Güncel

FİLM | Direnişin Ve Kazanmanın Öyküsü Olarak 14 Temmuz (14 Tirmek.) Filmi Üzerine Kısa Bir Değerlendirme!

"12 Eylül döneminin işkencecilerinden çok azı cezalandırıldı. Devrimci hareketin bu hesap sormasının elbette koşullarla ve onları bulmalarıyla doğrudan ilgili olsa da, bu konuda devrimci hareketin eksik kaldığını vurgulamak gerekir. 14 Temmuz filmi bir yeni bir başlangıç olarak önemli bir yerde duruyor. O dönemi bilmeyen, yaşamayan, her devrimci mutlaka bu filmi seyretmelidir."

12 Eylül 1980 Askeri Faşist Cuntası’nın hapishanelerde ve toplum üzerine estirdiği terör, baskı ve katliamlara dair şimdiye kadar çok az sayıda belgesel ve film çalışması yapıldı.

Olanlar da sınırlı bir çevreyle kalmış, kitlelerle buluşması istenilen seviyede olmamıştır.

Çalışmasına üç yıl önce başlanan ve bitirilen 14 Temmuz (14 Tirmek) filmi Amed hapishanesindeki vahşeti anlatan bir belgesel niteliğinde.

Filmi seyreden biri, Amed ya da başka bir cezaevinde yatmamışsa çekilen sahnelerin ”gerçekçi” olamayacağını, kendisine insanım diyen birinin tutuklulara o işkenceleri yapmasının  mümkün olamayacağını sanabilir.

Film, hiçbir abartıya yer vermeden yapılan işkence ve insanlık dışı uygulamaları olduğu gibi vermiş ve Amed hapishanesindeki yaşanmış vahşeti kitlelerle buluşturabilmiştir. Filmi, bir sinema eleştirmeni olarak değerlendirme birikimine sahip değiliz. Zaten amacımız da bu değil.

Üzerinde durmamız gereken, esas olarak 12 Eylül AFC’sinin hapishanelerde estirdiği faşist terördür. 12 Eylül AFC’si yükselen devrimci hareketi bastırmak için iş başına geldi.

Kürt hareketi de cunta tarafından bastırıldı, çok önemli kadroları, üye ve taraftarları esir alındı. Kürt hareketinin, T. Kürdistanı’nda ulusal mücadeleden ileri gelen faaliyetlerinden dolayı esir alınanlar Amed  hapishanesine konuldular.

12 Eylül AFC’si ülkede tam bir terör estirdi. Cunta iş başına geldikten sonra 650 bin kişi gözaltına alındı. Ülkenin her yeri birer işkence merkezine dönüştürüldü. Cuntacılar gözaltında 171 kişiyi işkenceyle katlettiler. 210 bin dava açıldı. Bu davalarda 230 bin kişi yargılandı. Yüzlerce insan idam cezasına çarpıldı. 50 kişi idam edildi.

Cuntacılar, polis ve sorgu yerleri dışında hapishaneleri de birer işkence yerine çevirdi. Metris, Mamak ve Amed hapishaneleri işkence merkezleri olarak yıllarca gündemden düşmedi. Cuntacılar, hapishanelere doldurduğu devrimcileri teslim almak ve böylece devrimci hareketi bitirmek istiyordu. Amed hapishanesindeki uygulamaların bir hedefi de Kürt isyanının Amed hapishanesinde ezilmesi ve bitirilmesi idi. Devrimcilere, komünistlere uygulanan işkence ve baskıya ek olarak Kürt devrimcilere karşı cunta, Kürt hareketini (PKK) bir de hapishanede bitirmek istiyordu.

Cuntacılar, Amed hapishanesine gelen her yeni tutsağa ”Burası askeri bir okuldur ve amacımız sizleri Türkleştirmektir” diyor, ilk gün gelenleri korkunç işkencelerden geçirdikten sonra koğuşlara gönderiyordu. Öyle ki, gelenler geldikleri polis işkence merkezlerini arar oluyorlardı. Cuntacılar, Amed hapishanesini Türkçe sloganlarla donatarak, ”Türkçe konuş çok konuş”, ”Ne mutlu Türk’üm diyene” gibi ırkçı sloganlarla donatıp, tutuklulara her gün Türk olduklarını söyletip, Türkçe marşlar okutarak, Kürtleri Türkleştirmek istiyordu.

Cuntacılar bu uygulamayı sadece tutuklulara uygulamıyor, tutuklu ailelerine de uygulayarak onlar üzerinden Kürt halkına karşı terör estiriyordu. Türkçe bilmeyen ziyaretçiler konuşturulmuyor, itiraz edenler ya da ziyaret sırasında Kürtçe konuşan aileler dövülüyor, tutuklanıyor, ziyaret yasaklarıyla cezalandırıyorlardı.

Cuntacılar, hareketin teslim alınması için önce PKK kadrolarından işe başladı. Öncü kadrolar teslim alındığında diğer tutukluların teslim alınmasının daha kolay olacağını biliniyordu. Mazlum Doğan başta olmak üzere, Kemal Pir , Mustafa Karasu, Hayri Durmuşların özel seçilmesi tesadüfü olmamıştır.

Film, bu gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Bir yanda direniş bir yanda ”teslimiyet”, bu gerçeğin üzerinden atlamadan yaşanmışları beyaz perdeye aktarıyor. Cuntanın özel olarak görevlendirdiği iç güvenlik  komutanı Oktay Esad Yıldıran’ın estirdiği terör ve uyguladığı işkenceler olduğu gibi işlenmiş ve hafızlara kazınmıştır.  Amed hapishanesi, dünya hapishaneler tarihinde eşine ender rastlanan bir zulüm ve işkence merkezi olarak tarihe geçmiştir.

Uygulamalar o kadar vahşi ve zalimce olmuştur ki, anlatılanlara bazen insanlar inanmamıştır. Amed hapishanesinde Genel Kurmay’ın resmi açıklamasına göre 54, Cezaevi Müze Koordinasyonu’nun yaptığı araştırmada ise, 100’ün üzerinde tutuklu işkence sonucu katledilmiştir. Yüzlerce insan yaşadığı travmalardan dolayı yıllarca düzelmemiş, yüzlerce tutuklu ise sakat kalmıştır.

Amed hapishanesinde büyük bir çöküş ve yaptırımlara uyma gerçekleşmiş olsa da, hapishane yönetimi bunu yeterli bulmamış ve hedefine koyduğu kadroları teslim almadan vahşete son vermeyeceğini her fırsatta dile getirmiş ve bu uygulama çarpıcı sahnelerle beyaz perdeye yansıtılmıştır.

Filmin en çarpıcı sahnelerinden bir de, mahkemeye gidiş de, bir tutuklunun Kemal Pir’e “ne yapacağız?” dediği sahnedir. Kemal Pir, bu yoldaşına ”kim direniyorsa, komutan odur, parti odur” dediği diyaloğudur. Bu etkileyici bir sahnedir. İşkencede ve hapishanede, birey yalnızdır.

Kişi tek başına karşılaştığı işkencede, kişisel bir karar verir. Ya direnir ya da çözülür.  Verdiği direniş kararında kendisinde simgeleşen şey ise mensup olduğu partidir. Kişi birey olarak dirense de, onda vücut bulan bir ilkeye bağlı kalmak, çevresini ve yoldaşlarını korumak, halka ve devrime bağlı kalmaktır. Aktarılan bu sahnede, teslimiyetin baş gösterdiği bir durumda, örgütlü bir direnişin gösterilemediği, tutsaklar arası haberleşmenin olmadığı, kimin ne yaptığından diğerlerinin haberinin olmadığı o şartlarda, bireyin direniş için verdiği karar oldukça önemlidir.

Teslimiyet,  itirafçılık ve davaya ihanet olsa da, bireylerin tek başına direnişi basit değildir. Evet o şartlarda bir sempatizan da olsa, direniyorsa, baş eğmiyorsa orada komutan da, parti de odur. Bu işkencede direnişin en temel ilkesidir.

Mazlum Doğan’ın 1982 Newroz’un da, üç kibritle bedenini ateşe vererek teslimiyete karşı meydan okuyarak, hücre duvarına ”Yaşamak Direnmektir” sloganını yazdığı gün, cuntacılar Amed hapishanesinde kaybetmişlerdir. Tüm baskı ve işkenceye karşın tek başına da olsa direnmeye karar vermek, sağına soluna bakmadan kim ne yapıyor demeden, düşünmeden kendi devrimci sorumluluğunu bir feda eylemiyle sonlandırmak tarihe yazılmış büyük bir direniştir.

Mazlum Doğan’ın bu direnişi kısa sürede hapishaneye yayılmış ve sınırlı da olsa direniş ateşi dörtlerin bedenin de bir kule dönüşerek, bu külden yeni bir direniş yaratılmıştır.  14 Temmuz ölüm orucu eylemi de yaratılan direnişin en son hamlesi olarak teslimiyete son vermiştir.

Filmin ilerleyen sahnelerinde seyircinin beklediği o eylemin; işkenceci Oktay Esad Yıldıran’ın otobüste cezalandırması ise izleyenlerin gönlüne su serpmektedir.  12 Eylül döneminin işkencecilerinden çok azı cezalandırıldı. Devrimci hareketin bu hesap sormasının elbette koşullarla ve onları bulmalarıyla doğrudan ilgili olsa da, bu konuda devrimci hareketin eksik kaldığını vurgulamak gerekir.

14 Temmuz filmi bir yeni bir başlangıç olarak önemli bir yerde duruyor. O dönemi bilmeyen, yaşamayan, her devrimci mutlaka bu filmi seyretmelidir. (Bir Partizan)

 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu