GüncelKadınMakaleler

GÜNCEL | İstanbul Sözleşmesi’nden de Öfkemizi Örgütlemekten de Vazgeçmeyeceğiz!

"Sokaktaki öfkemizi örgütlemekten de İstanbul Sözleşmesi’nden de vazgeçmeyeceğiz. Kadınlar olarak kadın dayanışması ile dün olduğu gibi bugün de yan yana durmaktan, haklarımıza ve hayatlarımıza dönük her türlü saldırıya karşı mücadele etmekten geri durmayacağız, mevcut siyasi iktidarında, patriarkal kapitalist sisteminde sonucu er ya da geç getireceğiz"

Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşme” diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi’den Erdoğan’ın bir gece “ansızın” kararname ile çıktı.

Bir gece yarısı çıktı “anısızın” değil tabii. Erdoğan, uygulanması için kadınların mücadele ettiği, 2016’dan bu yana çıkılması planlanmakta olan sözleşme ancak her seferinde kadınların mücadele duvarına çarpmakta ve bugüne kadar geri adım arttırmaktaydı. Ancak bu kez Sözleşmeden gece yarısı CT Kararnamesi ile çıkmak kadınlara bir meydan okumadır, mesaj aldı, kadınlar cevabı verecektir.

Sözleşmenin kısa bir hikayesine bakarsak; Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldı sözleşme, 2014 yılında yürürlüğe girdi. Sözleşmenin ilk imzaya açıldığı sene, Türkiye sözleşmeyi çekincesiz imzaladı ve onayladı. Şu ana kadar 46 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan sözleşmeyi onaylayan ülke sayısı ise 34. Kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve son olarak, kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve “etkili” işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesi sözleşmenin dayandığı dört temel ilkeyi oluşturuyor.

Kadına yönelik şiddete karşı insan hakları temelli bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi, yalnızca cezalandırma ya da cezasızlığı ortadan kaldırma ile değil, kadınların korkmadan, güven içerisinde, şiddetten uzak ve ayrımcılığa uğramadan yaşamasına ve maruz bırakıldıkları şiddet için tazmin edilmelerine de önemli ilk adımını oluşturuyor. Sözleşmenin imzalanması süreci aslında kadınların mücadelesi ile gerçekleştiğini, o imzanın aslında katledilen kadınların kanı ile yazıldığının altını yeniden çizmek gerekiyor. Sözleşme aslında ev içi şiddetin önlemesinde, kadınların verdiği hukuk mücadelesi açısıdan önemli bir noktada durmaktadır.

Birçok ülke için de geçerli bu durum,  kadınların mücadelesinin sonuç vermesi ile 2005 yılından itibaren Avrupa’da kadına şiddetin önlenmesi için kadınların yoğun kampanyaları vardı ve ilk kamuoyuna duyurulduğu toplantı, Madrid’de  yapıldı, çünkü İspanya o dönemde Avrupa’da kadın cinayetlerinde rekora sahip ülkelerden biriydi.

Türkiye’de de esasta o dönem kadınların mücadelesi de hukuki anlamda bir başarının sonucudur. Devletin uluslararası bir sözleşmeyi imzalama zorunda bırakması ile kadınlar devleti sıkıştıracağı bir adımın hayata geçmesini sağlamış oluyordu. Mevcut siyasi iktidar o dönem sözleşmeyi kadınların mücadelesinin yarattığı basınçla imzalarken, bunu kendi başarısı veya kadın cinayetlerini çözmenin “iyi niyetimiz” şeklinde lanse etmekteydi. O dönemin mevcut (AKP) iktidarın sözleşmenin imzalanmasından sonra yaptığı konuşmalara bakılırsa, AKP iktidarından gayri “duyarlı”, “kadına yönelik şiddeti çözücü tek bir hükümet yoktur” şeklindeki şaşalı konuşmaları görecektir. Şimdi ise çekilerek siyasi iktidarının kurtuluş anahtarı olarak  İstanbul Sözleşmesini kullanmakta. Elbette esas olarak kadınlara topyekün saldırının bir aracı haline getirmekte, olası erken seçilerde internet sitelerinde kendilerini “Ümmetin buluşma noktası” sloganıyla tanıtan Türkiye Düşünce Platformu’nu memnun ederek sırtını erkeklere dayamış olacak.  AKP için kurtuluş ataerkidir.

Ancak başta da söylediğimiz gibi sözleşme aslında etkin bir şekilde uygulanamadı ve kadınlar bunun uygulanması için mücadele ederken, devlete görevini hatırlattı ve teşhir etti.

Özellikle 2019 yılında çok yoğun bir şekilde kaldırılması tartışmasına karşı kadın örgütleri başta olmak üzere kadınlar  mücadele etti. AKP iktidar olduğundan bu yana kadınlar için değil sözleşme, yoğun bir kadın düşmanı politika üreten, kadının ev ve aile dışında tanımlamayan AKP evi şiddetinin (Sözleşmedeki ev şiddeti aile içi şiddet şeklinde çevirdi, “resmi evli olmayanların şiddetinin “meşruluğu” daha başından yaymış oldu) üreticisi oldu. Siyasi iktidar kadınların haklarına saldırırken sürekli bunu ailenin parçalanması üzerinden yaptı, Nafaka Hakkı Gaspı tartışması bu şekilde başladı. Kadınlara yönelik bu saldırı İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması öncesi tartışmasına tekabül ediyor. Patriarkal sistemin kadınlara yönelik saldırılarının sistematik olduğu işte bu nedenle sık sık vurgulamak gerekiyor.

Siyasi iktidar son dönemde infial yaratan Boğaziçi direnişinde hem de İstanbul Sözleşmesi için aile dağıtılıyor ve eşcinsel evlilikler özendiriliyor argümanını kullandı. AKP iktidarı kürtaj meselesinde olduğu gibi kadın düşmanı politikasını hayata geçirirken başka bir saldırıyı görünmez kılma çabası içerisinde oldu. O dönemde Kürdistan’da Uludere’deki katliamı örtmek isterken kadınların önemli bir hakkını gasp etmek için kadın düşmanı politika için düğmeye basmıştı.

Şu an İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması tartışmasında “bir taşla birkaç kuş vurma hesabı ile” HDP’nin kapatılması saldırısını da İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma girişimi de kendi ekonomik, yönetim ve siyasi krizini saklama telaşının bir parçasıdır.

Ve elbetteki kadın düşmanlığı ve yine Kürt düşmanlığı ile bunu yapmak kitlesini konsolide etmek için kullanışlı bir araç olarak görmektedir. LGBTİ+’lara dönük saldırısında eşcinselliğin yaygınlaştırılması iddiası ile aile parçalanıyor iddiasını birleştirmek, bu şekilde hem kamuoyunda krizini unutturma telaşına düşmekte hem de kendi tabanı ekonomik krizi, pandemiyi yönetememe ve sürü bağışıklığı ile bir halk sağlığı sorununu tartışma dışı bırakırken, kendine muhalif en dinamik kesim olan ve LGBTİ+’lara düşmanlık ile kadın ve LGBTİ+ hedef tahtasına koymuştur. İşte yapılan hesap bu, ancak bu hesap tutmamakta, iktidarının sonunu bu şekilde uzatmak yerine kısaltmaktadır.

Kadın ve LGBTİ+’lar İstanbul Sözleşmesi’nden kolay kolay vazgeçmeyecek, iktidarın kadın düşmanılığını sokakta çok daha güçlü teşhir edecek. AKP iktidarı kadınları karşısına alarak yanlış hesabının sonuçlarına katlanmak durumunda kalacak.

Kadınların tek mücadelesi İstanbul Sözleşmesi’nden ibaret değildir ancak Türkiye’de Kadın Hareketi Güçlü bir durumda, Erdoğan ne kadar sözleşmeden çekildiğini, “iş bitmiştir” diyerek “yapılacak bir şey kalmadı” algısını güçlendirme çabasında olsa da, kadınların sokakta olmasını engelleyemedi, engelleyemeyecek.

Kadınların Sözleşme için verdiği birlikte mücadele bugün sokakta daha fazla büyümekte, siyasi iktidarın kadın düşmanlığı daha fazla teşhir olmakta, LGBTİ+’lara dönük saldırısı LGBTİ+ hareketinin kararlı mücadelesine çarpa çarpa büyümektedir.

O nedenle bugün kadınların ve LGBTİ+’ların sokak mücadelesi başta olmak üzere her mücadelenin biçimin aktif bir parçası olmak önemlidir, anın görevi, ihtiyacıdır. Sokaktaki öfkemizi örgütlemekten de İstanbul Sözleşmesi’nden de vazgeçmeyeceğiz. Kadınlar olarak kadın dayanışması ile dün olduğu gibi bugün de yan yana durmaktan, haklarımıza ve hayatlarımıza dönük her türlü saldırıya karşı mücadele etmekten geri durmayacağız, mevcut siyasi iktidarında, patriarkal kapitalist sisteminde sonucu er ya da geç getireceğiz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu