere Türkiye’deki farklı sermaye gruplarının temsilcisi durumundaki farklı faşist partiler, Kürt ulusu ve PKK’ye yönelik nefret açıklamalarında bulundular. Hakim ulus imtiyazının siyasetini yapanlar açısından bu refleksler olağan ve kendi içinde anlaşılırdır.

Olağan olmayan ise şimdiye kadarki PKK eylemlerinde öldürülen askerleri “yoksul halkın evlatları ölüyor” cümleleri ardına gizlenen bir “mahçup şovenizmle” karşılayan TKP’nin bu sefer açıktan PKK ve genel olarak Kürt Ulusal Özgürlük Hareketine ve devamında yarın güçlü şekilde gelişebilecek sınıf hareketine de karşı “devletimizin yanındayız” mealindeki açıklamaları oldu. Özcesi mahçup şovenizm mahcubiyetten sıyrılarak olabildiğince arsız şekilde burjuvazinin işçi sınıfı ve ezilen milliyetler üzerindeki baskı ve şiddet aracı olan devleti savunmaya girişti.

TKP paralı askerlerin ölümü üzerene “Bir kez daha başımız sağ olsun” diyerek yaptığı açıklamada; “Türkiye’ye egemen olan sömürü düzenini değiştireceğiz. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin gayrimeşru ilan edilmesine, ortadan kalkması gereken bir siyasi birim olarak görülmeye başlanmasına asla fırsat tanımayacağız. Bugün Türkiye’de Kürtçü, Türkçü, İslamcı yönelimlerin tamamı Türkiye Cumhuriyeti’nin meşruluğunun ortadan kalkmasıyla sonuçlanacak bir sürece ortak katkı koymaktadır” demektedir. (https://www.tkp.org.tr/aciklamalar/guvenlik-tehdidi-osmanlicilik-islamcilik-kurtculuk-turkculuk-ve-emperyalizm/, erişim tarihi, 23.01.24)

Kendine komünist adını veren üstelik de “bu düzeni değiştireceğiz” gibi gayet iddialı laflar eden bir anlayışın, değiştireceğiz dediği düzenin “meşru olduğunu” savunmasındaki çelişki bir yana gerçekte kendine komünist diyenin düzeni “yıkması gerektiği” (Lenin’in kulakları çınlasın!) unutulmuş görülmektedir. Daha doğrusu bu tür bir anlayışın komünizmle ilgisi olmadığı, olamayacağı açıktır.

TKP’nin TC devletinin karşısında “Kürtçü, Türkçü, İslamcı yönelimleri” tehdit unsuru olarak değerlendirmekte, bu yönelimlerin tamamının TC’nin meşruluğunun ortadan kalkmasıyla sonuçlanacağı uyarısını yapmaktadır. Bu yaklaşıma dair çok şey söylenebilir. Kendisine komünist diyen bir anlayışın Türk hakim sınıflarının İslamcı, Türkçü olarak tanımladığı ve gerçekte TC rejiminin faşist ideolojisinin ürünü olan dönemsel politikalarını kendine dert etmesi ve bekaa tehtidi uyarısı yapmasındaki absürtlük bir yana “Kürtçülük” olarak tanımladığı tehlikenin üzerinde durmak gerekir.

Açıktır ki TKP burada Kürt Ulusal Özgürlük Hareketine (KUÖH) işaret etmektedir. Hakim sınıfların ifadeleriyle “bölücü terör”ü bir beka sorunu olarak değerlendirmektedir. TKP Türk hakim sınıflarının her türlü imtiyazlara ve eşitsizliğe karşı, Kürt Ulusal Hareketinin yani ezilen bir ulusun, hakim bir ulusun hakim sınıflarına karşı mücadelesinin karşısında konumlanmaktadır. Bu ilerici ve demokratik talep ve mücadele karşısında “devletimin yanındayım” demektedir.

Aslında çok uzun zaman önce mevcut TKP’nin “Doğu Perinçek’in Vatan Partisi” tarafından boşaltılan ulusal-sol kulvarına sokulduğunu belirtmiştik. Şimdi burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçi halklar üzerindeki baskı ve şiddet aracı olmak dışında işçi sınıfı için başka bir anlamı olmayan TC devleti ile işçi sınıfı ve ezilen halkların her karşı karşıya geldikleri tarihsel an ve koşulda “devleti sahiplenen” bir tutum almaktadır TKP.

Alelade bir şovenist olduğunu ispat etmenin ötesine geçmiş, gerçek bir sosyal devrim koşullarında “yanında olduklarını” açıkladıkları devlet ile birlikte hareket edeceklerini de ilan etmiş durumdadır.

Türkiye’deki emeğin kurtuluş kavgasının bütünü düşünüldüğünde TKP, Türkiye’de bir hiçtir. Onun etkisi yalnızca ve yalnızca “komünistlik oynayan küçük burjuvazinin” düşlerini süslemekle sınırlıdır.

 

Özgürce Ayrılma Hakkı ne anlama gelmektedir?

Lenin Ulusal Sorun’u incelediği eserinde bu konuyla ilgili olarak herhangi bir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde açık ve net yanıtlar vermiştir. Öncelikle burada belirtilen görüşlerden bir kısmını burada paylaşalım:

“(…) Her ezilen ulusun burjuva  milliyetçiliği, zulme karşı yönelmiş olan genel bir demokratik içerik taşır ve bizim ulusal ayrıcalıklar sağlama eğiliminden bunu kesin olarak ayırdederek; Polonyalı burjuvanın Yahudilere zulmetme eğilimine karşı savaşım vererek vb. vb. kayıtsız şartsız desteklediğimiz bu içeriktir.” (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı, s. 61)

“İşçi sınıfının ve onun kapitalizme karşı savaşımının çıkarları, bütün uluslar işçilerinin tam dayanışmasını ve en sıkı birliğini gerektirmektedir; bu çıkarlar, her ulusal-topluluktan burjuvazinin milliyetçi siyasetine karşı şiddetle karşı koymayı emreder. Onun için  sosyal-demokratlar, eğer ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını, yani ezilen ulusun ayrılma hakkını reddederlerse, ya da ezilen ulusun burjuvazisinin bütün ulusal istemlerini desteklerlerse, proleteryanın siyasal çizgisine karşı gelmiş olurlar ve işçileri burjuvazinin siyasetine boyun eğmeye yöneltirler.” (age, s. 72)

“Marx’ın bütün bu eleştirici sözlerinden (Lenin burada Marx’ın 20 Haziran 1866’da Engels’e yazdığı mektupta Paris’teki Prudoncuların ‘bütün ulusların ve ulusal toplulukların çoktan eskimiş önyargılar oldukları’ şeklindeki görüşlerini eleştirdiği mektubundaki görüşlerinden bahsediyor b.n.) çıkan sonuç açıktır: Ulus sorununu bir fetiş haline getirecek son sınıf işçi sınıfıdır. Çünkü kapitalizmin gelişmesi, mutlaka bütün ulusları uyandırıp bağımsız bir yaşama yöneltmez. Ama yığınları kapsayan ulusal hareketler başladıktan sonra umursamamak ve buralardaki ilerici olan şeyi desteklememek sonuç olatak kendi ulusunu ‘örnek ulus’ sayarak (ya da biz ekleyelim kendi ulusunu devlet kurma ayrıcalığı tekeline sahip ulus sayarak) milliyetçi önyargılara kapılmak olur!” (age, s. 85)

“Ulusların kendi kaderini tayin hakkının onaylanması en gerçek burjuva milliyetçiliğinin oyununa gelmektir diyor Bay Semkovski. Bu çocukça bir saçmadır, çünkü bu hakkın tanınması, hiçbir şekilde ne ayrılmaya karşı propaganda ve ajitasyona ne de burjuva milliyetçiliğinin suçlanmasına engel değildir. Tam tersine, ayrılma hakkının reddi Büyük Rus burjuvazisinin oyununa gelinmesini sağlar” (age, s. 12)

Yukardaki alıntılarda da görüleceği üzere komünistler açısından ezilen ulusların demokratik hak talepleri ve ayrılma hakkına karşı kayıtsız kalmak dahi kabul edilebilir bir tutum değildir. Yine açıkça görüldüğü üzere böylesi bir kayıtsızlık dahi ezen ulusun burjuvazisinin yanında yer almak anlamına gelecektir ve bunun Marksist literatürdeki karşılığı şovenizmdir.

TKP’nin PKK’nin eylemlerinin hemen ardından Kürt ulusunun demokrasi ve ulusal özgürlük mücadelesini “Kürtçülük” başlığı altında Osmanlıcılık ve ezen ulus milliyetçiliği olan Türkçülük ile bir ele aldıkları ve hepsini “tehdit” olarak kabul ettiklerini ilan ettikleri açıklama, artık basit bir refleksle PKK eylemlerine karşı tavır takınmadıklarını, tavırlarının şovenist bir düşünceye dayandığını göstermiş durumdadırlar.

Uzun bir süredir, Vatan Partisi’nin “Kızıl Elma” topluluğu içinde yer almasından sonra TKP’nin Vatan Partisi’nden boşalan bu alana yerleştirildiğine tanıklık ediyoruz. Burada bir yönelim değil bir yerleştirme sözkonusudur. Zira ülkedeki “komünist tehdidi bertaraf edebilmek ve Sovyetler’den yardım alabilmek için” sahte komünist partisi kurduran “devlet aklı”nın bugün de boş durmadığının bilincindeyiz.

 

Sahte TKP ile “Yerel Yönetim İttifakı”nın düşündürdükleri

Kimi devrimci örgütlerin TKP ile “yerel seçim” bağlamında ittifak çalışması içinde bulunmakta ısrar etmeleri doğru değildir.

Bu anlayışların TKP ile ittifaklarını, bu anlayışın “ulusal burjuvazinin sol kanadı olması ve dolayısıyla halk saflarında olduğu” yaklaşımına dayandırdıkları bilinmektedir.

Somut durumda İbrahim Kaypakkaya yoldaşı (diğer hususlar bir yana) komünist bir önder yapan; TC devletinin niteliği, ulusal sorun ve bu bağlamda Kürt ulusal sorunu, Kemalizm konularında Kaypakkaya’nın görüş ve tezlerinin tamamen zıddı görüşleri savunan sahte bir TKP ile ister stratejik ister taktik olsun bir ittifak içinde olunması tutarlı bir politika değildir. Çünkü devrimci dostlarımız alternatifleri olduğu, böyle bir ittifak zorunluluğu olmadığı halde bu pratiklerini ısrarla savunmaktadırlar.

Komünistler ister yerel ister parlamento seçimlerinde olsun, bu imkan ve olanakları devrim mücadelesi için kullanırlar. Komünistler seçimlere komünizmin ve işçi sınıfının devrimci programının o ülkedeki özgün halinin propagandasını yapmak, sistemi deşifre eden ajitasyonları gerçekleştirmek için katılırlar. Diğer taraftan yine bir ülkede hele ki Türkiye gibi faşizmin hakim olduğu bir ülkede, komünistler demokratik hak mücadelesini bu devleti tanımlayan temel anti-demokratik başlıkları öne çıkararak yaparlar ki, böylelikle buradan doğru işçi sınıfı ve ezilen toplumsal kesimler üzerinde baskı oluşturan uygulama ve yaklaşımları geriletebilsinler ve işçi sınıfının devrimci mücadelesini de geliştirebilsinler.

TC devletini TC devleti yapan temel konularda, devletin niteliği, Kemalizm, ulusal sorun ve işçi sınıfına karşı amansız bir diktatörlük olması gerçeğini inkar ederek devleti sahiplendiklerini açıklayan herhangi bir oluşumla bu devlete karşı demokrasi mücadelesi verilemeyeceği sanırız tartışma gerektirmeyecek kadar açıktır.

Hal böyleyken dostlarımızın TKP ile devam ettirmekte olduğu ittifakın kendisi zaten başından itibaren demokratik hak mücadelesine hizmet edebilecek bir potansiyeli barındırmaktan uzaktır.

Bitirirken Kaypakkaya yoldaşın Kürt Ulusal Sorunu üzerinde kapsamlı çalışmasından bir pasaj aktarmanın doğru olacağı kanaatindeyiz:

“Sosyalistler, herhangi bir ulus lehine en ufak bir imtiyaza, bir eşitsizliğe dahi karşıdırlar. Oysa Türkiye’de ulusal devlet kurma bugüne kadar bir ulusun, Türk ulusunun bir imtiyazı olagelmiştir ve durum halen de böyledir. Biz komünistler, hiçbir imtiyazı savunmadığımız gibi, bu imtiyazı da savunmayız, savunmuyoruz. Kürt milletinin devlet kurma hakkını olanca gücümüzle savunuruz ve savunuyoruz. Biz bu hakka sonuna kadar saygılıyız; biz, Türklerin Kürtler üzerindeki (ve başka milliyetler üzerindeki) imtiyazlı durumlarını desteklemeyiz, biz kitlelere bu hakkı tereddütsüz tanımayı öğretiriz, devlet kurma hakkının herhangi bir ulusun tekelinde imtiyaz olmasını reddetmeyi öğretiriz.” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, TİİKP Program Taslağı – Ulusal Sorun)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu