GüncelManşet

Gündem | Gözünüz arkada kalmasın… Feş Nestannev! Başaracağız!

“Al biraz yüreğimizden, biraz da yüreğimizdeki sen kokulu renkli bahar çiçeklerinin kokusunu çek içine. Her şafak vakti dağın ardından nice yiğitlerin selamları var sana… Gözün arkada kalmasın… Başaracağız.”

Umut vaat eden, baharın doğayı canlandırması gibi direnişin halkı, tüm ezilenleri canlandıracağının sözünü veren bu cümleler; 14 Nisan 1992’de, dönemin devlet politikası olarak hayat bulan Hizb-ul Kontra terörü ile katledilen tarafından öldürülen Hanifi Kutli’nin Amed-Silvan’da bulunan mezarına kazınmış bir anıt niteliğindedir. Ancak bu anıt, bu umut tehdit altında şimdilerde… Çünkü AKP’de faşizme ihtisas yaptıran TC devletinin direnenlerin ölüsüne dahi duyduğu nefret, Nazi faşizmine karşı direnen Alman düşünür Walter Benjamin’in “düşman kazanırsa, ölüler bile payını alacaktır bundan” sözüne yeniden hayat buldurmaktadır.

Her ne kadar direnenlerin, halkı ve ezilen ulusu için düşenlerin mezarları ile uğraşması, egemenlerin kendi tarihini yaratıp, ölümsüzleşenleri tarihin uçurumuna yuvarlama kaygısı olarak yorumlansa da, Kutli’nin mezar taşının “terör örgütü propagandası yaptığı” gerekçesiyle hedef haline getirilmesini, bu kadarcıkla yorumlamamak gerekir. Aksi halde Silvan Kaymakamı ve aynı zamanda Kürt ulusal özgürlük hareketinin halkla birlikte kazandığı belediyeyi gasp ederek kayyum olan Adem Çelik imzasıyla 26 Aralık 2017 tarihli bir yazı aracılığıyla tebliğ edilen belgedeki korkuyu açıklamak mümkün olmaz. Ne diyor gaspçı kayyum “(…) Hanifi KUTLİ’nin mezar taşının üzerinde terör örgütünün propagandasının yapıldığı yazı, söz ve ibarenin yazılmış olduğu, bunun terör örgütü propagandası niteliğinde görüldüğünden bahisle suç unsuru olan bu yazı/resim/ibarenin kaldırılması istenilmiştir. Söz konusu mezar taşının 15 gün içinde, terör örgütü propagandası içermeyecek şekilde sade bir mezar taşı ile değiştirilerek (…)”

Neyin korkusudur bu? Nedir bu mezar taşında “propaganda” yaparak “suça gerekçe oluşturan”? “Her şafak vakti dağın ardından nice yiğitlerin selamı…”, “gözün arkada kalmaması…”, ille de “başarma arzusu”dur korkuya gerekçe olan! Asit kuyularına attıkları, sokak ortasında katlettikleri, mezarsız bıraktıkları, domuz bağı ile beton altına gömdükleri bu insanlar, nasıl olur da baharı selamlar, her mezar taşına bakanın, dokunanın ellerinde, mücadelesinde? Bu kadar faşist, ırkçı ve kudurgan politikalara, Alicengiz oyunlarına, katliam ve gözaltı/tutuklamalarla yapılmak istenen siyasi katliamlara rağmen nereden alır kaynağını bu bitmez tükenmez umut? Anlamadıkları, tahammül edemedikleri ve “terör/terörist” ilan ettikleri tam da bu UMUT’tur! Ama asıl anlamadıkları ezilenlerin ve direnenlerin mecburi istikameti; bombalarla parçalanmak istenen ellerinden, bodrumlarda yakılarak eriyen gözlerinden, bedenlerinden canlı ne varsa alınsa da geride bırakacakları tek mirastır bu umut!

 

Yoksa nasıl Kürt olunur  bu memlekette!?

güdnem fotoÇünkü bu ülkede Kürt olmak, Wan’da kendisi doğal ama sonuçları ve yıkıcılığı ile bir devlet politikasına dönüşen ilk depremde ölmediyseniz, “bir şey olmaz, evinize girin” diyen bakanların emrine uyduğunuzda ikinci depremin sarsıntısı ile beton yığınları arasında can vermek demektir. Oradan da sağ kurtulduysanız, geçim derdine düştüğünüz İstanbul’da; mesela Esenyurt’ta, bir AVM inşaatında kaldığınız naylon çadırda 11 işçi arkadaşınızla yanarak can vermeniz demektir. Bu ülkede Kürt olmak; yoksul olmak, güvencesiz olmak, gurbette çalışmak; naylon çadırda, inşaat arasında yaşamak demektir. (1)

Ya da yine Wan’da, yoksul ama gururlu Gürpınar’a bağlı Çeli mezrasının Muharrem bebeği olup, hastalandığında çağrılmasına rağmen gelmeyen devlet yetkililerinin Türk hassasiyetleri ile dolu sorumsuzluğunun bedelini ölerek, ölmek de yetmez cansız küçük bedeninin babasının sırtında bir çuvalda kilometrelerce yürüyerek ödemek demektir… (2) (İHD raporuna göre direkt devlet tarafından sadece son iki yıl içerisinde açılan ateş, patlayıcılar ya da şarapnel bomba parçaları sonucu Türkiye Kürdistanı’nda 75 çocuk katledildi.)

Bu ülkede Kürt olmak demek “Ben ve arkadaşlarım, bu metni anayasanın baskısı altında okuyoruz” demek zorunda bırakılmak, buna “Min ew sonde ji bo gelê Kurd û gelê Tirk xwand” (“Bu yemini Kürt ve Türk halkı için okudum”) cümlesini eklediği için senelerce hapis yatmak ve buna karşın gene de ezen ulusun intikamcılığından kurtulamayarak 24 yıl sonra girdiği meclisten bir kez daha atılmak demektir. (3)

Ölmekle hayatta kalmak arasındaki sınırın her yaş ve olguda ince olduğu bir coğrafyada, hele de coğrafyası ilhak edilen bir coğrafyada yasaklanmış bir kimlikle yaşıyorsanız, o umut, kaçınılmaz bir kalkandır… Hem ölüye hem diriye…

“Bir gece ansızın gelebilirler”, ancak…

Kürt ulusuna ve özgürlük mücadelesine dönük düşmanlığı genlerine işlemiş olan TC devletinin bu ırkçılığı, Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın diline de pelesenk olmuş durumda. Her fırsatta “tek milliyet-dil-din-vatan” retoriğine sarılan Erdoğan, “K.çı kirli bazıları sınırda bize tehdit sallıyor” şeklinde cümleler sarf ederek Kürt halkına dönük en hafif deyimle “dağ Türk’ü” ibaresinde yer alan aşağılamayı derinleştirerek ırkçılığa nadir örnekler sergiliyor. Keza Kürtlere dönük bu tür hakaretler sık sık AKP’ye yakın Misvak isimli ve mizah yaptığını iddia eden lağım çukurunda dillendirilmekte ve buram buram ezen ulus kibri kokmaktadır!

Erdoğan’ın hakaretleri sarf ettiği Ciner Grubu’nun Kazan Soda Elektrik Üretim AŞ tesislerinin açılışındaki konuşmasında hedef Êfrin’di. ABD’nin birkaç ay önce hazırlıklarına başladığı ve YPG’nin içinde yer alma ihtimalinin yüksek olduğu Sınır Güvenliği Gücü ordusunu bahane eden Erdoğan, fırsat bu fırsat diyerek Êfrin’e saldırmaya ve orduya “saldır” emri vermeye başladı. Tesis açılışında savaş salvoları dillendiren Erdoğan, “Türkiye’yi kendi kabuğuna çekmek istiyor. Topunuz gelin, ne olursanız olun tepenize ineceğiz, bunun başka çaresi yok. Obüslerle vuruyoruz, vurmaya da devam edeceğiz. Kendi kararımızı verdik, şu anda da operasyonlar devam ediyor” dedi demesine ancak Kobanê’nin savaş ve direniş dumanı henüz tüterken bir Êfrin’e yüreği yeter mi TC devletinin, bilinmez!

Bilinen, TC devleti ekonomik ve siyasi (ve de geri dönüşümsüz) krizine geçici çözümler aradığı, Suriye’de alanını genişletme çabasında olan emperyalist-kapitalist devletlerden kendisine kalabilecek kırıntılara, “hırsız/arsız komşu” edasıyla göz diktiği ve iflah olmaz Kürt düşmanlığı ile Kürt ulusunun dört parçadaki mücadelesine karşı cellat kesildiğidir. Ancak aynı zamanda, bilinen, “bir gece ansızın gelebilecekleri” Êfrin’den kolay kolay çıkamayacakları…

Bu bilinenler denklemine, olası bir Êfrin işgalinde ülkedeki devrimci ve yurtsever öznelerin güç ve güçsüzlüğü gibi olguları eklediğimizde sürecin hem Kobanê sürecine benzer yakıcı özellikler taşıyacağı hem de Kobanê’den farklı olarak işgal gücünün dolaylı-taşeron bir çete örgütü değil, direkt TC devleti olacağı gerçekliğinin hazırlık yapılması anlamına geldiği ve deneyimlerden öğrenmek gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Emperyalist dengeler değişiyor

Emperyalizmin kan bataklığına çevirdiği ve kendisinin de içerisinden çıkamadığı Suriye’de dengelerin değişkenliği, egemenleri sık sık politika ve proje değişikliğine itiyor. Örneğin 6 Ocak’ta Rusya’nın Suriye’nin kuzey batısındaki Hmeymim Hava Üssü ile Tartus Deniz Üssü’ne 13 İnsansız Hava Aracı (İHA) saldırısı gerçekleşmiş, bunlardan düşürülen 3’ünün incelenmesi sonucunda İHA’ların İdlip’te Türkiye’nin gözlem üssü kurduğu Muazzara kasabasından yollandığı iddia edilmişti.

Bunun üzerine Rusya Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a mektuplar göndererek, “Türkiye’nin, kontrolündeki silahlı grupların çatışmasızlık rejimine uymasını sağlamak konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiği” uyarısını yaptı. Ancak kısa bir süre sonra Rusya Devlet Başkanı Putin, yeni ve kısa bir açıklama yaparak saldırıyla TC devletinin bir ilgisi olmadığını, bu saldırının kim tarafından ve hatta kime ne kadar ödeme yapılarak yaptırıldığını bildiklerini açıkladı. Putin’in bu açıklamasında kuşkusuz hedef ABD idi.

Keza ABD de böyle düşünmüş olacak ki 24 saat içinde bir açıklama yaparak olayla bir ilgisinin olmadığını duyurdu. Yalnız bu açıklama olağan şekliyle bir Pentagon sözcüsü tarafından değil, ABD Genelkurmay Başkanlığı sözcüsü tarafından yapıldı.

Emperyalist Rusya’nın bu açıklamalarından heyecanlanan ve ağzının suyu akarak ilk iş olarak Êfrin’e saldırı hazırlığı yapan TC devletinin Erdoğan tarafından yapılan bu çıkışlarına rağmen Rusya’nın YPG’yi karşısına almak ve kendisinin bölgedeki emperyalist hedeflerle olan varlığının meşruiyet krizini büyütmek gibi bir derdi olmadığından hevesinin kursağında kalma ve Rusya-İran-Suriye rejiminden destek görme ihtimalinin düşük olduğu görülüyor. Keza Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Êfrin’e dair “Tek taraflı kışkırtıcı askeri adımlar Afrin’deki durumun çözümüne kesinlikle yardımcı olmayacak. Kürtler kesinlikle Suriye ulusunun bir parçasıdır ve onların çıkarlarını dikkate almak durumundayız” sözleri ile tutumlarını açıkladı. Ancak elbette emperyalist-kapitalist devletlerin sözlü açıklamaları yeterli ve ikna edici değildir, elbette kapı arkasında dönmektedir tüm işgal ve sömürü projeleri…

Feş Nesttannev! (4)

FTOEmperyalistleri bu denli sık denge değiştirmeye, ittifaklarını yeniden oluşturmaya iten içinde bulundukları ve geri dönüşümü olmayan krizleridir. Korkut Boratav’ın “Sonuç, ciddi bir meşruiyet bunalımıdır. Kapitalizm tarihi boyunca sert, ağır ekonomik krizlerden geçmiştir, ama bu derecede vahim bir meşruiyet bunalımı ile ilk kez karşılaşmıştır” (5 Ocak, SoL Haber) belirlemesi ile Fikret Başkaya’nın Gazete Duvar muhabiri Özlem Akarsu Çelik’e verdiği röportajda sarf ettiği “Kapitalizm yaptığından daha çok yıkarak yol alıyor ama buna da yol almak denemez. Duvara dayandı. ‘Paradigma iflas etti’ deyince sanılıyor ki yarın saat 14.00’te ölümü açıklanacak. Bir sosyal sistem söz konusu olduğunda çöküş, bir eğilim, bir süreç şeklinde tezahür eder. Anlık bir durum değildir. Roma İmparatorluğu’nun çöküş süreci, söylemek istediğime iyi bir örnektir. Son tahlilde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Çöküş kaçınılmaz! Eğer çöküş kaçınılmaz ise karşımızda sadece iki seçenek var demektir: 1) Çöküşün altında kalmak 2) Radikal bir devrimle çöküşü lehe döndürmek. Ve bu ikisi arasında bir üçüncü yol, bir üçüncü seçenek yok!” cümleleri bu durumun özeti gibidir!

Kuşkusuz emperyalizme göbekten bağlı olan TC devleti de bu meşruiyet krizini kendi çapında yaşamakta, bu krizin faturasını ise faşist uygulamalarla, taşeron ve tüm güvencesiz çalışma biçimleri ile emekçi halkımıza ödetmeye çalışmaktadır. “Taşerona kadro” süslemesiyle gündeme getirilen ve KHK ile yürürlüğe konulan düzenleme çok açıktır ki taşerona yeni bir kılıf olacaktır. AKP, iktidar olduğundan bu yana efendilerinin neo-liberal politikalarını ülkede “başarılı” bir şekilde uygulamış, taşeron sistemi adeta bir ahtapot edasıyla isçi ve emekçileri sarıp sarmalamıştır. Güvencesiz ve geleceksiz bir çalışma sistemi olan taşeron, yaygınlaşarak sömürüyü katmerleştirmiş, ancak işçi ve emekçiler de bu sisteme karşı gedikler açmayı başarmıştır.

24 Aralık 2017 tarihli ve 696 Sayılı KHK ile getirilen taşeron düzenlemesi, tam olarak açılan bu gedikleri kapatma; taşeron ve asıl işverene (patronlar, belediyeler, bakanlıklar, kamu kuruluşları vs.) açılan yüzlerce davayı sonlandırma, işçilerin kazanımlarını ellerinden almayı hedeflemektedir.

Diğer yandan TÜİK tarafından yüzde 10.3 (3 milyon 724 bin) olarak açıklanan Ekim 2017 işsizlik oranının daha gerçeğe yakını DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından açıklandı. Gerçek oranın yüzde 17.1 (5 milyon 834 bin) olduğunu açıklayan DİSK-Ar, genç ve kadın işsizlik oranının yüksekliğini koruduğunu da belirtti.

Yoksulluğun, güvencesizliğin, geleceksizliğin ve işsizliğin oranlara sığmadığı geçtiğimiz hafta yaşanan iki gelişmeden de gün gibi açıktır. Ankara’da TBMM binasının önünde Sıtkı Aydın isimli bir işçi, geçinemediğini söyleyerek kendisini ateşe verdi. AKP’li olduğunu söyleyen işçi, provokatör ilan edilmiş ve fiili olarak gözaltına alınmış, onunla görüşmek isteyenler Valilik yasağı ile karşılaşmışlardır. Sıtkı Aydın kurtulmuştu, ancak aynı gün 25 yaşında Afganistanlı Muhammed İslam, 20 yaşında ve yine Afganistanlı Tosif ile Pakistan’dan gelen 19 yaşında Asad isimli kağıt toplayıcıları Beylikdüzü Yakuplu’da kaldıkları konteynerde çıkan yangında can verdiler.

Ancak bu ateşin, yangına neden olanları er geç yakacağı bilinmelidir. “Kadro” yani güvenceli bir iş ve gelecek talebine sımsıkı bağlı milyonlarca işçi ve emekçi, kendilerine bu güdük haliyle bile kadronun neden verilmediğini anlamış değil ve bu soruya iş bırakarak yanıt arıyorlar. İstanbul-Topkapı’da yıkılarak yüzlerce işçiyi işsiz bırakan Nakliyeciler Sitesi, ambar işçilerinin günler süren direnişi sonucunda Hadımköy’de bir-iki ay içinde kurulacak.

Diğer yandan Türkiye’nin en büyük toplu iş sözleşmesi olan metal grup toplu pazarlığı sürerken Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS)’in işçilerle alay eder gibi sendikaların yüzde 30 ile 40 arasındaki zam teklifine yüzde 6 civarında bir zam teklifinde bulunmasına karşılık grev kapıda. Yaklaşık 140 bin metal işçisini kapsayan bu görüşmelerde patron sendikaları daha önce 13, OHAL sürecinde 5 grev erteleyen AKP hükümetinin bu patron sevici, işçi düşmanı pratiklerine ve OHAL’e güvense de metal işçilerinin son yıllarda grev yasaklarına verdikleri fiili cevapların büyümesi engellenebilir bir durum değildir.

IMG 9955Yoksulluk ve işsizlikle sınanan işçiler, KHK ile işlerinden edilen ve her yeni KHK’nin başında giyotin gibi salındığı emekçiler, eşitsizlik ve gericiliğe karşı verdikleri mücadele ile toplumsal muhalefeti OHAL karanlığında omuzlayan kadınlar, LGBTİler; mezar taşlarına dahi tahammül edilemeyen ama başarma umudunu hiç kaybetmeyen Kürtler… 2010 yılının son günlerinde işsiz üniversite mezunu bir genç olan Mohammad Bouzzazi’nin kendini ateşe vererek Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da domino taşı gibi fitillediği isyanın bir hayalet gibi dolaştığı coğrafyamızın bu ateşle yanıp tutuştuğu açıktır. Ancak bu ateşi egemenleri ve onların cehennemin dibine yollanması gereken sistemlerini yakıp kül edecek bir şekilde büyütmek elbette devrimci ve komünist öznelerin elindedir. Devrim ve komünizm şehitlerini andığımız bugünlerde, canlarını bu yangını büyütmeye feda edenlere olan sorumluluğumuzdur bu. Lenin’den Rosa ve Karl’a, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşına, Meral Yakar’dan Ali Haydar Yıldız’a, Süleyman Cihan’dan Kazım Çelik’e, Mehmet Demirdağ’a, Aliboğazı’nda ölümsüzleşen 12 kızıl karanfilimizden Nubar’a, Serdar’a, Güzel’e… sözümüzdür bu. Kutli’nin mezar taşında yazdığı gibi diyelim yoldaşlarımıza “Gözün arkada kalmasın… Başaracağız.”

Feş Nesttannev!

(1) 6 yıl önce, 12 Mart 2012 pazartesi günü İstanbul-Esenyurt’ta bir AVM inşaatında çalışan işçilerin kaldığı naylon çadır yanmış, 11 işçi yanarak ölmüştü. İşçiler, Wan depremzedesiydiler.

(2) Wan’ın Gürpınar ilçesine bağlı Çeli mezrasında, 1 Şubat 2014 gecesi hastalanan 2 yaşındaki Muharrem Taş, kardan kapanan köy yolunun açılması için ailesi tarafından yapılan yardım taleplerine karşılık verilmemesi üzerine yaşamını yitirmişti. Baba Abdulvahap Taş, bir çuvala yerleştirdiği oğlunun cansız bedenini kilometrelerce sırtında taşınmıştı. Olayla ilgili soruşturma açılmasına Van Valiliği tarafından izin verilmemiş, ancak Van Barosu’nun Bölge İdare Mahkemesi’ne yaptığı itirazın kabul edilmesi üzerine soruşturma açılabilmişti. 4 yıl süren soruşturma dün sonuçlandı. Muharrem’in ölümünde ihmalleri olduğu gerekçesiyle haklarında soruşturma başlatılan kurum görevlileri hakkında geçtiğimiz günlerde görülen duruşmada “kovuşturma yapılmasına yer olmadığı” kararı verildi.

(3) 1 Kasım 2015 seçimlerinde Agirî milletvekili olan Leyla Zana, 24 yıl sonra, TBMM kürsüsünde “Bi hîvîya aşitîyek bi rûmet û mayînde…” (Kalıcı ve onurlu bir barış umuduyla) sözüyle başlayıp zorunlu yemin metnini okurken “Türk” sözcüğü yerine “Türkiye” demiş ve oturuma başkanlık yapan azılı faşist Deniz Baykal yemini geçersiz saymıştı. Zana’nın 11 Ocak 2018’de milletvekilliği düşürüldü.

(4) Tunus’ta bugünlerde 1984 ekmek isyanlarının 34.; Arap isyanlarını başlatan 2011 protestolarının 7. yılı nedeniyle “Feş Nesttannev” yani isyan etmek için… “Daha ne bekliyoruz!” sloganıyla kitlesel protestolar gerçekleşiyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu