GüncelPusula

Göz önündeki bir hayat: Nubar Ozanyan

Dua

Kuğular bu akşam ümitsizce göçtü zehirli göllerden

Mahzun kızlar zindandaki kardeşlerini düşlüyor

Savaş bitti leylakların bittiği çayırda.

Ağıtlar yakarak ince kadınlar, başları önde

Tabutların ardından gidiyorlar yeraltı geçitlerinde.

Çabuk n’olur, donuyoruz bu vicdansız karanlıkta,

Çabuk götürün bizi o müşfik hayata,

Kardeşlerimizin uyuduğu o kilise mezarlığına.

Öksüz bir kuğu gam çekiyor ruhumda

Ve orda, kan damlıyor gözlerimde taze ölüler üstüne.

Sakatlar ordusu çiğnerken kalbimin patikalarını

Çıplak ayaklı bir kör

Bir duacı aramada kutsal umutla.

Bütün gece uludu çölün kızıl köpekleri

Kumlar üstünde anlaşılmaz, anlatılmaz bir kederle inleyerek.

Ve düşüncelerimin fırtınası yağmurla dindi;

Dalgalar zâlim buzun altında sindi

Dev meşeler çığlık çığlığa

Yaralı kuşlar gibi döktü yapraklarını.

Sonra gece, ıssız bir boşluğa gömüldü.

Ve yalnız, kanlı ayın altında

Kımıltısız, binlerce mermer heykel gibi

Toprağımızın bütün ölüleri, birbirine duaya dirildi.

Adom Yarcanyan

 

GÖZ ÖNÜNDEKİ BİR HAYAT NUBAR OZANYAN

Vagon katarlarına doldurulmuş Ermeni Aydınları Gomidas Vartabed, Krikor Zohrab, Rupen Zartaryan, Yervant Srmakeşhanlıyan, Armen Doryan, Sarkis Minasyan ve daha yüzlercesi Ankara’yı geçtikten sonra Yozgat’a doğru götürüleceklerine inanarak sevinmişlerdi.

Ünlü müzisyen Vartabed Gomidas yanındakilerine kendisine Yozgat’ta müstakil bir köy evi verilirse çok sevdiği bahçe bostan işlerini ve müzik çalışmalarını buralarda daha iyi icra edeceğini söylüyordu…

Elleri kırbaçlı Teşkilat-ı Mahsusa’nın ajanları onları Çankırı zindanlarına doldurdular…

Mihran Tabakyan, Hagop Terziyan ve daha birçok şair ve yazarı Yozgat’ta çoktan yoklar hanesine katıp katletmişlerdi…

Zindanlara doldurulanlar dayanılmaz işkencelerle ya öldürülyor ya da çıldırıyorlardı. Dışarıda olup bitenlerden haberleri yoktu…

Oysa Anadolu’nun birçok yerinde zorla göç ve kırım başlamıştı. Anadolu’nun kadim bir halkı diğer halklardan koparılıp yok ediliyordu.

Çankırı zindanında Gomidas Vartabed akıl sağlığını yitirdi. Dünyaca ünlü müzisyen Gomidas için yürütülen kampanyalar sonucu serbest bırakılıp tedavi için Paris’e getirildi. Paris’teki bir sanatoryuma yatırıldı. Hayatının son 18 yılında hiç piyano çalmadı, beste yapmadı, şarkı söylemedi ve konuşmadı. 20 Ekim 1935 tarihinde Paris’te öldü.

Nubar Ozanyan, bizim Fakir Yozgat’ta doğmuş, kendi geçmiş hikayeleriyle büyümüş bir yetimdi.

Onun evi birçok Ermeni çocukları gibi yetim yurdu olmuştu. Kendince var olmanın bir yolunu seçip spora yönelip, vücut geliştirmede Türkiye birincisi olmuştu.

Kara derililer neden şarkı söyler, futbola merak sararlardı?

Görünmenin var olmanın bir sonucu değilmiydi?

Fakir’de belki de bu nedenlerden bu yolu seçenlerdendi.

Gel gör ki kaçacak yerleri yoktu.

Ermeni yurtlarındaki Ermeni yetimlerinin yakalarını kırımın travmaları bırakmıyordu.

İpi ilk Armenak Bakırcıyan göyüsledi… Arkasından Hrant Dink geldi…

İbrahim Kaypakkaya’yı okumuşlardı.

Genç yaşlarında Diyarbakır zindanlarında öldürülen İbrahim Kaypakkaya tarihin dehlizlerinde gezinerek bütün kırım ve soykırımların üzerine cesaretle yürümüş ve bundan olacak ki eski-yeni Teşkilat-ı Mahsusacılar tehlikeyi savmak için onu hemen ortadan kaldırmayı düşünmüşlerdi.

Armenak Bakıcıyan, Hrant Dink ve birçok Ermeni devrimciyle birlikte Nubar Ozanyan’da Kaypakkaya geleneğinin etrafında kenetlendiler.

12 Eylül’ün kanlı zulüm günlerinde Nubar Ozanyan Fransa’da Paris’in Fakir’i olmuştu.

Paris’in yitik, yetim, mülteci zamanlarında birlikteydik.

Yokluğun, yoksullukla bezendiği bu günlerde mülteci akınına uğrayan Paris’te güzel dayanışma örnekleri de yaşanıyordu.

Fikir münakaşaları, gündelik tartışmalar gırla gitse de insanları yokluk, yoksulluk ve ülkedeki zulüme karşı yapacakları eylemler yan yana getiriyordu.

Sipa ajansında çalışan Deniz Gezmiş’in arkadaşlarından THKO’lu Nejdet Nakipoğlu hemen her hafta sonu herkesi Tabac Cafe’ye toplar, yedirir, içirir kaliteli sohbetler kurardı.

TİKB’li Ahmet, Cafer, Dev-Yol’cu Murat, çocuk yaşlarında Ankara merkez cezaevine düşüp Yılmaz Güney’in Soba Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz romanına konu olan direnişin kahramanı Hozatlı Ahmet, Gardiyan Cafer, Zeliha, Yasemin, Kirkor, Mazlum, Semih, Erdal ve tabi ki hep bir köşeye ilişip, hep gülerek oturan Fakir bu buluşmaların ana unsurlarıydılar..

Bir defasında Nejdet abi Opera Cafe’ye davet etti. Gittik ki bu defa yanında Bülent Ecevit vardı..

Kürt sorununu tartışıyorlardı…

Garip bir durumdu…

Nejdet abi gülerek biz aileden dostuz demişti…

Hüzünlü, garip ama neşeli günlerdi.

1984 yılında olacak Centre Georges Pompidou’nun yan tarafındaki kilisenin önünde 150 kişinin başlattığı bir açlık grevi örgütlenmişti.

Açık havadaki bu açlık grevinin korumaları Fakir ve Mazlum’dan başka kim olacaktı.

Açlık grevi sonrası AGECA binasında yapılan, dünya basınının izlediği Yılmaz Güney’inde katıldığı basın toplantısının korumaları yine Fakir’le Mazlum’du…

L’Échangeur’deki dernek lokali büyük kalabalıkların uğrak yeriydi.

Çoğalan mültecilerle birlikte mülteci çocuklar da çoğalıyordu.

Katledilen devrimcilerin adlarını alan çocuklar daha çok Fakir amcalarıyla arkadaşlık ediyorlardı.

Fakir merdivenlerden inerken yanında Cemil, Cihan, Gökçe, Temmuz, Tufan, kucağında da mutlaka Hasan Hakkı olurdu.

Paris’in allı güllü parklarında hep birlikte güne anlam katarlardı.

Yitik ve yetim günlerdi.

Fakir bir bakardın kolları çermer bir lokantada masaları temizler, bulaşıkları toplar, orada çalışan bir eleman gibi davranır, daha sonra lokanta sahibinin ısrarlarıyla birkaç arkadaşıyla birlikte oturur yemek yerlerdi.

Bir bakardın önüne kamyon dayanmış bir manavın sebze ve meyvelerinin boşaltılmasına yardım eder bir kasa mandalinle birlikte dernek lokaline girerdi.

Bir defasında elektrikçi arayan bir inşaat firmasına birkaç kişi bizi toplayıp götürdü. Çok kısa sürede foyamız açığa çıkmıştı. Kabloları tutmasını dahi bilmiyorduk…

Kızarak gelen patronla gülerek Ermenice konuşmaya başladı. Patron hüzünle bizlere bakarak bizi değişik işlere yönlendirdi.

Yitik ve yetim günlerdi.

Fakir kulağıma eğilip ‘gel seni bir düğüne götüreyim’ dedi. Alfortville’de olacak güzel süslenmiş bir salona girdik. Bir Terekeme düğününe gitmiş gibi olmuştum.

Müzik aynıydı. Kişmişli pilav ve bozartma et gelince şaşırarak bu Terekeme yemeği dedim… Yan masada oturan orta yaşlı birisi Türkçe ‘ne diyorsun, nerelisin’ dedi. Dedemler Gürcistan göçmeni Terekemeler dediğimde ‘Kafkasların yemekleri müzikleri birbirine çok benzer’ dediğinde sessizleşmiştim…

Gökyüzünün taştan olduğu mülteci günlerdi.

Belçika, Fransa, Avrupa’nın değişik yerlerindeki Ermeni arkadaşlarımız zaman zaman Paris’te toplanıp kendi aralarında sohbetler ediyorlardı.

Çoğu yaşadıkları yerlerde ciddi entelektüel insanlardı…

Onların kendi aralarındaki ağız dolusu gülerek ettikleri sohbetler bizlere şiir gibi, müzik gibi gelirdi.

Fakir sportmenliğinin kendine kattığı meşhurluğundan olacak derneğe durmadan yeni Ermeni gençlerini getiriyordu.

TKP/ML üçe bölünmüştü.

Fakir’e artık senin gençler ortalıkta görünmüyor dediğimde omuzlarını silkerek ‘Ortalık ne hale geldi görmüyor musun’ dedi, hep gülen yüzüne hüzün çökmüştü.

O yine bir yolunu bulup muzipliğini elden bırakmıyordu.

Sokağa bakan pencerenin pervazına dayanarak en çok tiye aldığı Gavur Ali’yle ağız dolusu gülerek sohbet ediyordu.

“Gavur bak kartallar bazen aşağıdan uçarlar ama tavuklar hiç uçamazlar”

Gavur Ali ‘Ne diyorsun yani ben tavuk muyum’ dediğinde Fakir kahkaha atıp ellerini dizlerine vurarak “bugün sen, yarın ben ne fark eder” derken halimizi özetlemiş oluyordu.

Bu dağınık perişan günlerde Fakir hemen herkesle dostluğunu korudu.

Mazlum’u saymazsak daha çok Erdal ve Feridun Berkin’le daha yakın samimiydi.

1987’de Republique’ye yakın bir işgal evinde soğuk bir kış günü Mazlum’a Fakir’i sordum… Mazlum büyük ihtimal Ermenistan’da olacağını söylemişti.

Dağılıp, yitip gitmiştik.

Geçen gece fotoğrafını gördüm… Fotoğrafının alt tarafına komutan Nubar Ozanyan şehit düştü yazıyordu.

Rojava’da vurulmuştu.

61 yaşına ne çok şey sığdırmıştı..

Soykırım çocuğuydu.

Yetimdi.

Yetim yurtlarında kalıp büyük bir sporcu olmuştu.

Yetmemiş kırımın ayak izlerini sürüp devrimci olmuştu.

Paramazları örnek alıp ezilenlerin, mağlupların, yenilmişlerin yanlarına koşmuştu.

Yönünü Hayastan’a döndü. Okudu kendini daha da yeniledi.

İşgal ve kırımın ateşi bu kez Şengal’den, Kobane’den yükseliyordu…

Oralara koştu.

Ezidilerin mazlum Kürtlerin yanındaydı. Dünyanın en gözü dönmüş en hunhar zalimlerine İŞİD’e karşı savaşırken canını Kürdistan topraklarına bağışladı..

‘Ölüm güçlü değildi. Güçlü ve güzel insanları öldürünce hissettirebiliyordu gücünü.’

Fakir’in ölümü de hepimizi derinden sarstı.

Nubar Ozanyan bizim “Fakir” mallar, mülkler dünyasından uzak yaşadı.

İçinde oturacağı bir evi olmadı. O dünyanın yakılıp yıkılan yerlerini kendine ev yaptı.

Günlerce aç biilaç dolaşıp hiç dert etmedi.

Anlamlı yaşamı zamanla daha derinlerden hissedilecek, resimlere, şiirlere, romanlara konu olacaktır…

Güle güle güzel gülüşlü Nubar Ozanyan.

Paris’teki çocukların Cemil, Cihan, Gökçe, Temmuz ve Hasan Hakkı’nın çilekeş amcaları Fakir güle güle…

Dünyanın senden isteyeceği hiçbir şey yoktur… Oysa sen dünyadan çok alacaklı gittin…

Güle güle…

Cihan Erdoğan

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu