Güncel

YORUM| Konser, festival, piknik, şenlik yasak; Korkuyorlar

Sadece eylemden değil, konser kalabalığından da korkuyor duyuyor iktidar. Kontrol edememekten korkuyor.

Tam Gezi İsyanı’nın ön günlerinde başlayan bir keyfi yasaklar sürecindeyiz. Siyasi iktidarı 9 yıl önce sarsan Gezi İsyanı’nın korkusu 9 yıldır güncelliğini koruyor. Konser, festival etkinlik yasaklarının keyfiyetle, kendi yasasını tanımadan ardı arkasına yasaklama süreci yaşıyoruz.

Bu yasaklar tıpkı Gezi’de olduğu gibi korkuyla, kaygı ve endişe ile yapılıyor. Yasaklar silsilesi korkunun gölgesinde başladı; ilk olarak Kürt sanatçı Aynur Doğan’ın 20 Mayıs’ta Kocaeli Derince’de vereceği açık hava konseri AKP’li Derince Belediyesi tarafından iptal edildi, Metin-Kemal Kahraman kardeşlerin 17 Mayıs’ta yapılması planlanan Muş konseri, Valilik tarafından yasaklandı, Amed Şehir Tiyatrosu’nun oynayacağı ‘Don Kixot’ oyunu da iptal edildi.

Yunan sanatçı Matthaios Tsahouridis’in Trabzon’da vereceği konser de yasaklandı, yasak üzerine Tsahouridis ile sahneyi paylaşacak olan Apolas Lermi yasağı protesto ederek sahneye çıkmadı. Ardından Apolas Lermi de Denizli konserinin Pamukkale Belediyesi, Bostancı konserinin ise organizasyon tarafından iptal edildiğini duyurdu.

Bursa Valiliği Kürt sanatçı Mem Ararat’ın 29 Mayıs Günü Bursa’da vereceği konseri yasakladı.

Yine geçtiğimiz günlerde yaşanan konser iptalleri arasında; Bitlis Eren Üniversitesi’nde yapılması planlanan Bahar Şenliği programında yer alan Stêrka Karwan müzik grubunun konserinin hiçbir gerekçe gösterilmeden iptal edilmesi ve Niyazi Koyuncu’nun 25 Mayıs’ta vereceği konserin Pendik Belediyesi tarafından engellenmesi vardı.

Koyuncu engellemeye ilişkin sosyal medya hesabından; ‘Pendik Halk Eğitim Merkezi’nin 25 Mayıs tarihinde Sahil Meydanı’nda düzenleyeceği etkinlikte sahne almam Pendik Belediye Başkanlığı tarafından engellenmiştir” dedi.

En başta yasaklar Kürt müziğine, sahnesine, oyununa getirildi ancak bununla sınırlı kalmadı; hedef gösterilen hemen her etkinlik, piknik nerede bir kalabalık varsa orada vücut buluyor adeta.

 

Her kalabalıktan korku duyuluyor

Geçen hafta Eskişehir Valiliği, Teoman, Haluk Levent, Hayko Cepkin, Levent Yüksel ve Yeni Türkü gibi isimlerin katılımıyla gerçekleştirilmesi planlanan Anadolu Fest’i güvenlik gerekçesiyle yasaklamıştı.

Yine başka bir örnek; Valilik kararıyla 3 Haziran yapılacak olan Isparta’daki konseri “”ahlaksızlığı özendirdiğini” gerekçe edilerek iptal edilen Melek Mosso’nun Kocaeli’nde Emircan İğrek ve Sagopa Kajmer gibi isimlerle birlikte sahne alacağı etkinlik, ormanda “konaklama yasağı” gerekçesiyle iptal edildi. ODTÜ’de ise şenlik yasaklanmış, ODTÜ Devrim Yürüyüşüne katılan 16 Öğrenci evlerine yapılan baskınla gözaltına alınmış, gözaltında 4+2 günlük gözaltı süreci geçirmişti. Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Eylem yasakları ile mücadele edilirken toplumun her kesimin susturulması telaşesi var. Sadece eylemden değil, konser kalabalığından da korku duyuyor iktidar. Kontrol edememekten korkuyor. Hele üniversite şenliklerinin yasaklanması tamamıyla genç kesimin biraraya gelişinden daha fazla korku, bir isyanın işaretini verme endişesindendir. Bu en fazla geleceksizleştirilen ancak en dinamik kesimin şenliklerde yanyana gelişi iktidarın sonunu getirecekmiş gibi yaklaşılmaktadır.

Haklılık payı vardır bu algının, çünkü ellerinden geleceği alınmış gençliğin kaybedecek bir şeyi kalmamıştır. Ve elbette ki kalabalıkların isyana dönüşmesinden korkuluyor. Ancak iktidar korkmakta haklı, çünkü egemenler uzun süredir devam eden çok boyutlu derin krizden çıkışı bulamadığı için çareyi devrimcilere, yurtseverlere daha fazla saldırıda aramakta. Her gün korkuları büyümeye devam ediyor, edecek, ne kadar çok saldırırlarsa saldırsınlar bu korku hiç dinmeyecek.

Her iki davanın ortak yanları dikkat çekici

Yasaklama yetmemiş olacak ki piknik, konser, festival şeklinde yasak seremonisine devam ediyor.

Gezi İsyanı’nda intikam almak için TMMOB üyelerine on yıllara varan cezalar verilmekte. İşte bu intikam dürtüsü ile hatırlanacağı üzere 25 Mayıs günü İstanbul Adliyesi 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen mahkemede Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi’ye ise 18’er yıl hapis cezası verildi.

Korku dağları sarmış derler ya, işte öyle olmasa düzmece bir şekilde hazırlanan Kobanê davası bu korkunun Kürt yanını oluşturmazdı. İktidar Kürt’ten duyduğu korkudan dolayı Rojava’ya, Kobanê’ye dair işgal yaygarası koparmaktadır ve sürdürdüğü saldırılara yenisini ekleme derdine düşmüştür. Savunma süresinde kısıtlılık, düzmece, uydurma ifadeler, binlerce klasörde dosya ile yargılanan isimler hakkında 38’er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla birlikte toplamda 19 bini aşkın yıla kadar hapis cezası talep edilmesi iki sürecin intikam siyasetiyle yürütüldüğünü ortaya koymaktadır.

Siyasi iktidarı zora sokan, egemenliğini sarsan Gezi ve Kobanê süreci ardından başlayan süreci yönetme şekli; her iki davada da devletin her iki sürecin intikamını alma peşinde olduğunu mahkemelerden çıkan ilk beraatlara rağmen mahkemelerin yeniden açılması ve “yargılamaya” çalıştıklarına yüksek cezalar vermesi bu intikam dürtüsüne işarettir.

İktidar MHP’yi de yedeğine alarak ülke insanının özgürlük alanını her gün biraz daha daraltıyor. Şarkılar yasaklanıyor, tiyatro oyunları sahneden kaldırılıyor, düşüncenin serbestçe dolaşımına ket vuruluyor. Baskılar, tehditler havada uçuşuyor. Kısaca iktidar giderek sertleşiyor. Çağın gereği dijitalleşen ve büyük ölçüde düşünceyi ifade etme özgürlüğüne olanak sağlayan dijital medyayı da bu dürtü kendi kontrolüne almak istiyor.

Bu amaçla Türkiye Büyük Millet Meclisinde “Dijital Mecralar Komisyonu” adında “nur topu” gibi bir yeni komisyonları da oldu.

Her türlü renkliliğe, “LGBTİ+ları andırıyor” diye festival yasağı kitlenin bir araya gelişinden bir korkunun ifadesiyken, ötenden beri gelen “tek din, tek dil, tek devlet” şeklide devam eden teklik ile ortalığın süt liman olması telaşı da yaşanıyor. Başta ekonomik kriz olmak üzere bir dizi krizden kaynaklı kendi kitlesinden de ciddi tepki alan iktidar, ortamı seçim için de uygun hale getirmek istemekte.

Yasaklarını ilk olarak kendi faşist “odakları” üzerinden hedef göstererek “halktan tepki var” şeklinde meşrulaştırırken, muhalif her kesime bu paramiliter odaklar yoluyla mesaj vermek amaçlanmakta, bir çeşit hizaya getirme planlanmaktadır. Çokça dillendirilen “iç karışıklık” tehdidini Demokles’in Kılıcı gibi sürekli sallayarak saldırma politikası gütmektedirler.

Siyasi iktidarın 9 yıl önce başlayan korkusu günceldir. Gezi ile başlayan sarsıntı, Kobanê’nin kazanılması ile TC açısından yenilgi olarak ele alınarak, intikamı bir “lütuf” gibi algılanan 15 Temmuz ile OHAL döneminde başlatmış, ve devam ettirmektedir. Tüm bu süreç boyunca ülkede 12 Eylül’ü aratmayan politikalar devreydi. İşgal saldırısı ile devletin krizleri görünmez kılınmak istenirken, pandemi ile derinleşen egemenlerin krizi yine pandemi bahanesi ile ötelenmek istendi.

Ancak iktidarda, sermaye de görüyor ki ekonomik ve siyasi kriz artık örtülemez, ötelenemez bir noktada duruyor. Bunca yasak saldırı, gözaltı, tutuklama bundan. Devletin bilindik yöntemi yasak ve saldırı ‘her zaman işe yarar’ diye yeniden çok daha sert ve kapsamlı bir şekilde devrede. Ancak kitle dinamiği örtülemez, ötelenemez krizin üzerine gidecektir. Bunca ısrar, direniş, mücadele de bundandır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu