Makaleler

(1. Bölüm) Devrimci irade karşısında bir çaresizleşme örneği olarak infaz yakma ve tahliye geri bıraktırma

Siyasi tutsaklara dönük yönüyle Türkiye hapishanelerindeki infaz sisteminin üç tarihsel kesit içinde ele almak mümkün. 1920-1970 Aralığı, 1990-2000 Aralığı, 2000 ve günümüze kadar olan süreç. Bu tarihsel kesitlerde yaşanan toplumsal-siyasal gelişmeler suç, ceza ve infazı anlayışlarına direkt yansımış, bunlar hapishanelerdeki uygulamalarda, mimarı yapıda ve hukuki alanda somutlanmıştır.

Toplumsal mücadelenin yükselmesi egemen sınıflar için tehlike çanlarının çalması anlamına geldiği için onları, mücadele amaçlarını etkinleştirmeye iter. 68 hareketi ve 71 silahlı devrimci çıkışı hayatın tüm alanlarının değiştirdiği gibi hapishane yaşamını da değiştirmiş sömürüye, zulme, faşizme, emperyalizme karşı Sosyal ve Ulusal kurtuluş mücadeleleri her alanda boy vermiştir. Faşizmin tutsakları” adam etme akıllarını başlarına getirme” hedefi askeri nizam dayatması 1980 Askeri Faşist cuntasıyla bir üst merhaleye çekilmiş “Emret komutanım” davranışının tutsaklarda gelişmesi için ülke hapishaneleri (Diyarbakır, Mamak, Metris başta olmak üzere) işkence hanelere dönüştürülmüş, tutsakların dirençlerinin, özgürlük düşlerinin, sömürüye karşı mücadelenin kırılması ve inançlarını ulusal kimliklerini yadsımaları için akıl almaz zorbalıklar yapılmıştır.

Toplumsal devrimci kabarış karşısında konum alan faşist cuntanın tutsakların yaşamlarına dönük vahşi müdahaleleri ceza infazını “sopa ile terbiye etme” süreçlerine çevirmekle sınırlı tutulmamış, toplu kalınmayı “koğuş tipi” hapishane modellerinin yerini 3-4 kişilik hücre tipi hapishane modellerinin almasının önünü açmalarıyla devam ediştir. 71 cuntasıyla başlayan bu süreç 80 AFC’siyle bir üst merhaleye çekilmiş, tutsaklara er statüsü getirilmiş, özel tip hapishaneler yapılmaya başlanmış, özel mahkeme, özel kanunlarla devam etmiş, 91 de “ terörle mücadele kanun”unun çıkarılmasıyla daha kapsamlı ele alınmaya başlanmış, Mehmet Ağar genelgesi ve Eskişehir tabutluklarına oradan Diyarbakır, Buca, Ulucanlar katliamının ve 19-22 Aralık katliamlarıyla F tiplerine uzanmıştır.

İnfaz rejimi uygulamalarına dönük, üç tarihsel kesit ve bu tarihsel kesitlerdeki farklı uygulamalar özce böyledir. Birinci kesitte hapishane yaşamına dönük müdahalenin dozu düşük olmuştur. Toplumsal açıdan “50 yıllık boşluk” sürecinin (Kürt halkının isyanlarına, azınlıklara, ezilen inançlara yapılan katliamlara rağmen) aşıldığı sömürüye, zulme, faşizme,emperyalizme ve milli baskı politikalarına karşı, silahlı devrimci çıkışların gerçekleştiği ikinci kesitte ise, işkence, askeri nizam dayatması ve darağaçlarının kurulması, idamlarla politik siyasi örgütlü kimliğin sopa ile ezilmesi adam edilmeye çalışılması, infaz rejimi uygulamalarının temel özelliğini oluşturmuştur. Bu süreç içerisinde tecrit odaklı bir tutum, bu rejime geçiş hamleleri yapılmış, ancak devrimci tutsakların direnişiyle bunlar her defasında püskürtülmüştür. Üçüncü tarihsel kesite 19-22 Aralık 2000 de büyük bir katliam operasyonu ile girilmiş 20 hapishaneye birde aynı anda operasyonlar düzenlenerek, can feda direnişe rağmen F tipi hapishanelere geçiş sağlanmıştır. 2005 yılına kadar özel bir geçiş dönmemi biçiminde hareket edilmiş F tipi tecrit ve tretman uygulamaları pratikte denenerek bir yasal düzenlenme olmaksızın “mastır plan”  ile hayata geçirilmiş ve 2005 yılında çıkarılan 5275 sayılı ceza ve Güvenlik Tedbirleri Hakkındaki kanunla F tipi infaz rejimi oluşturulmuştur. Bu süreçte infaz da temel ilke olarak “topluma kazandırma, iyileştirme” gösterilmiş bu manipülatif söylemlerle devrimci yurtsever tutsakların teslim almaya dönük uygulanan baskı ve imha politikası meşrulaştırılmaya çalıştırılmıştır.

Tüm süreçlerde modern burjuva hukukunun bir yaptırım unsuru olarak düzenlediği infaz süreleri düzenlemesi, tutsakların tepesinde sallanan bir demokrasi kılıcı işlevi görmüştür. “bak infazın yanar” tehditleri yine bu kapsamda dillendirilmiştir. Bu günkü uygulamaya yasal düzenlemelere baktığımızda konu çok daha kapsamlı ele alınarak çeşitlendirilmiştir. Keza infazın tüm süreçlerine çekilmiştir. İnfazda geçirilen süre, bu süre içerisinde sergilenen davranışların şartlı tahliye düzenlemelerini etkiler şekilde yapılması tutsakların yaşamlarının her anına dolaylı müdahaleyi getirmiştir. Doğrudan müdahaleler burada ek müdahaleler olmuş, oluşturulan infaz şartları ise sürekli müdahaleye dönüşmüş, esasında bu hedeflenerek mimarı yapı ve infaz yasası kurulmuştur.

Bir baskı ve teslim alma aracı olarak infaz süresi düzenlemeleri

Hapishanelerdeki infaz rejim uygulamalarının değişim sürelerine tarihsel kesitler olarak ayıran temel özelliğin toplumsal-siyasal alan olduğu sınıf mücadelesinin, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerinin temel etken olarak geliştiği, mimari ve hukuki olanların bu alandaki gelişmelere koşut biçimlendirildiği görülmektedir. Egemen sınıfların sömürü düzenlerinin bekası için geliştirdiği tutum böyle olmuştur, dünya çapında böyle gelişmiştir.

Tecrit tretman odaklı hapishane ve infaz hukuk modelinin uygulamaya başlanmasının tarihsel-siyasal arka planını özce böyle vermek mümkündür. Temel mesele tutsakların yaşamına müdahale, onu biçimlendirmeyi, baskı altında tutmayı ve teslim almayı içermektedir. Bu müdahalenin amacı özgürlük düşünün boğulması, politik pratik olarak devrimci duruşun etkisizleşmesi, siyasi kimliğin değersizleşmesi ve sömürü düzeniyle uyumlu hale getirmektir. Bunu için imha ve ihya yaklaşımı uygulanır, bu ödül ceza mantığının adıdır. Kitap okumanın, yazı yazmanın, şiir yazmanın, faks çekmenin, resim karikatür çizmenin, dışarıya hapishanende olan biteni anlatan mektuplar yazmanın ”terör-örgüt faaliyeti” olarak görülüp, engellenmeye çalışılmasının gazeteleri “güvenliği tehlikeye düşüren yayın” olarak değerlendirip vermemenin başka bir açıklaması bulunmamaktadır.

İnfaz rejimi bir bütündür. Suç ceza ve ceza infazı konuları birbirinden ayrı ancak bir birini tamamlar niteliktedir. Düzenin mahkemeleri aracılığı ile yapılan yargılama sonucuna belirlenen ceza ayrıca, bu cezanın nasıl infaz edileceği sorusunu ortaya çıkarmış ve egemenler modern burjuva hukukunu da bu noktada süre hesapları yaparak, yatılacak esas ceza miktarından düşük tutarak, tutsağın bu cezanın hepsini yatmamak için itaate uyma, beli davranışları yapmaya zorlamayı hedeflemiştir. 9 yıllık bir ceza verilmişse infaz sürecindeki davranışlarına göre bu sürenin 3 te 2 sinini yatması planlanmış, itaat uyum ya da belirlenmiş düzene uygun davranması halinde tutsak 9 yıl yerine 6 yıl hapishanede yatırılmıştır. Mesele bu noktayla da sınırlı değildir. Tutsak 6 yıl yatıp çıktıktan sonra tekrar bir suç işlemesi halinde cezanın kalan 3 yıllık kısmı tekrar gündeme gelmektedir. Kalan 3 yıllı aldığı diğer cezadan ayrı olarak yatmak durumundadır. ( bunlarından ayrıca süreleri bulunmaktadır.) yani infaz süre hesaplaması salt hapishane yaşamıyla sınırlı olmayıp, dışarıdaki yaşamda da itaat ve uyumlu olmayı siyasi politik kimlikten arınmayı, düzene karşı gelmemeyi dayatan bir işleve dönüşmektedir. Bu açıdan sadece hapishanede değil, dışarıdaki yaşamı da etkilemesi düşünülmüştür.

İnfazda geçirilecek sürelerin, hesaplanması noktasında burjuva hukukun pozitivist aklının oluşturduğu uygulama şekilleri bundan yararlanmayı da yaptırımlara bağlanmayı ihmal etmemiş, hapishane ve dışarıdaki hayat için ayrıca hesaplamalar yapılmıştır. Suçun niteliğine, suçların sınıflandırılmasını, yaşa cinsiyete göre ayrı düzenlemeler getirilerek öncelikli hedefler belirlenmiş, bunlarda aşamalandırılarak ödül ceza mantığında yararlanabilmenin şartları tanımlanmış, 5275 sayılı ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanunda bunlar belirtilmiştir. İnfaz düzenlenmesinin, infaz yakmanın, şartlı tahliye koşullarının hangi noktalara, yaptırımları tabi olduğu açıkça ifade edilmiştir. Adli suçlarda infaza geçirilecek süre 3 te 2 ise siyasi “suçlar” da (düzene göre “terör”) bu oran 4 te 3 tür. Siyasi “suçlar” da düzenin yaklaşımı daha fazla içeride tutmaya dönüktür. Ağırlaştırılmış müebbet cezasında ise ölünceye kadardır. Sadece infaz sürelerinin belirlenmesiyle sınırlı bir infaz hukuku değil, tüm infaz sürecinin kurulumundaki mantık aynıdır; infaz rejimine tam uyum ve itaat. Bu nokta 5275 sayılı kanunun “koşullu salıvermede iyi halin saptanması” nı düzenleyen 89. Maddede şöyle ifade ediliyor. “hükümlünün kanunun 107. Maddesinde ön görülen sürelerin ceza infaz kurumunun düzen ve güvenliği amacıyla kurulmuş kurallara içtenlilikle uyarak haklarını iyi niyetle kullanarak, yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirerek geçirmiş ve uygulanan iyileştirme programlarına göre de toplumla bütünleşmeye hazır olduğu disiplin kurulunun görüşü alınarak idare kurulunca saptanmış bulunması gerekir.” Düzenleme bu kadar ağırdır, bu düzenlemeyle ceza süresi tamamlanmış tutsağın doğrudan tahliye hakkı elinden alınmış, “İdare ve Gözlem Kurulu”nun yetki ve takdirine bırakılmıştır.

Ceza infazında gözetilecek süreler Terörle mücadele kanununun 17. maddesinde ve 5275 sayılı infaz kanunun 107. ve 108. maddelerinde düzenlenmiştir. Siyasi davalarda durumun ağırlaştırılması için 1991’de çıkarılan TMK’nın 17. maddesinde üç defa hücre cezası almış olmak, infaz yakılması nedenlerinde biri haline getirilmiştir. TMK’ da, bu gerek ceza yargılaması, ceza tayini ve ceza infazına yönelik birçok düzenleme yapılmıştır. Siyasi davalarda TCK’ ya göre verilen cezaların yarı oranında artırılması, dahası muayyen olan cezanın yukarı sınırının aşılabilmesinin önü açılmış, bunlar TMK’ nın 5. maddesinde düzenlenmiştir. Yani siyasi davalarda infazda geçirilecek süreler daha fazla olacak şekilde hesaplanmış ve şartları ağırlaştırılarak devrimci yaşamın hücrelerde yeniden üretilmesinin önüne geçilmesi düşünülmüştür. Burada ceza infazında oluşturulan şartlarla cezaların infazında gözetilen sürenin sürekli baskı altında tutulması temel yaklaşım olarak belirlenmiş uygulamalar da bu esasa göre yapılmıştır. 2011-2012 yılına kadar cezalar özelliklede hücre cezaları yoğun olarak verilmiştir. Cezaların tayini konusunda izlenen yöntem nedeniyle tutsağın işlediği fiil konusunda hücre cezasını gerektirecek bir fiil olmasa bile ­bir üst ceza uygulamasından kaynaklı tutsaklara hücre cezası verilebilmiştir. Bu nedenle birçok tutsağın infazı yakılmıştır. Yani 6 yıl yatacak yerde 9 yıl yatmasına sebep olunmuştur.

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirleri Hakkındaki kanun tutsaklara nefes aldırmama üzerine kurgulanmıştır. Bir üst ceza uygulaması bunlardan biridir ve sonuçları itibariyle tutsakların birçok hakkının gaspı söz konusu olmaktadır. Şöyle ki tutsaklara verilen hücre cezaları çoğunlukla mükerrer ceza uygulamasından kaynaklı verilmiştir. Mükerrer ceza demek tutsağın işlediği fiilin cezalı olduğu süre içerisinde tekrar etmesi halinde verilecek cezanın kanundaki o fiilin karşılığı ile değil bir üst ceza ile cezalandırılmasıdır. Örnek: bir insan ikinci defa hırsızlık suçunu işlemiş ve bu mahkeme tarafından tespit edilmiş ise ona hırsızlık suçundan verilecek ceza yerine, mükerrer olarak değerlendirilip  ‘adam öldürme’ suçundan ceza verilmesi gibi.  Bu uygulama 5275 sayılı kanunun 48/2. Maddesinde şöyle düzenlenmiştir.’ Bir eylemden dolayı verilen disiplin cezasını gerektiren bir eylemde bulunan hükümlü hakkında her defasında bir üst ceza uygulanır.

5275 sayılı kanunda işlenen bir fiile ne tür cezanın verilebileceği belirtilmiştir. Hücre cezası, ziyaret cezasının bir üst cezasıdır. Ziyaret gerektirecek haller fiiller 43 madde ve ilgili bentlerinde, hücreye koyma cezası da 44/1-2 maddeleri ve ilgili bentlerinde tanımlanmıştır. Tutsak 43. maddenin d bendinde belirtilen fiili işlemişse bu fiili bir aydan 3 aya kadar ziyaret cezası verilmektedir. 44/1 maddenin a bendinde belirtilen fiil işlenmişse 1 günden 10 güne kadar hücreye koyma cezası verilmektedir. Bir üst ceza uygulamasını burada somutlayabiliriz. Tutsak 43ç maddenin d bendinde belirtilen fiili işlemiş, ona bir ay ziyaretçi kabulünden men cezası verilmiş ve mahkemeler tarafından onaylanarak infaz edilmeye başlanmıştır. Bu süre içinde tutsak “disiplin cezası” gerektirecek herhangi bir fiil işler ve ceza alırsa ona 2. defa işlediği fiilin cezası yerine ziyaret cezasının bir üst cezası olan hücre hapsi cezası verilmektedir. Bu uygulamanın “iyileştirme” adı altında gizlenmiş koyu tecrit ve baskı politikasından başka bir şey olmadığı, ulusal mevzuatla ve uluslar arası sözleşmelerle çeliştiği de ortadadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu