Makaleler

HER YER 1 MAYIS HER YER TAKSİM!

İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, işçi sınıfının enternasyonalist karakterine uygun olarak tüm dünyada ve ülkemizde kutlandı. Ülkemizde 1 Mayıs’ın, özellikle İstanbul ve Ankara’da barikatlarla ve faşizmin saldırganlığına yönelik direnişlerle yanıtlanması; işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ın ruhuna ve anlamına son derece uygun bir şekilde kutlanmasına hizmet etti. İstanbul’da 1 Mayıs alanında kutlamaları engellenen kitleler, Taksim 1 Mayıs alanına çıkmayı zorlarken, bulundukları her yeri 1 Mayıs alanına çevirdiler.

Hakim sınıflar cephesinde iyiden iyiye ayyuka çıkan it dalaşının bir ürünü olarak 1 Mayıs’ı kullanarak, “paralel polis emirlere uymayacak” haberleriyle provokasyon yaratmayı amaçlayan “sözde gazeteci”lerden, 1 Mayıs gününde halka alçakça saldıran “şerefli polis”lere kadar bütün halk düşmanları, T. Erdoğan’ın emrinde destan yazmaya devam ettiler. Tabii her ne kadar “destan yazan” bu polislerden bazıları, Okmeydanı barikatlarında kuyruklarını kıstırıp artlarına bakmadan kaçmış olsalar da, halkın ve devrimcilerin sol duyularını korumaları nedeniyle, kayıp vermediler. Rahatlıkla iddia edilebilir ki R. T. Erdoğan ve onun “mutlu” valisinin her türlü provokasyon çabası halk ve devrimciler tarafından boşa çıkarıldı.

1 Mayıs günü ülkedeki bütün işçilerin, devrimcilerin gözü ve kulağı Taksim ve çevresindeydi. Örneğin Amed 1 Mayıs kutlamalarında en fazla atılan sloganın “Her yer Taksim, her yer direniş” olması; Türkiye ve T. Kürdistanı’nda meydanlara çıkan herkesin bir yanının Taksim’de olduğu anlamına geliyordu. 1 Mayıs Meydanı için mücadelenin, faşizmin “ben yasakladım oldu” tavrını kabul etmemenin, sadece işçi sınıfının geleceği açısından değil, aynı zamanda tüm halkın ve ülkenin geleceği için olduğu bilincinde hareket edildiği için önem taşıyordu. 1 Mayıs’ta 1 Mayıs alanında olma tavrı ve direnişi, işçi sınıfı ve halkın en temel haklarından biri olarak, gerçek demokrasi mücadelesinde ısrar anlamını taşıyordu. “Nerede ve nasıl kutlanacağına beyefendinin karar verdiği” (ne de olsa kendisi sendikacıdır ve hatta “işçi”nin de daniskasıdır!) bir 1 Mayıs’a razı olmak; TC faşizminin işçi sınıfı ve halka biçtiği deli gömleğini kabul etmek anlamına geliyordu.

Bu arada sanatçı, gazeteci, yazar olan ve kendini “solcu” ilan eden kimilerinin “abi çıkıp niye dayak yiyeyim” tadındaki muhalefetiyle, yaşanan tartışmaların AKP’ye yaradığı, AKP’nin bilinçli olarak çatışma yarattığı ve bu nedenle Taksim’i zorlamanın “anlamsız” olduğu ya da daha “fırlama” çözümler üretilmesi gerektiği gibi, “liberalizmle bulaşık solcu muhalefetinin” özellikle burjuva-feodal medyada bir hayli taraftar bulduğunu da belirtmek gerekir. Bu çevrelerin tezlerini ciddiye almamakla birlikte, bu tavrın memleketin “aydın” seviyesini göstermesi açısından dikkate değer olduğunu kaydetmek gerekir. Faşizme karşı direnmenin ve yasaklara karşı koymanın aynı zamanda ahlaki bir duruş olduğunu; dolayısıyla burjuva-feodal toplumda çürümenin sadece hırsızlık ve yolsuzluğa karşı İslamcı cenahta takınılan hayırhah tavırda değil, kendisi “solcu” olarak tanımlayanlarda bulunduğunu ifade etmek gerekir. Bu tayfanın solda olmadığı açıktır.

Bu anlamıyla 1 Mayıs vesilesiyle ülke genelinde yaşanan saflaşma, -karşılıklı olarak yolunu şaşırmış bir iki kurum hariç-, ülkemizde gerçek ve sahte demokrasi mücadelesi verenlerin ayrışmasına karşılık geliyordu. Nitekim Gezi İsyanı’nda ayağa kalkan kitlelerin arasına sızan İP’sizler, “Erdoğan’ın 1 Mayıs mitingi”nde Türk bayraklarıyla arzı endam ederken; CHP ise Beşiktaş’ta 1 Mayıs’ı zorluyordu! 1 Mayıs’ı 1 Mayıs alanında kutlamak isteyenleri bölüp parçalayarak, güçsüz göstermenin ucuz bir politikası olarak, iktidardan icazet alanlar sendikal çizgide Türk-İş, siyasal çizgide İşçi Partisi’nde hayat buldu! Akit’le Aydınlık gazetesi, 1 Mayıs vesilesiyle aynı çizgide buluştu! “Eski” Türkiye ile “Yeni” Türkiye, işçi sınıfının, ilericilerin ve devrimcilerin 1 Mayıs mücadelesi karşında aynılaştı! Kemalist faşizmle, İslamcı faşizmin söz konusu işçi sınıfının çıkarları olduğunda aynılaşabildiğini net olarak gördük.

Kimi çevrelerin çatışmalar bahanesiyle işçi sınıfının temel taleplerini, yaşadığı sorunların dile getirilmesinin engellendiği iddiası yerinde değildir. Meseleye sadece taleplerin dillendirilmesi olarak bakmak, 1 Mayıs’ın anlamından uzak olmak demektir. 1 Mayıs’ın kızıllığı onun mücadele günü olmasından gelir. Bunun dışındaki yaklaşım, 1 Mayıs’ı “bahar bayramı” olarak kutlamak demektir.  Çünkü işçi sınıfının temel taleplerinin karşılanması ancak ve ancak mücadeleyle sağlanabilir. “Hak verilmez, alınır” sözü boşuna söylenmemiştir. İşçi sınıfı kendisini sömüren, kölece çalışma koşullarına mahkum eden patronlara ve onların devletine karşı mücadele etmediği müddetçe hiçbir hakkını kazanamaz. Bu bırakalım siyasal talepleri, ekonomik anlamda dahi olsa, en ufak talepler için bile geçerlidir. Hal böyleyken, patronların ve onların devletinin icazetinde bir mücadele hattı izlemek, en hafif ifadeyle durumu idare etmektir ve başta tavır sahipleri olmak üzere işçi sınıfına hiçbir hayrı yoktur. Aksine işçi sınıfı hareketine zarar vermektedir.

“Durdurmayacaklardır halkın coşkunca akan selini”

T. Erdoğan ve hempaları, 1 Mayıs vesilesiyle halka karşı düşmanlıklarını bir kez daha göstererek aslında “yeni” Türkiye’nin işçi sınıfı ve halk açısından “eski”sinden hiçbir farkı olmadığı; öyle 1 Mayıs’ı “emek ve dayanışma bayramı” ilan ederek, onun aynı zamanda bir “mücadele” günü olduğu gerçeğinin karartılması çabalarının beyhude olduğu bir kez daha kitlelerin mücadelesi ve direnişiyle açığa çıktı. İstanbul’da her türlü ulaşımın engellenmesiyle fiili olarak hayata geçirilen OHAL’in yanında, itiyle, mitiyle, binlerce polisiyle halka azgın köpekler gibi saldıranların, Ankara’da “portatif çelikten duvar”lar, “seyyar nezarethane”ler kuranların çırpınışları boşunadır. Faşizmin yasakları, çelikten duvarları, itten, mitten ve polisten barikatları, başta işçi sınıfının balyoz darbeleri olmak üzere halkın mücadelesiyle paramparça edilecektir. Halkın Gezi hafızası halen tazedir. Daha dün İstanbul’da Taksim’i, Ankara’da Kızılay’ı işçilere yasaklayanlar, açmak zorunda kaldılar. Yine açmak zorunda kalacaklar.

Sadece yasaklara karşı direniş ve mücadele değil, aynı zamanda ülke çapında gerçekleştirilen 1 Mayıs etkinliklerinin yaygınlığı ve kitleselliği bize, halihazırda halkın ileri kesimlerinin sokaklarda olduğunu, taleplerini dillendirdiklerini ve önümüzdeki süreçte de bu kararlılıklarını sürdüreceklerini gösteriyor. 2014 1 Mayıs’ında ortaya çıkan tablo, Gezi’den beridir iyice ayyuka çıkan hakim sınıflar cephesinde ve halk içinde karşılığını bulan saflaşmanın somut yansımasıdır. İstanbul’da iki ayrı meydanın varlığı, beraberinde Ankara ve Amed’te de iki ayrı meydanın ortaya çıkışı ve diğer farklı meydanların çıkışı bununla ilgilidir. Bir yanda hakim sınıflar cephesinde, İslamcıların ve Kemalistlerin hem kendi içlerinde hem de birbirleriyle iktidar dalaşının yaşandığı; halkın ise kendi içinde hem ulusal hem de mezhepsel çelişkilerinin somut yansıması olarak parçalı durmaktadır. Açıktır ki soygun, talan ve katliam düzenine karşı, Türkiye halkını birleştirecek olan sınıfsal kimliğidir. Türkiye halkının ulusal, mezhepsel ve diğer temel demokratik talepli mücadeleleri ancak ve ancak sınıfsal temelli bir bakışla ortaklaştırılabilir. Bu başarılamadığı müddetçe, halkın demokrasi talepli mücadelesinin, hakim sınıfların iktidar mücadelelerinin peşine takılma riski her zaman vardır. Bir yanda ikinci Cumhuriyet, diğer yanda HDK/HDP tartışmaları ve CHP’nin “sola açılma” çağrıları vb. bir de bu açıdan değerlendirilmelidir.

Türkiye’de 1 Mayıs’ın İstanbul, Ankara, İzmir vb. illerde çatışmalı yaşanmasının yanında pek çok bölgede yoğun katılımlı olarak kutlanması, ülkemizde sınıf mücadelesinin seyri açısından önem taşımaktadır. Aslında 2014 1 Mayıs’ının 2013 1 Mayıs‘ından başlayarak Gezi İsyanı’yla doruğa ulaşan sınıf mücadelesinin bir devamı olarak yaşandığını net bir şekilde ifade etmek gerekir. Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan Türkiye işçi sınıfı; başta kadınlar ve gençler olmak üzere halkın ileri kesimleri, faşizmin kendilerine biçtiği deli gömleğini kabul etmeyeceğini; özgürlük, halk demokrasisi ve bağımsızlık yolunda, sömürüye, baskıya ve zulme karşı mücadele edeceklerini; her türlü yasaklamaya rağmen kendi taleplerini dillendirmede ısrarcı olacaklarını gösterdiler. Görülmektedir ki, kitleler “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganıyla ifade ettikleri mücadelelerinde samimi ve kararlılıkla sürdürme eğilimindedirler. Bu anlamıyla önümüzdeki sürecin sokaklarda, barikat başlarında çatışmalı olarak seyredeceği söylenebilir.

“Bugün faşist zulüm ve baskılara rağmen, işçi sınıfının durmadan ilerleyen mücadelesinde en aktif görevleri almak, kazandığımız deneylerin ışığında işçi sınıfının mücadelesini daha ileriye götürmek için var gücümüzle çalışmalıyız. Bunu ancak kitleler içinde çalışarak gerçekleştirebiliriz. Kitleler içinde çalışırken kitlelere güvenmeli, gerçek kahramanların kitleler olduğunu unutmamalıyız.” (İbrahim Kaypakkaya, PDA, sayı 32, 2 Mart 1971, Bütün Eserleri, s.131-132) Devrimcilerin bu ısrara uygun konumlanması ve kitlelerin bu samimi talebine yanıt olması beklenir. Kuşkusuz ki bu samimiyet, ilerici devrimci gençlerin barikatlardan dağlara uzanan bir çizgide yürümesiyle gerçek anlamını bulacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu