GüncelMakaleler

Her şey bir reddediş ile başlar…

Geride bıraktığımız referandum süreci, son yılların politik ve siyasal gelişmeler tarihinde ciddi bir dönemeci temsil etmektedir. Yalanları, hileleri, açık şantaj ve tehditleri, tüm sürece yayılmış açık saldırganlık ve OHAL’leri ile son halkadaki referandum günü YSK eli ile yapılan hukuksuzluklar toplamda AKP’ye ve Erdoğan’a % 50 sınırını geçirse de, kucağına ateşten bir top bırakmıştır.

Referandum sonuçlarını kabul etmeyen kitleler, 7 Haziran’ın devamında başlayan sürecin ardından ilk kez bu denli kitlesel şekilde sokaklara dökülmekte, referandum sonuçlarına yönelik güçlü bir itirazı dillendirerek egemenler açısından ciddi sonuçlar yaratacak sarsıntılar üretmektedir. Zira AKP açısından bir pirus zaferinden bahsetmek mümkündür.  Bir savaşta rakibini alt ederken aynı zamanda kendini öldüren bu zafer, açık bir şekilde Erdoğan’ın suretinde ambiyans kazandı.

AKP’nin, gelinen aşamadaki tüm telaşı, “atı alan Üsküdar’ı geçti” çıkışları ve bir anda referandum sonuçlarını reddederek sokaklara dökülen kitlelere yönelik gözaltı saldırılarının özü tam da bu sarsıntıların görüngülerdir.

AKP’yi ve Erdoğan’ı referandum öncesi politik sürecin de gerisine iten bu gerçeklik, referandum ile çözmeye giriştiklerinden daha somut problemleri AKP’nin ve Erdoğan’ın tasarrufuna bırakırken, yaşanan süreç ise, böylesi politik süreçlerin temel karakteristiği olarak bütünlüklü değerlendirmeye muhtaç, bir dizi politik sonucu önümüze getirmiştir.

 

Kaçak-Saray; Kumdan Kale…

16 Nisan Referandum sürecinin politik sonuçları itibari ile ilk planda değerlendirilmesi gereken alan AKP ve Tayyip Erdoğan’ındır.  Zira, OHAL altında gerçekleştirilen 16 Nisan referandumu, 17 Nisan’a bıraktıkları ile en sarsıcı etkiyi bu saflarda yaratmış, AKP’nin 15 yıllık “saltanatını” içerisinde yönetememe krizinin aleni şekilde su yüzüne vurduğu en somut dönemlerden birisi olarak tarihe yazılmıştır.

Referandumun politik sonuçlarına dair altı çizilmesi gereken ilk alan, bahse konu yönetememe krizinin kapsamına ve boyutlarına dairdir. Bu kriz, AKP ve Erdoğan açısından süreğen bir tehlike alanı olarak varlığını en baştan beri sürdürmekle birlikte Gezi İsyanı ve Özyönetim Direnişleri gibi süreçlerde daha belirgin ve nesnel bir hal almaktaydı. Yine 15 Temmuz darbe girişimi de bu krizi derinleştiren bir görüngü olarak AKP’yi ve Erdoğan’ı, bulundukları saflardan sarsan politik gelişmelerdi. AKP’nin 15 yıllık siyasal hayatı içerisinde “demokratik açılımlar”la başlayan yolun KHK’larla idare edilen bir baskı rejimine ve devamla ise Başkanlık görünümlü bir diktatörlüğe yürüyen seyri, bahse konu yönetememe krizinin ne denli kangrenleştiğinin ve Erdoğan’ın politik selahiyetinin ne denli daraldığının göstergeleriydi.

hayır bizGelinen aşamada 16 Nisan referandumunun sonuçları ile bu krizin daha da belirgin ve keskin hatlarla somutlaşan bir hal aldığını ve geri dönülmesi zor bir eksene oturduğunu açıkça söyleyebiliriz. Zira, AKP ve Erdoğan özellikle yaşadığı politik krize ve kangrenleşen sorunlarına çözüm olarak gördüğü Başkanlık Sistemi ile verdiği kader sınavında, elde ettiği sonuç, safların dünden daha keskin ve çizginin dünden kalın olduğu bir çelişkiler yumağı olarak, ulaşmaya çalıştığı muktedirliği aleni bir biçimde gayrı meşru kılan bir muhtevaya bürünmüştür. Dümenini tuttuğu gemi açıkça su almakta, toplumsal kamplaşmanın Evet-Hayır ikileminde nesnel bir karşıtlığı radikalleştirerek açığa çıkarttığı politik görüngü dünden daha ciddi bir meşruiyet krizini AKP’nin ve Erdoğan’ın gündemine sokmaktadır.

Bu meşruiyet krizinin çapı ve kapsamını gösteren bir diğer veri de referandumun sayısal sonuçları ile okunabilmektedir. Zira her seçim süreci, bir nevi ülke geneli bir anket özelliği de taşımakta, kitlelerin andaki politik nabzını yansıtan veriler sunmaktadır ve sayısal verilerin gösterdiği gerçeklik, şimdiye kadar AKP’nin politik dayanağını teşkil eden muhafazakâr kitleyle de politik bağlarının zayıfladığını ve toplumsal desteğinin aşınmaya başladığını göstermektedir. MHP’nin aktif desteğine rağmen tabanının büyük oranda karşıt politikada konumlanması ve AKP’nin daha önceki seçimlerde ciddi oy aldığı büyük şehirlerdeki oy oranlarındaki düşüş, dönemsel bir gerilemeyi değil politik bir daralmayı ifade etmektedir.

Referandum sonuçlarının önümüzdeki döneme dair gösterdiği en net verilerin başında ise, bahse konu meşruiyet krizinin sürece renk vereceği görülmektedir. Açık olan şudur ki, AKP ve Erdoğan andaki politik gerçeklik içerisinde, Evet-Hayır üzerinden ürettiği kamplaşma alanında ne tam bir iktidar tesis edebilecek dayanağa, ne de siyasal arenayı yumuşatacak bir yaklaşıma girebilmektedir. Bu hali ile, “seçilmiş” dikta rejimine geçiş (sonuçta hile ile de olsa istikameti bunu gerçek kılma yönündedir) AKP ve Erdoğan için öncelikle bu meşruiyet krizi ile uğraşmayı koşullamaktadır.

Doğallığında, önümüzdeki dönem, AKP’nin iç ve dış siyasette yaşadığı gerilemenin, ekonomik ve siyasal krizlerin Hayır üzerinde yürüyen muhalefetle birleşmesine fırsat vermemek adına daha da saldırganlaşacağı, ek olarak, Erdoğan’ın yaşadığı gerileme kurumsallaşmadan diktayı kalıcılaştırma adımlarını daha net atmaya yelteneceği görülmektedir. Bu temelde, kendi siyasal cephesine yapacağı düzenleme hareketlerinin ardından 2019’u beklemeden bir erken seçimin gündemleşmesi ise yüksek bir ihtimaldir.

 

“Hayır daha bitmedi, biz kazandık!”

16 Nisan Referandumunun politik sonuçlarına dair diğer bir değerlendirme alanı ise Hayır Cephesi, TDH’ın sürece yaklaşımı ile politik pratiği ve “Hayır” pratiğinin Referandum sonrası sürecin politik pratiğine bıraktıkları oluşturmaktadır.

Başkanlık Referandumuna yönelik olarak Hayır Politikası, kapsam ve içerik olarak çok genel bir birleştiricilik alanını temsil etmekle birlikte esas itibari ile AKP’nin ve Erdoğan’ın 15 yıllık soygun, yağma, talan ve zulüm düzeninin tekerine çomak sokma işlevi ile çerçevelenmektedir. Bu kapsamı ile Hayır politikası, pratik bir işlevsellik üzerinden kendisini üretmekte, kitlelerin somut istencini temsil etmektedir. TDH açısından nihai bir biçim olmayan (ki hiçbir biçim Marksist anlamda nihai olamaz) Hayır politikası, andaki egemen sistemin temsilcilerine karşı pratiğin alanında en reel ve işlevsel müdahaleyi üretmenin kanalı olabildiği oranda, TDH öznelerince de benimsenmiştir.

Hayır politikasının referanduma etkisi itibari ile açıkça belirtilmesi gereken nokta, sayısal oranlama ne olursa olsun sonucun devrimci kazanımlar ürettiği ve bu bakımdan da referandum sürecinin Hayır Cephesi açısından bir zaferi temsil ettiği yönündedir. Zira, devrimci politika açısından aslolan şey, süreç ve onun önümüzdeki sürece aktardıklarıdır ve referandum sürecinin sistemin günümüzdeki temsilcilerine verdiği cevap, dünden daha keskin bir yönetememe krizidir ki bu anlamıyla Hayır muzafferdir. 

Tek bir muharebeye sıkıştırılamayacak devrimci mücadelenin alanında, 16 Nisan referandumuna yönelik Hayır politikası, sistemin krizini derinleştirebilmek adına AKP’yi ve Erdoğan’ı soktuğu kriz, sistemin meşruiyetinin en geniş kitlelerce tartıştırılabilir hale gelmesi bile tek başına devrimci kazanımların kapsamını çizmektedir. Ek olarak, Hayır politikası, referanduma giden süreçte en geniş kitle muhalefeti ile TDH’ın temasını sağlamış, pratiğin alanında devrimcilerin politik sürece en geniş yığınlar ile yan yana katılımına, ajitasyon ve propaganda faaliyetine alan sunmuştur.

Hayır politikasının referanduma yönelik bir diğer politik etkisi ise, andaki sistemin tüm özneleri (AKP’sinden CHP’sine ve diğerlerine) ile birlikte egemenlerin yönetememe krizini çözemediğini göstermiştir. Bugün egemenler yönetememe krizine yönelik burjuva demokrasisinin sınırlarını açık faşizme kadar esnetmelerine rağmen kitle muhalefeti baskılanamamakta, referandum sürecinde de görüldüğü üzere OHAL’in kurumsallaştığı biçimlerde bile kitle muhalefeti akacak kanalı bulabilmektedir. Bu hali ile bahse konu kapsamı gören bir devrimci çıkış elzem bir ihtiyaçtır.

Hayır Cephesi üzerinden yürüyen politik pratiğin önümüzdeki döneme dair işaret ettiği en net alanlardan bir tanesi de, Tıpkı Gezi İsyanı sürecinde olduğu gibi günceldeki kitle muhalefeti hareketlerinin kapsam ve içeriğindeki heterojenlik olgusudur. Önümüzdeki dönemin politik pratiğine de renk verecek bu olgu, TDH özneleri tarafından görülmeli, “Hayır, daha bitmedi” eylemlerinde de görüldüğü şekli ile genel demokratik taleplerin politik argümanlardaki yeri sınıf mücadelesinin öznelerince kavranarak bu açığa çıkan karakteristiğe uygun bir ajitasyon-propaganda yöntemi tutturulmalıdır. Yine önümüzdeki politik mücadele dönemine dair belirtilmeden geçilemeyecek bir olgu da, anda sokağa yansıyan kitle muhalefetinin oluşturduğu koşullardır. Referandum sonuçlarını kabul etmeyen yüz binlerce insanın sokağa dökülmesi, OHAL döneminde iyice gerileyen kitle hareketine bir kıvılcım çakmıştır ve bu kapsamda süren muhalefetin geri adım atmaması önemli bir eşik anlamı taşımaktadır.

Yine Kürt illerinde 7 Haziran’ın ardından süren açık savaş koşulları, yerle bir edilen, fiili olarak sürülen Kürt halkının da referandum karşısındaki konumlanışı özel bir anlam ifade etmektedir. AKP’nin saldırı konseptinin odak noktası haline gelen Kürt kentlerinde AKP’nin savaş politikalarına rağmen ciddi oranda Hayır oyunun çıkması pozitif bir direngenlik göstergesi iken, bazı bölgelerde (ki oralarda da oylar ve sayımları ile ilgili her gün yeni bir şaibe açığa çıkmaktadır) AKP’nin oy oranını artırması ise kimi çevrelerce negatif yorumlara kapı aralamıştır. Kürtleri yekpare bir kamp gibi algılayarak sorumluluğu onlara atmak, bölge özgülünde politik müdahalesi yetersiz olan TDH özneleri açısından çiğ ve sığ bir yaklaşımdır.

 

Boykot’çuluğun ahval-i pür melali

Referandum özgülündeki tartışmamızı bitirmeden önce, özellikle andaki duruma ilişkin politik yöntem olarak problemli bir hatta duran “ boykot” yaklaşımı ile referandumu boykot eden öznelere ve referandum sürecinin nasıl bu politikayı ters yüz ederek kitlelerin dışına ittiğine değinmekte fayda var.

Bu temelde, bahse konu yaklaşım açısından ilk handikabı doğrudan politik pratiğin alanı oluşturmaktadır. Şöyle ki, bahse konu yaklaşımı sergileyen TDH öznelerinin pratik alanlarının büyük oranda Hayır cephesini teşkil eden kitleler olması, anda boykotçuluğu Evet’in karşısında konumlanmayan (niyetten bağımsız olarak onların kitlelerine ajitason ve propaganda yapmayan) bir hatta iterken, bu öznelerin de pratik olarak “hayır mitinglerine katılmaları” Marksist anlamda ironidir.  Mao Zedung “sosyal pratik sizi yadsıyorsa fikirlerinizi değiştirin” derken aslında kitlelere dönük politika yapıcılıktaki sorunlu duruma işaret etmektedir. En başından bu yana belirttiğimiz gibi Hayır için verili durum tam da kitlelerin öfkesi ile bütünleşmiştir. Bizler açısından bu kitle hareketinden yararlanmak ve kitlelere gerçekleri göstermek adına politika üretmek gerekiyordu.

hayir eylem 10Politika kitlelerin uzağında kalarak değil kitlelere nüfuz edilerek onların çelişkilerine uygun olarak yapılır. Bu anlamda ortaya konulan boykot tavrı her ne kadar burjuva parlamento ve seçimler şaibesine işaret etse de kitlelere nüfuz etme noktasında bir ayağı çukurdadır. Buna en net örnek yine tarihsel deneyimlerden verilebilir.

30 Şubat 1917 devriminden sonra Rusya’da iktidarı devralan burjuva Geçici Hükümet 2 Mart’ta bir Kurucu Meclis toplayacağını açıkladı. Ne var ki, Meclis için yapılacak seçimler sürekli olarak ertelendi ve hükümet meclisinin toplanmasını geciktirdi. Meclis ancak Ekim sosyalist devriminden sonra 5 Ocak 1918’de toplanabildi. Halkın büyük çoğunluğu meclisin Sovyet iktidarını ve onun barış ve toprak konusundaki kararlarını tanımasını istedi. Büyük bölümü halkın güvenini yitirmiş olan partilerin temsilcilerinden meydana gelen meclis bunu reddedince kapatıldı. Bu durumu Lenin şu şekilde açıklıyor:

 “Biz proletaryanın zaferinden sonra bile Kurucu Meclisi toplantıya çağırmak zorundaydık, gerici işçiye bu meclisten kazanacağı hiçbir şeyi olmadığını kanıtlayabilmek için. İkisinin arasındaki ayrılıkları ortaya çıkarmak, Sovyetlerin tek çözüm yolu olduğunu göstermek için Kurucu Meclis ile Sovyetler’i somut bir biçimde karşı karşıya getirmek zorundaydık.” (Lenin, 3. Enternasyonal Konuşmaları, Pencere yayınları, s. 79)

İşte politika yapıcılık tam da böylesi bir oyun kuruculuk ve çelişki yönetimi ile yapılabilir. Referandum sonrası sokaklara çıkan kitlenin nabzını tutmaktan uzak harikalar diyarında gezinerek tespitler yapmak hira dağında vahiy beklemeye benzer. Bugün sokaklara çıkan kitle referandumun yenilenmesini istemekte veya mühürsüz oyların detaylarının açıklanmasını istemektedir. Bu kitle hareketi ile boykot diyerek ve buluşamadan bu gerçeği nasıl anlatılacağı gerçekten soru işaretidir.

Bu politikanın esas iflası ise, doğrudan Hayır cephesinin sağladığı başarı ve referandum sürecinde AKP’nin yaptığı hilelerin ardından olmuştur. Referandum sonrası açığa çıkan sisteme karşı güvensizlik, YSK’nın gayrı meşru kararı karşısında kitlelerde doğan sisteme karşı hareket etme eğilimi bir anda, boykot politikası benimseyen öznelerin “sistemi meşrulaştırmama” yaklaşımını ters yüz etmiş, “sistemle uzlaşma” gördükleri Hayır Cephesi, sistemi sorgulamanın, onu gayrı meşru kılmanın alanı haline gelmiştir.

Böylesi bir durum karşısında “bu tespiti yapmıştık” gibi bir söylem ise kibir ve hamaset ile yoğrulmuş; anti MLM bir kalıp içinde pişirime verilmiş bir yaklaşımdır. Kitlelerin eğilimi, onların çıkarları karşısında yaklaşım yine onların yönlendirilmesi ile mümkündür. Kaypakkaya yoldaşın Şeyh Sait İsyanı’na yaklaşımda İngiliz emperyalizminin parmağı olması halinde ise o hareketi desteklemeyi ancak gerçeği yani emperyalizmi teşhir etmeyi merkezine almaktadır. (Bkz: İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar, s. 189)

Politika yapıp-yapmamakla, kitleleri politik parametrenin merkezi alıp almamakla temelden ayrışan bu tutum devrimci politik yöntem açısından bastığı çürük tahtanın da kırılması ile zeminini bir anda kaybetmiştir.

Sonuç olarak 16 Nisan referandumu, özellikle birleştiricilik ve genel demokrasi talebinin daha da belirginleştiği politik hat ile devrimciler açısından da üzerinde yürünebilecek yeni biçimler ile önemli bir tarihsel aşama olarak mücadele tarihimizde yerini almıştır. AKP ve Erdoğan cephesinde onulmaz yaralar açan bu sürecin sistemin yönetememe krizini daha da kurumsallaştırması, kitlelerdeki sisteme yönelik gayrı meşruluk bilincinin daha da süreğenleşmesi için, muhalefetin sokaklara taşması temel bir gereklilik olarak karşımızdadır. Bu zeminde yükselecek bir toplumsal hareketliliğin egemenler cephesinde daha da alan daraltacağı aşikardır. Bu anlamda “Hayır” üzerinden sürecek mücadele esasen şimdi başlamıştır. (Bir Partizan)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu