DerlediklerimizGüncelKültür&Sanat

Fetih Koç |  Yanık Sazın Tellerinden Okunan Şiirler- Hasret Gültekin’in anısına

Sazın teli yanmıştı. Şiir küllerde savruluyordu. Öykü al renkleri işleyerek, kavalın sesinde narin kelebek kanadının renkli yanık ezgisindeydi.

Sazım, gitarım ve kavalım sana mavi duyguyla ezgiler söyler,

Mavinin sonu yoktur, öyküsüne gebedir ve ozanlar doğurur,

Irmaklar yoldaş olurken semaha, şiir tadında akar gider,

Kızılırmak kucaklar mavinin küllerini, ağlar ve çağlar yarına,

Yanık kokusunu içine siner mavi, kızıla çalar sonra semah,

Hasret türküsünü söyler, gül tenlerde akar Kızılırmak’a nağmeler,

Bir rüzgâra kapılır ruhum, benliğim maviliğe göçer,

Savurur küllerim kavalın sesinde, al rengine dönerim,

Sivas yangını düşer notaların yüreğine,

Hayatın ötesine ezgi olur, semah olur, döner ozanlar diyarında…

 

Gün maviydi, gün güneşin ışınlarıyla Kızılırmak serinliğinde rengârenkti. Gün nergis kokusunda çay deminin sohbetindeydi. Simgeler, imgeler ve nağmeler mavide durulanıyordu. Gün, içten içe kendi seyrinde ilerliyordu zaman denilen boşluğa…

Mavi her yerde kendini görüyor, suyun rengine akıyordu. Toprağın yoldaşı olan Veysel dertli dertli insan-ı kamil klamlar söylüyordu. İnsana umut verip yoldaş olan, gökyüzünün mavisiyle dalıyordu yüreklere. Veysel, toprağın kokusunda, ırmağın mavi akışıyla yorgun gönüllerle dertleşiyordu…

Tarihin akışında, mavi akan Kızılırmak boylarında, atlarıyla çoğu zaman geçmişlerdi o ezgi yürekli kadim insanlar. Bir gün yine kendi seyriyle meşgul olurken, kara bulutların alttan alta uğuldadığı sesler gelmişti, Veysel’in mezarına vurup geçmişti. Veysel üşümüştü, toprağı ürkmüştü.

Bulut maviliğin güzelliğini ve tılsımını kapatıyordu, bulandırıyordu Kızılırmak’ın rengini. Akbabalar ve kirli karanlık yüzler dolaşıyordu bulutların tenhalarında. “Neden geldin ezgilerin akışına ey karanlık yüzler? “Canımı alsan da ne fayda, ruhum dolaşır Anadolu’nun Diyarında.” diye homurdanıyordu Veysel’in toprağı.

Gölge olup dolaşıyordu kara bulut şiirlerin ve ezgilerin melodileri üstünde. Neden geldin?” diye seslendi rüzgâr ve mavi.  “Neden gölge olup üstümü kaplıyorsun? Neden girdin hayatıma? İhtişamım gölgelenmez varlığınla” Rüzgâr, biraz sakinleşip maviye döndü, mavi; gözlerin bakışlarında nemlenmişti.

“Mavi, kızılcık ve rüzgârın melodisiyle nağmeler ve şiirler döktü türkülere, bağlamanın notlarında eserlerin sesi aktı Anadolu’da insanlığın yüreğine. Dünyaya güzel olan renkleri sunuyoruz kitaplarımızla, dansımızla ve sesimizle. Gölgende, karanlık ruhunda köreltemez yüreğimizi” diyordu Hasret’in şelpe vuran parmakları.

Hayatın renkleri oluşturduğu gök kuşağı son bir kere bakıyordu Kızılırmak’ta akan mavi ezgilere. Ezgiler sesiz akıp gidiyordu kendi halinde. Kaval ağlıyordu içten içe. Şiir yankılanırken kendi yüreğinde, semah dönüyordu köpüklü Kızılırmak sularında.

Sessiz sessiz gölge akıyordu Kızılırmak boylarına. Altan gelen karanlık ruhlar etrafı çembere almışlardı. Yapraklar susmuştu, kapılar kapanmıştı, sokaklar gölgeli insan siluetiyle uğulduyordu. Uğultular, semah dönen meydanı sarıyordu ürpertici kirli yüzlerle. Akbabalar, yarasalar ve kurtlar sofrasındaydı ozanlar. Sarmıştı Kızılırmak’ın bağrını, çember etmişti semah. Semaha dönüyordu ezgiler, şiirler, imgeler, bağlama ve kaval. Semah insanlığa dönüyordu.

Karanlık ruh, kirli bir el ateşi tutuşturdu pis kokan nefesiyle, o nefes ki bataklığın içinde mayalanmış ruhla büyümüş, ışığa, renge, türkülere düşman olan bir nefesle üflüyordu ateşi. Ateş semahı sarmıştı. Ateş Veysel’in yüreğine düşmüştü.

Sazın teli yanmıştı. Şiir küllerde savruluyordu. Öykü al renkleri işleyerek, kavalın sesinde narin kelebek kanadının renkli yanık ezgisindeydi. Hepsi de kara bir duman olmuş, göğün maviliğinde semah dönüyorlardı.

Güneş üşüdü, ay ağladı, yıldızlar geceye küstü…

Veysel’in toprağı derin derin ağlıyordu utancından.

Kızılırmak Ozan ‘sız akıyordu…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu