GüncelKadın

GÜNCEL | Sokağın sesi kadınlar ve kadınlar İpekler için isyandalar!

"Özellikle son süreçte bölgede kolluk kuvvetlerinin kadına yönelik saldırılarının devletin savaş politikası ile yakından alakalı olduğunu biliyoruz"

Sokağın sesini dinlediniz mi son zamanlarda hiç? Kulağınızın hassasiyetini çok fazla arttırmanıza gerek kalmaksızın yükselen seslerin kadınlara ait olduğunu fark edeceksiniz eğer dinlerseniz…

İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekme tartışmaları sürerken kadınların her alanda kazanımlarına sahip çıktığı bir tablo mevcut bugün. Zılgıtlarımızla, ıslıklarımızla, sloganlarımızla, olabildiğince güçlü haykırışlarımızla yıllarca verdiğimiz mücadele sonucu kazandıklarımıza el konulmasına karşı sokakları dolup taşırdığımız günlerdeyiz. Birbirimizle temasımızın arttığı bu süreçte birbirimize her dokunuşun bin ah işitmekle de eş anlamlı olduğunu görüyoruz. Ah’larımız farklılıklar taşısa da aynı yerden besleniyor: Patriyarka!

Bu nedenle pandeminin getirdiği 3 aylık karantina sürecinin ardından Haziran ayında “normalleşme” sürecinin başlamasıyla sokaklara ilk dönenler bizlerdik. Patriyarkanın kendine bulunmaz nimet olarak gördüğü pandemi sürecinde kadına yönelik şiddetin ve kadın katliamının yükselişe geçmesi bir tesadüf değildi.

Maske pandemiydi, esas olan yaşamlarımızı kuşatan erk-eklikti. Bu kuşatılmışlık bugün yasal olarak da kalıcılaştırılmak isteniyor. “Normalleşme” adı altında olağanlaştırılmaya çalışılanlar karşısında mücadele verdiğimiz herşey. “Normalleşme” bahsedildiği gibi pandemi sürecinin getirdiği sağlık koşullarının kısıtladığı hayatlarımızı olağan hale getirme odaklı bir süreç değil.

Normalleştirilmek istenen yaşamımızı zincirleyen şiddetin türlü halleri. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarının döndüğü ve buna karşı sokaklarda olmaktan vazgeçmediğimiz ilk günden bugüne yaşanan her kadın ölümü ve şiddetin türlü hali yaşamlarımızın nasıl bir yere evriltilmek istendiğinin resmi. Hayatımızın odağına şiddet ve ölüm alınmak isteniyor. İstenene karşı sokaktan vazgeçmemek ise bizim odağımızda.

 

Birimizin daha aramızdan eksilmesine tahammülümüz yok!

“İstanbul Sözleşmesi yaşatır” diyerek türlü yöntemlerle sokaklarda yer alırken sözleşmenin erkek devletçe tartışıtırılabilir hale getirilmesinin bile şiddet ve kadın katliamını nasıl boyutlandırdığını gördük-görüyoruz. Şiddetin önlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi yönlü bağlayıcı maddelerin bulunduğu sözleşmenin erkek devletçe tartışmaya açılmasıyla erk-eklik daha da nüksediyor.

Ki zaten amaç da bu! Erkek-kadın arasındaki ezen-ezilen ilişkisinin teminatını sağlamak, kadının özgürleşme mücadelesine ket vurmak.

Buna yakın zamanda Pınar Gültekin ile tanık olduk. Ve bugün Batman’da cinsel şiddete maruz kalan ve intihar eden 17 yaşındaki İ.E. ile. Pınar ve İ.E.’nin katledilmeleri arasındaki zaman diliminde nice kadın aramızdan ayrıldı ve şiddete uğradı. Basına yansıyanları ve yansımayanları ile kadın katliamı ve kadına yönelik şiddetin kazandığı boyut en temel haklarımızın elimizden alınması istemi ile alakalıdır.

Batman’da katledilen İpek Er ile yaşadığımız süreci değerlendirmek yaşadıklarımızın bir özeti aslında. Batman’ın Beşiri ilçesinde uzman çavuş Musa Orhan’ın cinsel saldırısına maruz kalan İpek Er, 16 Temmuz’da intihar girişiminde bulunmuştu. İpek cinsel saldırıyı intihar etmeden önce yazdığı mektupta anlatmıştı. İpek’in mektubunu gören ailenin şikayetçi olmasının ardından gözaltına alınan Musa Orhan cinsel saldırı iddiasını reddetmişti.

Daha sonra kendisine adli tıp raporu gösterilince İpek Er ile Siirt’te buluştuklarını ve alkollü olduğunu belirten Orhan adli kontrol tedbiriyle serbest bırakılmıştı. İpek’in tedavi gördüğü hastanede yaşamını kaybetmesinin ardından Musa Orhan’ın tutuklanması için kadınlarca oluşturulan baskı ile Orhan hakkında tutuklama kararı çıkarıldı ve 19 Ağustos günü tutuklandı.

Şunu altını çizerek belirtmek gerekiyor ki İpek’in ölümü intihar değil, cinayettir; kadın katliamının bir parçasıdır. Yaşadığı cinsel şiddetin cezalandırılmaması, Musa Orhan’ın serbest bırakılması ile bu cinayeti erkek devlet işlemiştir.

Kadına yönelik şiddet ve kadın katliamının yolunu açan her uygulaması ve tartışmasıyla da devlet işlediği cinayetlere yenilerini eklemekte; erkeğin önünü de bu anlamda açmakta ve yol göstermektedir. Erkek-devlet ikilisinin bu işbirliğinin patriyarkanın aracısı olma durumu ile yakından alakalı olduğunu zaten biliyoruz.

Bildiğimiz bu açık gerçeğe razı gelmediğimizi, kadınlar olarak birimizin daha aramızdan eksilmesine tahammülümüzün kalmadığını sokaklardan geri çekilmeyerek gösterirken diğer yandan sosyal medya üzerinden oluşturulan basınç da üzeri kapatılmaya-normalleştirilmeye çalışılanı engellemek için önemli bir araç olmuştur. Musa Orhan’ın mesleğinden ihraç edilmesi ve tutuklanması kadınların mücadelesinin bir sonucudur. Kadın dayanışmasının cisim kazanmış halidir.

 

Kolluk kuvvetlerine “Önce kadınları vurun” emri!

Diğer yandan devletin erkek anlayışı ile şovenizminin bütünlüğüne de bu süreçte tanık olduk. T. Kürdistanı’nda açıktan savaş politikalarını yürüten devlet, kadına mücadelesine dair saldırılarını da bu bağlamın dışında görmemektedir. Bölgede yer alan kolluk kuvvetleri ile yürütülen savaşta “Önce kadınları vurun” anlayışını ortaya bir kez daha koyan devletin açıklaması İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ağzından şu sözlerle döküldü: “Elbette bu olayın bazı çevreler tarafından sürekli gündeme getirilmesinin temel nedeni HDP milletvekilinin ve diğer PKK’lıların yaptıklarının üstünü örtmektir.

Yaşanan cinsel şiddet ve katliamın üzerini kapatmaya çalışanlar, bölgede verdikleri haksız savaşın önemli bir parçası olarak gördükleri kadına dair saldırı politikalarının bu denli geniş bir kitle tarafından tepkiyle karşılanmasından duydukları hazımsızlığı şovenizmi devreye sokarak atlatmaya çalışıyorlar.

Özellikle son süreçte bölgede kolluk kuvvetlerinin kadına yönelik saldırılarının devletin savaş politikası ile yakından alakalı olduğunu biliyoruz. Yürütülen her haksız savaş, sömürücü ve erkek egemen sistemin bir parçası olduğundan kadına yüklenen ikincil misyonun sağlama alınması kaygısı esaslardan birini oluşturmaktadır.

Bu nedenle kadın bedeni ve kimliğine dair saldırılar haksız savaşlarda ön plana çıkmaktadır. Bunu özyönetim direnişlerinde, Rojava’da gördük ve bugün de görmeye devam ediyoruz.

Kadın mücadelesinin kazandığı ivme, bu ivmenin belirli bir bölgede kalmasından ziyade evrenselleşmesi patriyarkanın saldırılarını arttırırken kadın mücadelesinin önü de kesilmeye çalışılmaktadır. Nitekim Kürt Ulusal Mücadelesi’nin kadın mücadelesi ile bütünselliği, yürütülen savaşta “Önce kadınları vurun” anlayışının daha da ön plana çıkmasına neden olmaktadır. Uzman Çavuş Musa Orhan bu emrin uygulayıcılarından biridir.

 

Tekil karşı koyuşları bütünleştirmek

“Önce kadınları vurun” emri yaşamın her alanında bugün karşımızdayken buna karşı sokaklardan vazgeçmeyişimiz, kadın dayanışması ve mücadelesini kuşanmamız bu emrin yolunu kesmektedir.

Tam da bu nedenle patriyarkanın tüm saldırılarına karşı duruşumuzu daha da güçlendirmek için tekil karşı koyuşları bütünsel hale getirmek ve birlikteliğimizle yol almak elzemdir. Gülistanların, Pınarların, İpeklerin hesabını patriyarkayı yıkmak için attığımız her adımda sormaya yakınlaşıyoruz. Bunu net olarak ortaya koymak gerekiyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu