Makaleler

Kararsızlık, güçsüzlükten ve uşaklıktan geliyor!

 

KARARSIZLIK, GÜÇSÜZLÜKTEN VE UŞAKLIKTAN GELİYOR!

Türk egemenlerinin seçime giderken Suriye meselesinin gündemden düşmediğini, düşürülmediğini gördük. Önce IŞİD’in, TC’nin Suriye’de resmi toprakları olarak kabul edilen ve askeri birlikleri olan Süleyman Şah Türbesi ve onu koruyan Saygı Karakolu’na yönelik saldırı tehdidi gündeme düştü. “Belirlediği” ve devleti ikna ettiği dış politikasıyla, Türk egemenlerinin başına bugün çorap ören A. Davutoğlu bu saldırıya karşılık vereceklerini açıkladı. Bu dengesi bozulmuş ve artık siyaset üretme kabiliyetini kaybetmiş, yaptığı açıklamalarla alay konusu olan Dışişleri Bakanı IŞİD ve Esat’ın “ortak hareket ettiğini”(!)  de belirterek, IŞİD’in bir bahane olabileceğinin işaretini gizlemeden verdi. Bu açıklamaları aslında Suriye politikasında tek hedefin Esat’ın devrilmesi olduğunun, bunun içinde her yolun denenebileceğine dair bir teyit olarak da görmek gerekir. Ki 27 Mart’ta Dışişleri Bakanı A. Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı F. Sinirlioğlu ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Y. Güler’in konuyla ilgili internete düşen ses kaydı da bunu göstermektedir. TC’nin saldırı için gerekçe yaratmada zorlanmayacağı aynı kayıtlarda belirtilmektedir. Süleyman Şah Türbesi’ne kendilerinin saldırabileceğini, Suriye topraklarından Türkiye’ye füzeler sallayabileceklerini belirtmektedirler. Ama mesele gerekçe bulmak değil, savaşa hazır olup olmamak denmektedir.

Süleyman Şah Türbesi üzerinden kamuoyu oluşturmak amaçlı olduğu açık olan tehditler havalarda dolaşırken; El-Nusra, Şam el İslam ve Ensar el Şam adlı örgütlerin, Suriye topraklarından gelip, Türkiye topraklarını kullanıp Yayladağ sınır kapısından 1500 savaşçı geçirip (görüntüleri dahi yayımlandı) Suriye’nin Kesep kasabasına saldırması ve böylece Esat rejiminin denetiminin olduğu son sınır kapısının da düştüğü haberleri Türk medyasında propagandayla bildirildi.

Türk egemenlerinin cesaretlendirmesi ve yönlendirmesiyle gerçekleşen bu saldırıya, aynı zamanda Türk topçuları ve tanklarının koruma zırhı da eşlik etti. Ama bununla yetinilmedi ve bu saldırılara hava bombardımanı ile karşılık vermeye çalışan rejim uçaklarından birisi, Türk uçakları tarafından “sınırı ihlal ettiği” (angajman kurallarına uymaması da deniyor) gerekçesiyle düşürüldü. Böylelikle saldırganlara çok açık bir destek verildi.

TC devletinin bu saldırganlığının arka planında, El-Kaide unsurlarının Lazkiye’ye doğru bir ilerleme taktiğini destekleme vardır. Tabi bir de TC devletinin “geleneksel” soykırımcı refleksi vardır. Çünkü saldırının gerçekleştiği bölge Ermeni ve Alevilerin yoğun yerleşimlerinin olduğu bir yer olarak öne çıkmaktadır. El-Kaide unsurlarının “cihad” adına bu “Allahsız”lara yönelmesi ve “cennete gitmek” için yoğun kitle katliamlarına yönelecekleri bir sır değil!

Domino taşlarından biri de ülke içinde IŞİD militanları olduğu iddia edilen üç kişinin Adana-Niğde yolunda jandarma ve polis ile çatışmaya girmesi oldu. Bir polis bir astsubay ve bir de kamyonu gasp edilen şoför öldürüldü. Bir hafta içinde Suriye bağlamlı gelişen bu olaylar bir anda dikkatleri buraya odaklamıştır. Türk egemen sınıflarının temsilcileri ve yetkileri saldırgan bir dille bu gündemi diri tutmaya çalışmıştır. Bu gelişmelerin AKP’nin pisliklerini ortaya seren kasetlerin ve “turbun büyüğü”nün çıkacağı beklentisinin olduğu koşullarda, bir gündem saptırma olarak değerlendirildi. Seçimlere Suriye üzerinden bir hamaset geliştirerek girilmeye çalışıldığı tartışıldı.

SURİYE’YE SALDIRMA HEVESİ: KONJEKTÜR FIRSATÇILIĞI!

Ancak Suriye merkezli gelişmeler bu kadar basit bir gerekçeyle açıklanamaz. Türk egemen sınıflarının Suriye’de soğumayan hevesinin, özellikle ABD ve AB ile Rusya arasında Ukrayna ekseninde adeta bir kopuş eğilimi gösteren çatışmanın yarattığı iklimin bir sonucudur. Son çıkan ses kayıtlarında “konjonktür uygun” tespiti bu iklime yapılan bir atıf olarak görülmelidir.

Suriye’de yaşanan gelişmeler ve yeniden saldırganlık söyleminin seçim öncesinde ve klik çatışmasının boyutlandığı koşullarda olması elbette tesadüf değildir. Tayyip ve ekibi her fırsatı kendileri için bir rahatlatma hamlesine dönüştürmeye çalışmaktadır. Seçim öncesinde Türkiye merkezli gelişen bu Suriye hamlesi gündemi de değiştirmeyi amaçlayan bir politikadır. Ancak esası bu değildir. Genel dünya konjonktürü buna elvermediği noktada Türk egemenlerinin bu neviden hamleler yapması olası değildir. Buna ne cesaretleri, ne güçleri yetebilir. Ki son ses kayıtlarında kendi başlarına yapacakları hamlenin üreteceği sonuçlar noktasında büyük bir kararsızlık ve tereddüt içinde oldukları açığa çıkmıştır.

AKP’nin Suriye’yi sadece ülke gündemine sokma gayreti yoktur, aynı zamanda dünya gündemine taşıma gayreti de vardır. ABD’nin, Rusya’ya Ukrayna-Kırım hamlesinden dolayı “mutlaka ceza kesilmesi gerekir” dediği koşullarda TC’nin boş durması düşünülemezdi. Durumdan vazife çıkaran Türk egemenleri, Rusya’ya “kesilecek ceza” için Suriye’de koşulları daha fazla olgunlaştırma faaliyetine yoğunlaşmıştır. TC’nin efendilerine yol açma gayreti genel karakteridir. Özelde kendi çıkarlarının daha fazla olduğu koşullarda ise bu gayreti bir gözü karalığa dönüşmektedir. Türk egemenlerinin, Suriye’de ABD ve AB’nin mevcut dengeleri yerinden oynatacak politikaları devreye sokması için koşulları zorladığını ifade etmek yanlış olmayacaktır.

Bu yaklaşımı ile bir taşla birkaç kuş vurmayı amaçladığı açıktır. Birincisi, AKP köşeye sıkışmışlığını ve Tayyip’in kellesinin alınmak istemesine karşı Suriye’de yeni ve daha ilerde bir gerginlik sürecini örmek istemesidir. İkincisi, Tayyip’in ABD’nin gözünden düşmesine karşı, Rusya’ya karşı hamle yapacak bir Suriye kartını hazırlaması, yeniden etkin bir aktör olma durumunu sağlayacaktır. Üçüncüsü ise Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarını aşındıracak ve müdahil olma koşullarını yaratacak bir olanak yaratmasıdır.

ANA YEMEK REJİM, ROJAVA ÇEREZ Mİ?

Özellikle Rojava’da bu gelişmelere paralel olarak IŞİD’in saldırılarını arttırdığını da görüyoruz. Kobane Kantonu’na karşı saldırı ve kuşatma operasyonu yapılmaktadır. IŞİD’in her ne kadar emperyalistlerin baskısı ile tecrit olmuşluğu ve belli oranda kendi başına hareket eden bir yapısı varmış gibi gözükse de, TC’nin bu operasyonlarda, bu hareketi manüple edecek olanaklara sahip olduğu, dolaylı bir biçimde ilişkilerini koruduğu es geçilemez. En iyimser tahminle bu örgütün politikasını manüple edecek biçimde etkili ve etkin olduğu söylenebilir. Bu bağlamda Rojava’ya yönelik bu saldırganlığın TC’den bağımsız olduğunu düşünmek en hafifinden saflık olur. Süleyman Şah Türbesi’nin korunacağı, uluslararası haklardan doğan müdahale hakkının kullanılacağı söylemleri de, Rojava’ya yönelik planlardan bağımsız değildir. Zira Süleyman Şah Türbesi için Suriye’ye girilmesi doğrudan YPG güçleriyle karşılaşılması anlamına gelecektir. TC’nin IŞİD bahanesi ya da ona müdahale gerekçesinin mevcut siyasal durum ve ilişkiler göz önüne alındığında sadece ucuz bir kandırmacadır. Suriye rejimi ile birlikte Kürtlerin kazanımlarına saldırı zemini hazırlanmaktadır.

Peki, Türk egemen sınıflarının mevcut hamleleri Suriye’deki dengeleri yeniden kuracak bir nitelikte midir? Rusya ve ABD arasında, Ukrayna meselesiyle oluşan yeni dengelerde, Suriye kartı daha güçlü bir şekilde gündeme gelecek midir? TC’nin ya da Tayyipgillerin bunun için her şeye rağmen yoğun bir çaba harcadığı açıktır. Ancak bugüne kadar görece daha bütünlük içinde oldukları dönemde uyguladıkları politikadaki pratik deneyim, bu noktada bize bir fikir verebilir. İç parçalanmışlık ve yoğun çatışma hali içinde Türk egemenlerinin Suriye politikasında kendi başına mevcut dengeleri değiştirip, doğrudan müdahale olanakları yaratması zordur. Ki Suriye’deki siyasal öznelerin ve mevcut güç dengelerinin kısa vadede değişme olasılığı da görünmemektedir. Mevcut koşullar ve siyasal özneler durumlarını koruduğu sürece TC’nin Suriye politikasında amacına ulaşması mümkün değildir. Bu koşullar içinde ABD Suriye’de dengeleri değiştirecek bir askeri seferberliğe girişmeyecektir. Türkiye’nin tek başına bu bataklığa dahil olması ise kolay bir tercih değildir.

Ancak bir gözü karalıkta vardır. Açık ve belirgin bir savaş planı içindedirler. Zayıf muhalefet ve güçlü bir rejim ise en büyük sorunlarıdır. Son ses kayıtlarında 2012’de rejimin görece zayıflığından faydalanarak bir müdahale içine girilmemiş olması her zamanki gibi kaçan bir fırsat olarak değerlendirilmektedir. Bu kayıtlar, “yeni Türkiye”nin tıpkı “eski Türkiye” gibi fırsatları kaçırdığını ve peşinden hayıflandığını göstermektedir. Tabi birde -her zamanki gibi-, Türk egemenlerinin nedenli bir sıkışıklık içinde olduklarının da göstergesidir. Emperyalizmden yeterli destek alamamaları ise en büyük handikaplarıdır. Ancak TC’nin Suriye meselesine dair verdiği önem büyüktür. Tek başına dahi olsa askeri bir saldırganlık daima gündemlerinde olacaktır. Emperyalistler arası çatışmanın yarattığı yeni iklimi de bu saldırganlığa bir fırsat olarak kullanılmaya çalışılacaktır.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu