Yorum

KORKUYU BÜYÜTMEYE!!!

Çorum, Maraş, Sivas. Bu üç ilin adını yanyana saydığınız zaman faşizmin gözlerin önüne çektiği perdeyi sadece aralayanlar dahi az sonra buralarda yaşanan katliamlardan bahsedeceğinizi anlar.

Nasıl ki artık biri “Gezi Parkı” dediğinde oluşan çağrışım, halkımız açısından bir yüz akı ise, bir şehrin adı anıldığında akla gelen katliam da bir lekedir. Bu sebeple ülkenin ve bu şehirlerin tarihine sürülmüş birer kapkara lekedir katliamlar. Öyle kolay kolay da silinmez/silinmemelidir, ta ki yaşananları paklayacak kadar ciddi bir adım halk kitleleri tarafından atılana kadar.

Şiddeti ve yoğunluğu bakımından değil fakat motivasyonu bakımından benzer, tarihe yeni “karalar” çalma çabalarını gözlüyoruz hep beraber. Deneyelim; Urla, Aksaray, Ordu, Giresun, Fethiye… Evet HDP’ye dönük saldırılardan bahsediyoruz. HDP’ye dönük tesadüfi olamayacak kadar sık ve organize saldırıları daha yakından incelemeliyiz. Zira sonda söyleyeceğimizi başta söylersek bu faşizmin bir “kavga” davetidir ve her zaman olduğu gibi “davetleri kabulümüzdür!”

Yaşanan saldırıların organize olduğuna dair veriler kör göze parmak misali ortada olduğundan sorulması gereken ilk soru “saldırıların ideolojik zemini nedir?” olmalı.

HDP’YE SALDIRAN NE DÜŞÜNÜR?

2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na dair belki binlerce kitap yazılmış, belki yüzlerce film çekilmiştir. Bunların pek çoğunda Alman halkının burnunun dibinde insanlardan nasıl sabun yapılabildiği sorusu orta yerde durur. Bu sorunun yanıtı belki ancak birkaç kitapla verilir fakat bu kitapların ez cümlesi şu olur; “faşizmin kitleleri örgütleme kabiliyeti vardır.” Eğer bu tespit es geçilirse olan biteni anlamak imkansızlaştığı gibi karşı görev de muğlaklaşır. Öyle ya kendisi de HDP’nin siyasi olarak temsil etmeye çalıştığı yoksullardan, ezilenlerden olduğu halde, ülke soyulup soğana çevrilmişken nasıl olur da bu “kitle öfkesinin” hedefi HDP olur?

Öncelikle TC’nin Kürt ulusunun inkarına dayanan paradigmayı revize ettiği, “Kürt yoktur”dan “Kürt vardır ama kötüdür”e bir değişim geçirdiğini tespit etmek gerekir! Özcesi “Kürt düşmanlığı” resmi ideoloji tarafından yeniden üretilmektedir. Her ne kadar bir yıldır aktif bir savaş pratiği yürütülmüyorsa da 30 yıla yakın süren savaşın sonuçları üzerinden sürdürülen devlet propagandası kitleler üzerinde etkili olmaktadır. Başka bir açıdan bir taraftan “Kürt kardeşlerimiz”  denirken diğer taraftan yerinden yurdundan edilen insanların, “ekmeğimize mani olduğu”, “işimizi elimizden aldığı” masalı anlatılmaktadır. İşsizliğinin, yoksulluğunun sebebi konusunda kafası muğlak olan kitlelerin kolay ikna olabileceği bir yalandır bu. Örneklerini çoğaltabileceğimiz şovenist devlet propagandasından etkilenen kitleler üzerinden HDP’ye “Kürt Partisi” yaftası yapıştırılarak saldırılar örgütlenmektedir. Saldırılara karışan kitlenin motivasyonunun Kürt düşmanlığı olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Yaşanan saldırıların çok büyük bir çoğunluğundaki mülki amirlerin (valisinden emniyet müdürüne) saldırganları koruduğu, yer yer açık işbirliğine gittiği gerçeğinden hareketle buraya bir büyük parantez açalım.

“Çözüm süreci” üst başlığında atılan adımlar çerçevesinde düşünüldüğünde Kürt düşmanlığının devlet tarafından diri tutulduğu, tutulmaya çalışıldığı iddiamız sorgulanabilir. Fakat tam da faşizmin ruhuna uygun bir “çözüm” pratiğinin doğal bir sonucundan söz ettiğimiz anlaşılmalıdır.

Devlet cephesinden görece “kontrol altında” bir Kürt düşmanlığını diri tutmak “çözüm sürecinin” bir emniyet sübabıdır. Diğer bir deyişle atılan, atılması muhtemel pek çok adımı “eğer gerekirse” geri almak için koşulları hazırlayabilecek en büyük koz faşizmin kontrolü altındaki kitlesel bir Kürt düşmanlığıdır. Bu koz elbette çok tehlikelidir. Söz gelimi yaşanan linç saldırılarından biri bile başarılsa(!) süreç kısa sürede “toplanılamaz” bir hal alabilirdi/alabilir. Bunun da faşizmin “sorun çözme” kabiliyetine dair oldukça önemli bir veri olduğunu ekleyerek bu büyük parantezi kapatalım.

 

HDP NEDEN HEDEFTE?

Saldırıları gerçekleştiren faşizmin Kürt ulusuna ilişkin, PKK’ye ilişkin çeşitli propagandalarından etkilenen kesimler olduğunu belirttik. Fakat bu cenahın istisnalar dışında “kendiliğinden” hareket kabiliyetinin olmadığını, tabiri caizse biri “düğmeye basmadan” kıpırdamadıklarını biliyoruz. Öyleyse sorulması gereken bir diğer soru, bu saldırıların nedeni nedir olmalıdır. Ancak bu soruyu yanıtlarken “komplo teorileri” üretmekten ya da üretilenlere eklemlenmekten özenle kaçınmalı daha ziyade politik nedenlere yoğunlaşmalıyız. Bunun yolu olarak hangi aktörlerin bu süreçten hangi politik çıkarları devşirebileceğini açıklamaya çalışalım.

AKP ve Cemaat arasında süren güç savaşının bir sonucu olarak ve seçimlerin peşpeşe gerçekleşeceğinden hareketle önümüzdeki yerel seçim, sadece belediye başkanlarının belirleneceği bir seçim olmaktan çoktan çıkmış durumda. Bu bağlamda çeşitli yerel odakların saldırıların gerçekleştiği yerlerde yerel seçime dönük hesaplarla dahi böyle bir pratiğe girmiş olabileceğini ve bunun bir “trend” halini almış olabileceğini görmeliyiz.

Böyle bile olsa AKP’nin, saldırılar karşısındaki sessizliğinden ve saldırı bölgelerindeki mülki amirlerin tutumlarından, saldırılar nasıl başlarsa başlasın buradan farklı sonuçlar elde etme çabası içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Tayyip Erdoğan’ın dilinden düşürmediği, önemli seçim malzemelerinden biri haline getirdiği “çözüm süreci”nde AKP adım atmaya muktedir tek güç olarak sunuluyor. “Milli orduya kumpas” söylemleriyle başlayıp Ergenekon tahliyeleriyle devam eden, AKP’nin Gülen Cemaati’yle savaşında “yeni” müttefik arayış çabaları olarak okunabilecek süreç de “alternatifsiz AKP” tezine güç taşımak için kullanılıyor. Bir diğer deyişle “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” politikası güdülüyor. Uluslararası konjonktürün ve kuşkusuz Kürt ulusal hareketinin izlediği politikaların TC’yi adım atmaya zorladığı gerçeği saklanmaya çalışılıyor.

Elbette tek hesap bu değil. AKP’nin güç gösterisine rağmen önümüzdeki seçimde sonuçlara yansımasa dahi çok ciddi bir yara aldığı gerçeği orta yerde duruyor. Ortaya saçılan yolsuzluğun boyutları öyle “bölünmüş yollarla” örtülebilecek düzeyde değil. Buna rağmen geniş kitleler AKP dışında alternatif bulmakta zorlanıyor. Zira kuruluşundan bu yana halka tepeden bakan, “halka rağmen” adım atmakta bir beis görmeyen CHP, alternatif bir tercih olmaktan uzak. Bu listeyi diğer sistem partileriyle uzatmak mümkün. Tam bu noktada bir sistem partisi olmayan ve faşizme karşı duruşuyla önemli bir zemin oluşturan HDP çok ciddi bir alternatif olarak ortaya çıkıyor. İşte bu ırkçı saldırılarla HDP gündemi değiştirilerek, çalışmaları engellenerek ulaşabileceği noktadan çok daha geri bir noktaya itilmeye çalışılıyor.

NE YAPMALI?

HDP’ye yaklaşımımız bilinmektedir. Bir eylem birlikteliği vasfını taşıyan ve kitle örgütlenmesi özelliklerini yansıtan ve görüşlerimizi ifade ettiğimiz oranda kıymet verdiğimiz HDK’nın partileşmiş ürünü olan HDP, gerek yerel seçimlerde savunduğu politikalar ve gerekse de başta Kürt ulusunun demokratik talepleri konusunda yaklaşımı olumladığımız bir yerde durmaktadır.

Unutulmamalı ki bu olumlama,  HDP’nin örneğin Kürt sorununun çözümünü sağlayacağını düşündüğümüzden değildir. Ulusal Hareket’in bile Özgürce Ayrılma Hakkı’nı ret ettiği bir ortamda, HDP’nin gerçek çözüm adresi olmayacağı açıktır. Ama bu durum faşizm koşullarında, HDP’nin kimi olumlu politikalar ileriye sürmediği anlamına gelmemektedir.

Hem seçim çalışmalarının hem de ülkedeki diğer gündemlerin bizleri gerçekten hareketli kıldığı, kılması gerektiği bir süreçten geçiyoruz. Her türlü sistem partisinin ortaya saçılan kirlenmişliğini teşhir etmemiz, bunların hiçbirinin halkın çıkarlarını savunmadığını döne döne vurgulamamız ve bunun üzerinden kendimizi ve kitleleri örgütlememiz gerekiyor. Yaşanan saldırılar bu görevler sürdürülürken özellikle “Kürt düşmanlığına” darbeler indirmemizi gerekli kılıyor. Yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi faşizmin elindeki bu silaha, “Kürt düşmanlığı” ile kitleleri zehirleme çabasına indirdiğimiz her darbe çok ciddi önem kazanmış durumdadır. Bölgedeki konjonktür ve ulusal hareketin politikaları TC’yi adım atmaya zorladıkça başvurulabilecek bu silahı işlevsizleştirmemiz faşizmin önemli politik araçlarından birini işlevsizleştirmemiz demektir. Bu bağlamda HDP adaylarını desteklediğimiz her bölgede seçim çalışmalarını sürdürürken HDP’nin meşruiyetine ve ilerici kimliğine sahip çıkmamız elzemdir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu