Makaleler

KADIN BEYANI ESASTIR!

 Uzunca bir süredir aynı anda hem sayısal olarak hem de içeriği bakımından, sistemin ve onun unsurlarının gerçek yüzünü açığa çıkaran bu kadar çok argümanla karşılaşmamıştık. Ayrı ayrı ele alındığında dahi sıradan bir kapitalist ülkeyi ters yüz edecek “skandallar” ortaya saçıldı. Yönetme krizinin kronik bir hal aldığı ülkemizdeyse “yolsuzluk”, “basına açık müdahale”, “yalan olduğu açığa çıkan onlarca söylem”, “paralel devlet örgütlenmesi”, “uydurma delillerle yargılama yapıldığı” vb. vb. iddialar “tecrübeli(!)” kriz yöneticileri tarafından halen hasır altı edilmeye çalışılmakta. Kuşkusuz bu durum bizim bilmediği şey değil. Nitekim yakın süreçte aynı çabaya Gezi sürecinde de tanık olmuştuk.

Bugün kitlelerin dini duygularını kullanarak palazlanan iki kliğin çatışmasında da Gezi sürecinde de özü itibariyle aynı yöntemler (sistemin devamlılığı için yalanla manüplasyon) kullanılsa da Gezi sürecinde ciddi bir biçimsel fark bulunmaktaydı. Gezi sürecine dahil olan kitlenin ciddi bir oranı “yaşam tarzına müdahale” vb. kaygıları da taşıyordu. Başbakan şahsında egemenlerin duruma müdahalesi bu sebeple bir yönüyle dini duygular kullanarak gerçekleşiyordu. İki öne çıkan argüman; “camide içki içtiler” ve “başörtülü kadına saldırdılar” iddiaları oldu. Her iki iddia da kitlelerin dini duygularını kullanmaya, bu yönde bir saflaşma yaratmaya dönüktü. Egemenler böylece hem kitle desteklerini korumayı hem de suni bir saflaşmayla süreci kısır bir çatışmaya sevk etmeyi amaçladılar. Ancak birinci noktada görece başarılı olduysalar da ikinci noktada başarılı olamadılar.

Gezi sürecinden sonra patlak veren klik çatışmasında ortaya saçılan gerçeklerden biri de işte yukarıda değindiğimiz ve yalan olduğuna neredeyse emin olduğumuz “başörtülü kadına saldırı” iddiasının iç yüzü oldu. Kısa bir süre önce Kanal D’de yayınlanan görüntüler ile Kabataş’ta ne yaşandığı daha doğrusu ne yaşanmadığı herkes tarafından öğrenilmiş oldu.

Söylenen yalanın çapı, söylendiği yer vb. düşünüldüğünde reel olarak yalana sahip çıkmaya devam etmek dışında bir alternatifi kalmayan hükümet ve onu çaresizce savunmaya çalışan “aydınlar(!)” bu zeminde yeni bir tartışmaya neden oldular. Esasen (bırakalım uygulamayı) lügatlarında dahi olmayan “kadın beyanı esastır” ilkesine sarılarak kendilerini aklama çabasındalar. Yukarıda da vurguladığımız gibi egemenlerin kendi içlerindeki bu çatışmada ortaya saçılan pislikler hem nicelik hem nitelik olarak “çok” olunca gözden kaçması muhtemel tartışmaya değinme ihtiyacı hissettik.

Durumu somutlamak için anımsatalım: Önce sosyal medyada Kabataş’ta başörtülü bir kadının darp edildiği ile ilgili iddialar yayıldı. 9 Haziran 2013’de Başbakan “benim başörtülü bacılarıma saldırdılar” yaygarasıyla olayı gündeme taşıdı. 13 Haziran’da ise Elif Çakır’ın saldırıya uğradığı iddia edilen kadın ile ilgili röportajı yayımlandı. Röportaja göre deri eldivenli, deri pantolonlu, üstleri çıplak, kafaları siyah bandanalı, 80’e yakın kişi Kabataş iskele meydanında yanında bebek de olan kadını bayıltana kadar dövmüş, bebek arabasını havaya atmış, kadın bayıldıktan sonra da kadının üstüne idrarını yapmıştı. İnandırıcı olmaktan uzak bu iddialar bir propaganda aracı olarak uzun süre kullanılmasına rağmen ortada kanıtlamaya dönük hiçbir çaba yoktu. Sadece Mv. M. Metiner’in “görüntüler var ama infial yaratacağı için yayınlamıyoruz” sözlerinde özetlenen bir “kanıtlama(!)” çabası vardı. Bugün ise yayımlanan görüntülerden sonra olayın kendisi değil ama Başbakan başta olmak üzere AKP’nin yalanı kanıtlanmış oldu. Fakat bu cenahın alışkanlığı olduğu üzere yalan ortaya çıksa da sanki böyle bir olay varmış gibi savunmaya devam edildi, ediliyor. Üstelik çok da “ilerici” bir noktadan “kadın beyanı esastır” ilkesine “yaslanarak.”

Kabaca hatırlatmak gerekirse “kadın beyanı esastır” ilkesi her alanda erkek egemen zihniyetin hakim olduğu gerçekliğinden hareketle ileri sürülen (ve desteklediğimiz) pozitif bir ayrımcılıktır. Söz gelimi hiçbir şahidin olmadığı bir taciz olayı düşünülsün. Böyle bir durumda kabaca bir kadının haksız bir biçimde bir erkeği suçlama (erkeğin masum olma) ihtimali ile bir erkeğin kendini kurtarmak için yalan söyleme ihtimali arasında bir seçim yapmak gerekmektedir. İşte pozitif ayrımcılık burada gerçekleşir (gerçekleşmelidir demek daha doğru olur çünkü hali hazırda böyle bir uygulama yok). Fakat bu ilke mantık olarak kanıtlanması mümkün olan bir iddiayı kanıtlamama serbestisi de getirmez. Eğer iddiayı kanıtlamak mümkünse kanıtlanması beklenir. Nitekim yüzlerce kişinin onlarca güvenlik kamerasının bulunduğu bir meydanda bir kadına saldıran 80 kişilik üstü çıplak bir kitle olduğu iddiasını kanıtlayamamak gibi bir durum olamaz. Burada “kadın beyanı esastır” ilerici ilkesinin arkasına saklanmak ilkenin kendisini kullanılamaz hale getirmektedir.

Bizler biliyoruz ki bırakalım devrimci, demokrat olmayı insani değerler “kulağına üflenmiş” hiç kimse propagandası yapılan türden bir saldırıyı zaten yapamaz. Bu sebeple egemenlerin yalan söylediğini en başından biliyorduk, geldiğimiz aşamadaysa yalan söyledikleri artık kanıtlandı. Şimdi onların sözcülerine, akıl hocalarına bir çağrımız var: Bizim terminolojimizden çaldığınız “kadın beyanı esastır” vb. ilkelerle yalanlarınızı savunmaya kalkmayın. Onları kullanmayın, zaten ağzınıza da hiç ama hiç yakışmıyor. (Bir Partizan)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu