GüncelMakaleler

SENTEZ | İsrail Devleti’nin Yeni Dönemi: Daha fazla işgal, daha fazla saldırganlık

"Yeni dönemde Arap devletleriyle politik, ekonomik ve askeri ilişkilerini geliştirecek olan İsrail, İran karşıtlığı üzerinden, özellikle KİT devletleriyle daha yoğun askeri ilişki geliştirme hedefiyle hareket edecektir."

24 Temmuz’da İsrail Parlamentosu Knesset, ülkenin Yüksek Adalet Mahkemesi’nin, kabine kararları veya atamalarda hükümetin gücünü herhangi bir şekilde kontrol etmesini yasaklayan bir tasarıyı kabul etti. Bu tasarı, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Ocak ayındaki ilk açıklamasından bu yana sokakları dolduran halkın tepkisine ve protestolarına meydan okunurcasına kabul edilirken, zaten işgal ettiği Filistin topraklarında Filistin halkına karşı yürüttüğü savaşın yanında, yakın gelecekte kendi halkına karşı da otokrasiye doğru atılmış büyük bir adımdı. Ki bu tasarı üzerinden parlamento içi çekişme de, tasarıya karşı çıkan aşırı Siyonist faşistlerle, en aşırı Siyonist faşistler arasında yaşanmıştır. Yine de bu yasanın, İsrail’in Filistin topraklarında özellikle bu yıl artan sayıda inşa edilen Yahudi yerleşim alanlarını genişletme ve toprakları ilhak etme amacının önünde durabilecek hukuki müdahalelerin de önüne geçme amacı taşıdığını söylemek gerekir.

İsrail mahkemelerinin Filistinliler lehine karar alması hemen hemen imkansız görünse de, uluslararası hukuka bağımlılık nedeniyle kimi zaman bu tür kararların altına imza atabilmekte. Bunun en önemli örneklerinden biri 2020 yılında yaşandı. İsrail’in Filistin topraklarını istediği gibi kamulaştırmaya izin veren ve daha önce inşa edilmiş yasadışı Yahudi yerleşimleri yasalaştırmak için de kullanılan 2017 tarihinde Parlamentoda kabul edilen yasa, Cenevre Sözleşmesi’nin 27. Maddesine atıfta bulunularak Yüksek Mahkeme tarafından iptal edildi. Yüksek Mahkeme, İsrail egemenliğinin işgal altındaki Batı Şeria Filistin halkı için geçerli olmadığını ve askeri işgallere ilişkin uluslararası hukuk bağlamında ele alınması gerektiğini açıkça belirtmiştir. Cenevre Sözleşmesi’nin bu maddesi işgal altındaki topraklarda yaşayan insanların onurlarına ve aile haklarına saygı gösterilmesini garanti ediyor. Nitekim Yüksek Mahkeme’nin verdiği bu karar, 24 Temmuz 2023 tarihinde Parlamentoda kabul edilen yasanın da motivasyon kaynaklarından en önemlisi olarak tarihe geçmiş oldu.

İsrail’in “yeni dönemi”ne ilişkin daha geniş bir çerçeveden de bakalım.

ABD emperyalizminin 52. Eyaleti, Ortadoğu şubesi; İsrail

1948 yılında kurulan İsrail Devleti, Arap ve Müslümanların çoğunlukta olduğu Ortadoğu’da, dönemin hegemon güçlerinin Arap devletlerine karşı dengeleyici bir güç oluşturma çabası ve Avrupa’da gelişen Siyonist Yahudiliğin, bir Yahudi devletinin kurulmasını Yahudilerin kurtuluşu için zorunlu olduğuna dair inancı geniş bir kesimde hakim kılabilmesi sonucu ortaya çıkmıştır.

1948-1967 yılları arasında dört kez Arap devletleriyle savaşan ve hepsini kazanan İsrail Devleti, adeta ABD’nin 52. Eyaleti olmuştur. 2. Paylaşım Savaşı sonrasında Ortadoğu’nun büyük bir kısmında hakimiyet kuran ABD, bu hakimiyetini İsrail Devleti aracılığıyla pekiştirip genişletmiştir. Arap devletlerinin çoğunu (Körfez devletleri, Ürdün ile Mısır’ı) hegemonyası altında tutan ABD, Arap devletleri ile İsrail arasındaki gerilimi ve çatışmaları körükleyerek, bu çatışmalı/gerilimli ortamı canlı tutarak yarattığı güvenlik kaygısı dolayımıyla günümüze kadar Ortadoğu’nun en büyük silah ithalatçısı olmuş ve böylece bölge devletlerini bağımlı kılması kolaylaşmıştır.

İsrail Devleti, iki kutuplu dünyanın soğuk savaşında biçimlenen kurumsallaşmasını ve politika yapma tarzını 1990’larla birlikte değiştirmeye başlamıştı. Süreklileşen gerilim ve çatışmaların yarattığı olumsuzlukların azaltılması ve devletin geleceğinin garanti altına alınması açısından hem Filistinlilerin hem Arap devletlerinin gerilimlerini azaltma hamlesi olarak 1990-2000 yılları arasında başlayan Oslo sürecinde, Filistinlilere bağımsızlık kozuyla I. İntifadanın bastırılması sağlanmış ve Ortadoğu’daki gerilim azaltılarak ABD’nin Ortadoğu’daki yeni düzenlemeleri için daha uygun bir hareket alanı yaratılmıştı.

Bu süreçte İsrail Devleti bir taraftan Filistin direnişini zayıflatma girişimine ara vermeksizin sürdürürken; diğer taraftan Arap devletlerince tanınmak için pekçok hamle gerçekleştirmiştir. Bunun meyvelerini 2020 yılından itibaren toplayan İsrail, yeni nesil Arap yöneticilerinin soğuk savaşın çift kutupluluğu yerine çok kutupluluğun çoklu dengelerini esas alarak politika üretmelerinin de etkisiyle, Arap devletlerinin çoğunluğu tarafından resmen tanındı. 2021 Şubat’ında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)’ni ilk kez bir İsrail Cumhurbaşkanı ziyaret etti. Bu dönüm noktası, İsrail’in Ortadoğu’da kalıcı olduğunun bir göstergesi olmasının yanısıra bölgesel güç dengelerinin İran, Suriye, Yemen devletleri ile bu devletlerin yaslandığı Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) açısından özel bir anlama sahipti.

Kurulduğundan beri İsrail’le gerilimli olan, ancak ABD’nin dolayımıyla onu zımmi olarak tanıyan Körfez İşbirliği Teşkilatı (KİT) devletleri, 1979 sonrasında İran Devleti’nin bölgesel güç olarak ABD’den kopması ve sonrasında Rusya Federasyonu’na yaslanması sonucu, İran karşıtı bir dış politikayı esas almışlardı. Bu durum İran’ı baş düşman gören İsrail ile KİT devletlerinin, zımnen ve ABD dolayımıyla ortak hareket etmesini sağlamıştı. 2004 yılında ilan edilen Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’yle bu rotada daha fazla ilerleyen ABD, 2008 ekonomik krizi sonrası hem ekonomik hem askeri olarak birçok nüfuz bölgesini ŞİÖ’ye (özellikle RF ile Çin Devleti’ne) kaptırdığı için Ortadoğu’ya daha fazla yöneldi. Bu yönelimin bir ürünü olarak Arap devletleriyle İsrail Devleti arasındaki gerilimi azaltan ABD, İsrail’in KİT devletlerince tanınmasını sağlayarak Ortadoğu’daki bloğunu güçlendirmiş oldu.

ABD’nin Ortadoğu’da güçlenmesi İsrail’in de bu bölgedeki gücünü artırması anlamına geldiğinden dolayı, yeni dönemde Arap devletleriyle politik, ekonomik ve askeri ilişkilerini geliştirecek olan İsrail, İran karşıtlığı üzerinden, özellikle KİT devletleriyle daha yoğun askeri ilişki geliştirme hedefiyle hareket edecektir. Zaten 2004 yılında BOP bünyesinde oluşturulan İstanbul Girişimi aracılığıyla Körfez devletlerinin NATO’ya askeri entegrasyonu hedeflenmiş ve bu görev için TC’ye önemli görevler verilmiştir. Bu entegrasyon, bu aşamadan sonra İsrail ile KİT devletlerinin eşgüdümlü olarak NATO’ya entegrasyonu ekseninde gerçekleştirilecektir.

NATO’nun zayıfladığı tartışmalarının Rus emperyalizminin Ukrayna’yı işgaliyle beraber askıya alınması ve NATO’nun yeniden aktifleştirilmesi dolayısıyla İsrail ile Arap Devletleri arasındaki gerilimin minimize edilmesi sonucu, bu devletlerin NATO’ya entegrasyonu daha üst bir aşamaya taşınabilir.

İsrail, agresif bir dış politika tarzıyla birlikte ABD, AB devletleri ve hatta RF’nun dolaylı desteğini alması sonucu kendisini Arap devletlerine kabul ettirmiş ve Ortadoğu’da kalıcı olduğunu göstermiştir. Bir zamanlar Filistin sorununu çözme girişiminde bulunan hemen her örgüt (İslami, Ulusalcı, Sosyalist vs.) ve her devlet (özellikle Mısır, Suriye, Irak) İsrail Devleti’nin Filistin topraklarından sökülüp atılmasını merkezi ve kutsal bir görev sayarken, bugün gelinen noktada İsrail’in yok edilmesini savunan neredeyse hiçbir örgüt ve devlet kalmamıştır.

Bu açıdan Filistin sorununun da yeni bir evreye girdiği söylenebilir. İsrail’in bölgesel güç dengelerinde elini güçlendirmesi, Filistinlilerin elinin zayıf olması anlamına geleceğinden dolayı, zaten işgal ettiği tarihi Filistin’in % 78’lik kısmıyla yetinmeyip, Batı Şeria ve Gazze’deki kalan % 22’lik kesimde de işgali yaymaya çalışacaktır.

Batı Şeria’da Yahudi yerleşim yerlerini pervasızca ve BM’nin uyarılarına kulak asmadan genişletme çabası bu çerçevede değerlendirilebilir. İki devletli çözüm ihtimalini de zayıflatan son güç dengeleriyle birlikte düşünüldüğünde Filistinlilerin varlığını sürdürebileceği küçük bir toprak parçasında bile özerkliklerinin tanınmaması dolayımıyla Filistin direnişinin tamamen pasifize edilmesi hedeflenebilir. Dolayısıyla Filistin sorununun bölge/Arap devletlerine yaslanarak çözülmeye çalışılmasının yarattığı bu sonuç Hamas ve FKÖ’nün (özellikle El Fetih’in) devletçi politikalarının iflası olarak da okunabilir. Bölge devletlerine Arap ve Müslüman kimliklerine dayalı geliştirdikleri güven, bu iki örgütün, devletin temellerini ve varoluş dinamiklerini görmeyi engelleyerek, devletçi bir çizgide erimelerine dayalı olarak, toplumun inşasını ve yeniden üretimini esas alan bir hatta, “Nehirden Denize, Filistin Özgür Olacak” sloganıyla dünya halklarının da desteğiyle yeniden güçlenebilecektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu