GüncelMakaleler

GÜNCEL | Gerçekten Normalleşme Zamanı mı?

"Emperyalist kapitalist sistem şartları altında yaşayan hiçbir emekçi, normal bir yaşam süremez. Kapitalizm, kendi doğası gereği insanın ve çevrenin doğasıyla çelişen bir düzen olarak ortaya çıkmıştır ve insanlığı tehdit etmeyi sürdürmektedir."

Covid-19’un Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak açıklanmasının ardından zorlu geçen uzun bir süreci yaşadık. Her bakımdan zorlu bu sürecin içerisinde hayatlarımızı sürdürmeye çalıştık.

Can çekişen emperyalizm ve kompradorları, gerilemiş ve etkisi azalmış bir devrimci muhalefetin yokluğunda tabiri caizse dünyayı bir sirke çevirmiş durumdadır. Bütün dünya bir yandan bu sirkte yerini alırken diğer yandan da izleyicisi olmuş durumdadır.

İnsanı, insan dışındaki hayvanları, çevreyi hiçe sayan kâr odaklı emperyalizm, ilaç ve sağlık sektörlerindeki uygulamaları ile bir avuç burjuvanın çıkarını koruduğunu bir kez daha ortaya koydu. Emperyalist ilaç tekelleri, burjuvazinin çıkarları doğrultusunda, halk sağlığını hiçe sayan çalışma yürüttüler. Salgın karşısında amansız bir kâr yarışa giren bu emperyalist çokuluslu ilaç tekelleri, önce aşıyı ilk bulan olmanın yollarını aradılar.

Henüz gerekli aşamalardan geçmeyen, yeterli araştırma ve gözlemle tecrübe edilmemiş olan aşılar, yangından mal kaçırırcasına piyasaya sürüldü. Emperyalist ilaç tekellerinin bağlı oldukları ülkelerin adlarıyla satışa çıkartılan bu ilaçların verimlilik ve sonuçları henüz tam kesinleşmemişken ülkelerce önden siparişlerle tüketildi. Halklar Çin aşısı, Rus aşısı, İsveç aşısı, Alman aşısı vb. denilerek oyalandı. Kitlelere genel geçer bilgiler verildi.

Bu süreçte emperyalizm, büyüyen-derinleşen ekonomik kriziyle boğuşmak, siyasi krizi rayına oturtmak üzere adımlar attı. Bu adımlar, halk kitlelerinin yaşam alanlarını sınırlayan, onları işsizliğe ve yoksulluğa iten ve insan sağlığını ruhsal ve de bedensel olarak bozan adımlar oldu. Emekçilere salınan salgın korkusu, burjuvazi için otoritesini güçlendirmek için önemli bir etken, fırsat oldu. Emperyalist kapitalist sistem, yüzlerce yıllık deneyimiyle halkı baskı ve denetim altında tutmanın yollarını uyguladı.

Emperyalizm bu fırsatı değerlendirirken, çeşitli emperyalist ülkelerde aynı zamanda ilaç ve aşı üretiminde ticareti geliştiren adımlar attı. İlaç ve aşı üretiminde kullanılan hammadde, makine ve yedek parçalar birer meta olarak uluslararası ticarette değerlendi. Ne var ki sistemin karakterinde görülen dengesiz meta üretimi, krizlerin devamlılığına neden olurken, her alanda olduğu gibi ilaç ve aşı sektörlerinde de yansımasını buldu. İlaç ve aşı üretiminde yönetimsel başarısızlıklar gizlenmeye çalışıldıysa da bu durum kendilerinin de artık gizleyemediği bir aşamaya evrildi.

Kapitalist Sistemin Aşı Rekabeti

Covid-19 salgınıyla çaresizleşen, yönetememede zirveye ulaşan emperyalist kapitalist sistem, kendi aralarındaki çıkar çatışmalarıyla sarsılır oldu. Çeşitli ülkelerin kendi çıkarlarını koruyabilmek için ticari savaşlara girdiği koşullar, geleceğe dönük çok önemli ipuçları veriyor.

Emperyalizmin karakterinde dengesiz meta üretiminin yer alması kadar kendi arasında da sömüreceği alanların daralması nedeniyle çatışmaların yoğunlaşması ve giderek ticari ve silahlı savaşlara neden olması da var. Bunun ticari yanı olarak yakın örneklerden biri Çin ve ABD arasında gerçekleşen ticaret savaşıydı. Farklı bir örnek olarak ABD, dünyanın en büyük aşı fabrikasının bulunduğu Hindistan’a aşı üretiminde filtre vb. malzemelerin ihracatını durdurdu. Yine ticari savaşlara örnek olacak önemli bir çatışma da AB ve İngiltere arasında sürüyor.

İngiltere’de nüfusun aşılanmasıyla ilgili olarak ortaya konulan sürenin ve aşamaların uygulanmasında izlenen yoldan çıkılmaması Boris Johnson için önemli siyasi koz oluşturdu. Bu kozu, (İngiltere’nin AB’den çıkış sürecine verilen adıyla) Brexit’in başarısı olarak göstermeye çalışan Johnson’ın, aşılamanın ülke nüfusuna yetmesi ve uygulanan programdan çıkılmaması için AB ülkelerine aşı gönderimini durdurmak istemesi üzerine İngiltere ile AB arasında aşı üzerinden ticari bir savaşı başlatmış oldu.

Bu gelişme üzerine AB sessiz kalmayarak İngiltere’yi AB ülkelerinden aşı ihracatını durdurmakla tehdit etti. Bu tehdit üzerine B. Johnson, Fransa ve Almanya başkanları ile acil görüşmelerde bulundu. 25.03.2021 tarihinde toplanan AB yönetiminin önemli gündemlerinden birini aşı tartışmaları oluşturdu. Aşı meselesinde İngiltere ve AB arasında yaşanan bu durum, kapitalist sistemin çelişkisine de işaret ediyor.

AB’de halkın yetişkin nüfusunun yaklaşık olarak % 12’si aşı olmuşken, İngiltere’de bu oran yetişkinlerde yarı yarıya ulaşmış durumda. Bu durumu Brexit’i överek değerlendirmek isteyen B. Johnson şahsındaki İngiliz burjuvazisi, AB’den gelen tehdit üzerine durumu toparlamaya çalıştı.

Sinsice ihracatı yasaklamadıklarını, şirketlerin kendi kararları olduğu söylendi. Oysa ki İngiliz hükümeti ve ilaç şirketleri arasında yapılan anlaşmaya göre AB’den vaat edilen miktarda aşı gelmediği sürece hiçbir aşının ülkeden çıkarılmaması üzerinde karar alındığı bilinmektedir.

İngiltere ile aşı üzerinden ticari savaşa giren AB’de ise durum son derece vahim. Geçtiğimiz son altı hafta içerisinde 41 milyon dozda aşı, AB’den 33 ülkeye ihraç edildi, bu sayının 10 milyonu İngiltere’ye ulaştırıldı. Oysa bu durum, AB’de aşının yeteri sayıda olmaması ve ilaç firmasının söz verdiği oranda aşıyı AB’ye ulaştırmamasıyla ilgili yaşanan sorunların olduğu bir dönemde gerçekleşti.

AB ve İngiltere arasındaki çelişkiye değinmişken AB’nin üye ülkesi olan İsveç’e de göz atmakta fayda var.

Sürü bağışıklığı, bireylerin kendi sorumluluklarını alması, salgında İsveç modeli gibi örneklerle karşımıza çıkan İsveç Monarşik hükümeti, salgının AB’ye ve ülkeye ulaşması anından itibaren süreci iyi yönetememekle, önlem almada geç kalmakla ve inisiyatif almamakla yoğun eleştiriye tutuldu. Sosyal demokratlara yakınlığıyla bilinen ülkenin en tirajlı burjuva gazetelerinden olan bir gazetede bile köşe yazarları, devlet yöneticilerini ağır bir şekilde eleştiriyor, hükümetin aşı yönetiminde diğer komşu AB ülkelerinin yedi adım ardından geldiğini belirtiyor.

Örneğin dünyanın hemen her ülkesinde toplu alanlarda maske zorunluyken İsveç’te henüz bu uygulama toplu taşıtlarda uygulanıyor.

Büyük alışveriş merkezleri, kayak ve turizm merkezleri, oteller, restoranlar vb. tüm işletmeler hala açık. Yalnızca alışveriş merkezlerinde bulunan restoranlara ”bir masaya bir müşteri” gibi bir uygulama hayata geçirildi. Yani aynı evde kalan iki kişi, gidip yemek siparişinde bulundukları bir restoranda aynı masada oturup yemek yiyemeyecek ama yemeklerini yedikten sonra beraber ya bir toplu taşıtla ya da farklı bir biçimde evlerine gidip yaşamlarına kaldıkları yerden devam edebilecekler.

İsveç’ten devam edersek; ülkede aşı yönetiminde başarısızlıklarla dolu geçen süreç, aşı yetersizliği ve “aşı durdurma” olaylarıyla daha belirsiz bir duruma evrildi. Haziran ayına kadar tüm yetişkinlerin aşılanması düşünülüyorken bu planın uygulanamayacağı açıkça görülüyor. İkinci risk grubunda bulunan insanların büyük çoğunluğuna henüz aşı sırası, aşı yetersizliğinden dolayı gelemiyor. Bu durumu fırsat bilen tüm yapılanmalar, metropollerde mitingler örgütlediler. Bu mitinglerde, birarada sekiz kişinin bulunması kararına uyulmaması nedeniyle “mavi ışık sabotajı” olarak adlandırılan anti-demokratik yasaya dayanılarak polis tarafından şiddet kullanıldı.

İsveç modeli eleştirilirken, AB’ye üye ülkelerin oluşturulan ortak fona 750 milyon Euro para yatırması gerektiğine dair karar de ülkede gündem oldu. Bahsini ettiğimiz bu fon, burjuvazinin salgın sonrası zor durumda olan üye ülkelerin tekrar toparlanabilmesi için oluşturuldu.

Almanya’ya baktığımızda da durum kapitalist sistem ve Alman burjuvazisi için hiç de iç açıcı değil. Öyle ki Paskalya tatili için biz dizi önlem alındığı açıklandı. Gıda marketlerinin, restoran ve mağazaların da kapatılacağı, benzer sınırlayıcı uygulamaların getirileceği açıklandı. Şubat ayında sınırlamalarda esnemeye (normalleşme dedikleri) giden Almanya’da mutasyonlu virüsün hızla yayılması önlemlerin daha da sıkılaştırılması gerektiği görüşünü hâkim kıldı. Yapılan açıklamalara göre ticari ilişkilerde ayda 10 Milyar Euro civarında bir kayıp söz konusu olabilir. Bu durumda ileride sayısı gittikçe çoğalacak olan yedek işçi kitlesine işaret etmektedir. Öte yandan Avrupa borsası, üçüncü salgın dalgası nedeniyle düşüşe geçmişken, düşüşe geçmeyen tek AB ülke borsasının Alman borsası olduğunu da vurgulamak gerekir.

Coğrafyamızda Salgın Yönetimi

Ortadoğu’da da önemli gelişmeler söz konusu. İsrail, aşı yönetiminde örnek olarak gösterilen ülkelerin başında geliyor. Hızlı bir şekilde tüm vatandaşlarını aşılatan İsrail, salgınla mücadelede parmakla gösterilir oldu. Peki İsrail bu duruma nasıl geldi?

ABD’nin Ortadoğu’daki jandarması Türkiye ise, karakolu ve kumanda merkezi de İsrail’dir. Bu çok önemli bir detay. İlaçların piyasaya sürülmesine yakın bir zamanda, aşının henüz onaylanmamış olduğu bir dönemde İsrail, ABD’nin aşı şirketinden milyonlarca doz aşı için ön siparişte bulundu. ABD’li şirket, bu ön siparişin gerçekleşmesi için İsrail’den aşıyı vurduran tüm insanların özel sağlık bilgilerini ve yüklü miktarda para talebinde bulundu. Şirketin taleplerini kabul eden Netenyahu sözcülüğündeki İsrail burjuvazisi, ABD aşısını ülkesine hızlı bir şekilde ithal ederek belirlediği aşı programını uyguladı.

Bu durum, İsrail’in siyasi konjonktürüne uygun olarak öne çıkartılan Netenyahu’nun koz olarak kullanılmasına neden oldu. Netenyahu bilindiği gibi ülkesinde çeşitli yolsuzluk, rüşvet ve yozluğun simgesi oldu. Seçim sürecine giren İsrail’de, Netenyahu’nun davadan ceza almaması İsrail burjuvazisi açısından son derece önemli. Bunun için Netenyahu’nun seçimleri kazanması ve açıklamalarından anlaşıldığı üzere dokunulmazlığını çıkartmak istediği yasayla koruması ve İsrail yüksek mahkemesini kendisine bağlaması gerekiyor.

Netenyahu, Filistin’in işgalinde önemli bir lider olarak öne çıkıyor. Emekçi kitlelerde gündem, Filistin’deki katliam ve baskı, giderek yoksullaşan İsrailli emekçiler değil İsrail’in aşıdaki başarısı ve Netenyahu’nun seçimi kazanıp kazanamayacağı olmuş durumdadır. Nitekim İsrail’de yapılan seçimlerde Netenyahu’nun partisi yarışı önde bitirdi.

Türkiye’de ise burjuva medyada gündem sürekli değişiyor. Lebalep kongrelerin pişkinlikle savunulduğu, halka zor burjuvaziye gül dağıtıldığı bir dönemden geçiyoruz. Hala düşüşte olan ülke ekonomisi ve para birimi, yatırımcılar (sermaye ihracatçıları veya emperyalist şirketler) açısından risk oluşturduğundan piyasa durgun ve burjuvazi sıkıntılı. Faizler, Merkez Bankası’nın başkanının sık aralıklarla değiştirilmesi, emekçilerin gittikçe zorlaşan yaşam koşulları, faşist politikalar, yoksulluk intiharları, iflaslar, işsizlik, salgının ilerleyişi vb. konular burjuvazinin kalemşörleri tarafından yazılmıyor, televizyonlarda dillendirilmiyor.

Covid-19 vakaları hızla artıyor; son bir ayda % 200 civarında bir artış söz konusu. Yaklaşık olarak 14 milyona yaklaşan aşı olan kişi sayısı, önemli bir oranı gösterirken, salgının yalnızca aşıyla önlenebilir olmadığı gözlerden kaçırılıyor.

TTB’nin yayınladığı rapora göre, çocukların ruh ve beden sağlıklarının ciddi anlamda bozulması nedeniyle gerekli önlemlerin alınarak okulların bir an önce açılması gerekiyor. TTB, aşı konusunda da eleştirel yaklaşıyor, aslolanın salgının yayılmasının önlenmesi gerektiği ve salgının sahada yönetilmesinin gerektiğine dikkat çekiyor.

Yakın zamanda KESK tarafından yayınlanan raporda da salgının bilimin yol göstericiliğinde şeffaf olarak yönetilmesi gerektiğine vurgu yapıldı.

Anlaşılan o ki ne Türkiye’de ne de dünyanın herhangi bir ülkesinde ”normalleşme”den söz etmek mümkün değil. Çünkü salgın yönetiminde emperyalizm ve ülke burjuvazileri, komprador burjuvazi, sınıfta kaldı. Salgını insanların sağlığıyla açıkça tehdit edecek duruma getirerek kendi çıkarları için kâr amaçlı ele aldılar. Yürürlüğe giren çeşitli yasalar, geriye çekilen-gasp edilen demokratik haklar, insanların yaşam alanlarının sınırlanması gibi uygulamalar baskının salgın sonrasında da devam edeceğinin, ekonomik olarak yükünün uzun yıllar atlatılamayacağının ipuçlarını veriyor.

İster salgın döneminde olsun (ki bu salgın insanlık tarihinde olduğu gibi binlerce yıl sürebilir), ister salgın öncesi veya sonrası olsun, kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm düzeninde asıl olan emek-sermaye çelişkisi olduğundan, burjuvazinin attığı tüm adımlar kendi sınıf çıkarını gözetip, çelişkide kendi yanının ağır basmasını sağlayacak uygulamalara başvurmasını gerektiriyor.

Bunun en belirleyici örneklerini uygulanan faşist baskı politikalarında ve şiddetinde, yine karşı-devrimci şiddette görebiliriz. Örneğin Türkiye’de, 18 yaş altında olup çalışan çocukların sokağa çıkma muafiyetinde olmalarında görebiliriz. Örneğin iflâstan kurtarılan tekeller varken borç batağında ezilen emekçilerin intiharı son çare görmelerinde bulabiliriz.

Emperyalist kapitalist sistem şartları altında yaşayan hiçbir emekçi, normal bir yaşam süremez. Kapitalizm, kendi doğası gereği insanın ve çevrenin doğasıyla çelişen bir düzen olarak ortaya çıkmıştır ve insanlığı tehdit etmeyi sürdürmektedir. Kapitalizmin zıddı ancak emekçiler için normal yani insani bir yaşamı yaratabilir. Covid-19, dünyanın kapitalist bir sistem ile idare edilmesinin olanaksızlığını bir kez daha ortaya koymuştur. İnsanın emeğinin, bilincinin gerçek anlamda özgür olabilmesinin yegane koşulu sosyalist bir toplum inşa etmektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu